NE yapılırsa yapılsın; tarım ve hayvancılık ayağa kaldırılmadan, küçük ve orta boy işletmeleri desteklenmeden ve ekonomimiz üretken hale getirilmeden İstanbul’un trafik sorunu çözülmez. Çünkü, İstanbul’a göç devam edecektir.
Zira İstanbul’da büyük bir arazi ve emlak rantı oluşmuştur. 10 milyonu aşan nüfusu ile İstanbul, kendi dinamiğini oluşturmuştur. Tedbir, vaktiyle alınmalıydı... Geçmişten bir hatırlatma: 27 Mayıs 1960 İhtilali’nden önce İstanbul’da (bilhassa sur içine) çok katlı ve bitişik nizam inşaata izin verilmiyordu. İhtilalden sonra bu yasak kalktı. Bunun üzerine henüz daha görevden alınmamış olan günün İstanbul İl İmar Müdürü (zannedersem Veysi Selimoğlu), bir gazetede üç gün süren yazı serisiyle bu yasağın kaldırılmasının sakıncalarını belirtti. Ana temanın özeti şöyleydi:
"Eğer bu yasak kalkarsa İstanbul’da büyük bir arazi ve konut rantı oluşur ve bütün Anadolu, İstanbul’a akar..."
Sonraki gelişmeler, İl İmar Müdürü’nü haklı çıkarmıştır. İstanbul’un tarihi köşkleri, konakları, bostanları, sit ve yeşil alanları vs. yağmalanarak ranta dönüşmüş ve betonlaşmıştır. 1980 sonrasında ise orman ve Hazine arazileri ve hatta şahıs arazileri, arazi mafyası tabir edilen oluşumlar vasıtasıyla yağmalanmıştır. Öylesine ki; bir dönüm arazi işgal eden dahi zengin olmuştur. Sanayi ile ilgili bir gerçeği de belirtmek istiyorum:
Temmuz 1970 kararları ile İstanbul ve Trakya bölgesi, teşvik kapsamı dışına çıkarıldı. (Bazı ağır sanayi tesislerinin Bilecik Osmaneli ve Bozüyük ile Eskişehir’e kaldırılması, bu karar gereğidir.) Ama; 1983’ten sonra İstanbul ve Trakya tekrar teşvik kapsamına alınarak sanayileşmeye açıldı.
İlhan Kesici’nin ’nereden buldun’ önerisine gelince... Bu mümkün değildir. İzah edeyim: Önceleri, Vergi Usul Kanunu’nun 30/7. maddesi vardı. Bu maddeye göre kişiler; harcamalarının, satın aldıkları malların ve birikimlerinin kaynağını belgelemek zorundaydı. Gelir Vergisi Kanunu’nun 82/2. maddesine göre de; vergiye tabi gelirle ilişkilendirilemeyen ve harcandığı ya da tasarruf edildiği tespit edilen mal ve haklar, safi irat kabul ediliyordu. Yani; kişilerden hesap sorulabiliyordu. Ancak bu iki yasa maddesi, 3 Kasım 2002 seçimlerinden 66 gün sonra 9 Ocak 2003 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4783 sayılı yasa ile yürürlükten kaldırılmıştır. AKP iktidarı döneminde kabul edilen 4783 sayılı kanunun 7. ve 9. maddelerine göre hiç kimseye "Bu serveti nereden edindin?" diye, hukuken sorulamaz. İngiltere, Almanya, Fransa, ABD ve daha birçok ülkede, bunların sorulabileceğine dair yasalar vardır. Ama bizde, sorulamayacağına dair yasa mevcuttur.
Hüsnü AKINCI-Eczacı
Kazanacak ata oynayanlar
SİYASET nasıl bir şeymiş ki, Osman Yağmurdereli’yi bile ’türbancı’ yaptı.
Yağmurdereli’ye bir şeyi hatırlatmak isterim... Levent’te bir villada İbrahim Tatlıses, M. Ali Erbil, Cengiz Kurtoğlu ile günlerce kumar oynarken, acaba bir gün ’atanmış milletvekili’ olarak parlamentoya gireceğini ve davet edildiği partinin liderine hoş görünmek için türban tacirliğine kalkışabileceğini, bu arada sevgili kayınbiraderi rahmetli eski bakan Veysel Atasoy’un kendisi hakkında neler düşünmüş olabileceğini hiç aklından geçirdi mi?
Röportajında, "Diyelim ki evleniyorum, kız 20 yaşında. Karımın türbanlı olmasını tercih ederdim" derken gerçekten başta eşi Esin Hanım’a ve kamuoyuna şaka yapmış olmasın?
Demek ki, gücün kokusunu alan adamlar, kazanacak atı gördüklerinde saf değiştirebiliyorlar. Yağmurdereli’nin tutuculuğa doğru yelken açıp açmadığını en iyi İbrahim Tatlıses bilebilir.
(Cemil İpekçi’yi, bu ismin yanına koyun... Onun geçmişte Cumhuriyet’te yazdıklarını okuyun, bir de bugün THY ile çalıştıktan sonra ettiği sözleri tartın...) İ.Y.
Kubilay’ı şehit edenler ’yobaz’ mı ’kendini bilmez’ mi
22 Aralık Cumartesi günü Menemen’de Asteğmen Kubilay’ın gerici, yobaz ve irtica özlemi içindeki bir grup tarafından şehit edilişinin 77. yıldönümüydü.
Cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül, olayla ilgili bir açıklama yayınladı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Gül olayı "menfur bir saldırı" olarak değerlendirdi.
Esas olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin eski ve yeni cumhurbaşkanlarının açıklamalarına bakılırsa Türkiye’nin nereden nereye gitmekte olduğunun derin izlerini fark edebilirsiniz.
Bunu anlayabilmek için 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in geçen yılki açıklamasına bakmak gerekiyor.
Sezer geçen yılki açıklamasında Kubilay’ı şehit edenler için şu ifadeyi kullanmıştı:
"23 Aralık 1930 günü Menemen’de bir grup yobazın başlattığı, Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın katledilmesiyle sonuçlanan irticai kalkışma, Cumhuriyet tarihindeki en acı olaylardan biridir."
Gül ise aynı kişiler için şunları söyledi:
"Öğretmen kimliğiyle, Atatürk ilke ve devrimleri ışığında, daha mutlu, daha çağdaş bir dünyanın var olabilmesi için mücadele eden vatansever Kubilay, askerlik vazifesini yaparken, kendini bilmez bir grup tarafından acımasızca şehit edilmiştir.
Tarih, akıl ve sağduyusunu kaybetmiş, öfkesine yenik düşmüş insanları ve saldırganlığı hiçbir zaman anlamaya çalışmaz."
Genç Cumhuriyet’e yönelik örgütlü, planlı ’suikast’ın tarifi 77 yılda nereden nereye gelmiş, derin derin düşünün!
2.5 yılda 8 öğretmen
BAŞBAKAN çıkartan Kasımpaşa’nın Ahmet Emin Yalman İlköğretim Okulu, geçmişin itibarlı okullarından biriydi... Ancak son yıllarda ne olduysa, gelen öğretmenler tutulamıyor. 3/C’de okuyan çocuklarımız, daha 2.5 yıl içinde 7 öğretmen gördü. Son vekil öğretmenimiz de gitti. Bu hafta 8. öğretmenimiz gelecek. Ki bu okulda Sayın Başbakanımızın akraba çevresinden en az 10 çocuk okumaktadır.