Paylaş
Bilindiği gibi Orman Yasası gereği; 'Ormanların 10 yıllık dikim, budama, ilaçlama ve bakımı' anlamına gelen “Amenajman Planı” uygulaması bulunmayan korularda budama, kesme ve gelişigüzel bakım çalışması yapılabilmesi mümkün değildir. Bu nedenle Orman yasası kapsamında bulunan İstanbul’daki koruların bakımının yapılabilmesi amacıyla 2001-2002 yıllarında başlatmış olduğumuz 'Amenajman Planı' çalışmalarımızı 2003 yılında bitirmiş, 2004 yılı bütçesinde ise ödeneğini ayırarak uygulamaya geçmiştik.
KAMUDAKİ DEVAMLILIĞI İNKAR EDİYORLAR
Türkiye’de ilk defa dönemimizde Orman Fakültesi’ne yaptırılan bu bilimsel çalışma ise, Fakülte öğretim üyeleri tarafından Berlin’de yapılan bir bilimsel konferansta anlatılmıştır.
Yani bugünkü yapılan çalışmalar, koruların bizim dönemimizde yapılan 10 yıllık amenajman planlarının öngördüğü çalışmalardır. Bugünkü yönetimin 3 yıl bekledikten sonra- gecikmeli de olsa- bu çalışmalara devam etme kararı alması sevindiricidir.
Ancak mevcut Belediye Başkanı tarafından sürekli sergilenen ve alışkanlık haline gelen geçmişi ve kamudaki devamlılığı inkar etme yaklaşımı endişe vericidir.
LALE PROJESİ
Bu yaklaşıma başka bir örnek de lale projesidir. Lalenin ilk defa Türkiye’de üretimini başlattığımızda hedefimiz, üreticilerimizin desteklenmesi ve yüzlerinin artık gülmesi idi. Nitekim bir senede 500 bin adet lale ürettirmekte ve diktirmekte idik. Maalesef bugün borçlarımızın katlanarak büyüdüğü bu dönemde, 10 milyon lale soğanı ithal edilmekte, Sn. Başkan ise halkı göz göre göre yerli üretim diyerek aldatmaktadır.
Diğer yandan İstanbul’un süs bitkisi ihtiyacını yine yerli üreticiden temin ediyorduk. İthal süs bitkisi yerine, yerli üreticinin teşvik edilmesine öncelik veriyorduk. Şu anda ise gerek Büyükşehir Belediyesi, gerekse ilçe belediyeleri tarafından milyonlarca dolarlık ithal bitki, projelere konulmakta ve yerli üreticiye darbe vurulmaktadır. Bu vesile ile size, Türkiye’de tüketilmeye çalışılan başka bir sektörsel uygulamadan bahsetmek istedim.
AKP ZİHNİYETİ DEĞİLİM
Yazınızın sonunda ise, şahsımı AKP zihniyetine dahil etmenizi üzüntü ile karşıladım. Özellikle ifade etmek istediğim husus, İstanbul’u 13 yıldır aynı zihniyetin yönetmediğidir.
Belediye Başkanlığını halkın oylarıyla teslim aldığımız gün; Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yıldönümünü hedef tarih olarak belirlediğimiz '2023 İstanbul Vizyonu' yaklaşımı çerçevesinde kentin yönetim bütünlüğü gereği ile hareket ettik.
İSTANBULU KORUDUM
Rantiye uğruna İstanbul’u yerli ya da yabancı, hiç kimseye peşkeş çekmedik.
Dönemin hükümeti tarafından kaynaklarımızın kesilmesine ve teftiş tedhişine rağmen, İstanbul’u 'kuralların işlediği bir şehir' haline getirmek için savaştık.
İmardan trafiğe, bina görüntüsünden tabelalara, benzin istasyonlarına, Boğaziçi’nin ve yeşil alanların korunmasına, kadar birçok alanda düzen oturttuk.
Yaşlanmış tarihi ağaçların 'ameliyat edilerek kurtarılması' projemiz ise doğaya ve çevreye verdiğimiz önemin ayrıca ifadesidir.
PARTİZANLIĞI REDDETTİK
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığımız süresince idrak ettiğimiz zihniyet farkı nedeniyledir ki, AKP’nin kuruluşu ile birlikte bağımsız kalmayı tercih ettik. Çünkü biz partizanlığı ve partizan şehir yönetimini reddettik. Görevimiz süresince yalnızca şehir yönetimine odaklandık. Bu yüzden; İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinde diğer partilerden de adaylığımız söz konusu olmasına rağmen, hiçbir parti ile tam anlamıyla zihin birlikteliği içerisinde olamadığımız için aday olmadık. Halkımızın yüksek teveccühüne ve bağımsız aday olmamız konusundaki ısrarına rağmen de görevimizi hakkıyla yerine getirdiğimiz inancı ile devrettik.
GÖZLERİ DÖNDÜ
Kamu yönetiminde devamlılık ilkesini önemseyen bir yönetici olarak, yeni yönetimden beklentilerimiz bizi olağanüstü hayal kırıklığına uğratmış ve şaşırtmıştır.
Şu anda İstanbul’un yüzde yüz iktidar desteğine, yığınla paraya, aşırı borçlanmaya ve sürekli kavşak yapılıyor görünmesine rağmen böylesine çıkmaza saplanmasının baş nedeni, yönetim basiretsizliği ve rantiye hırsıdır.
İşte bu rantiye hırsıyladır ki; İstanbul, ormanları da dahil olmak üzere, merkezinde bile tek kare yeşil alan bırakmamacasına satıp savrulmaktadır. Bu tam bir 'gözüdönmüşlük' tür.
İstanbul’da Hükümet-Belediye işbirliği ile üretilen arazi kullanım politikaları, şehircilik ilkelerine aykırıdır ve İstanbul’u tüketmeye başlamıştır. İstanbul’un tüm boş alanları hovardaca imara açılmakta ve peşkeş çekilmektedir. 'Rantiye Şantiyeleri' trafiği çökertmiştir. Bürokrasi düşman ilan edilerek koordinasyonu ve eşgüdümü bitirilmiştir. Trafik ve asayişin kilitlenmesi gibi; ne yazık ki kültürün, sanatın ve sosyal hayatın da kilitlenmesi yakındır.
Ali Müfit GÜRTUNA
İstanbul'un çıkmazda olduğu Başbakan'ın sözleriyle doğrulandı
ÖNCE söylenecek söz şudur:
Başbakan Erdoğan, İstanbul için vize ve araç kısıtlama önerilerini gündeme getiriyor. Peki 1994'den beri İstanbul'u kim yönetiyordu? Ulaşım sorunları yeni mi farkedildi? Kısıtlama, 34'lü özel araçlara, taksiler gibi 'rant kapısı' açmaz mı? İstanbul'a 10 yıl içinde 500 bin konut yapmak doğru mu?
Marmara denizi çevresinde 40 milyon nüfusu, bu coğrafya kaldırabilir mi?
Konuyu açalım:
Başbakan Erdoğan, dün Kızılay'ın Grand Cevahir Otel'deki toplantısında bir bakıma çok önemli şeyler söyledi. Kaçak, imarsız plansız yapılar ile gecekonduların yıkılması gerektiğini belirtti. "Yeni İstanbul meydana getirelim. İstanbul'u en iyi şekilde kullanalım. Halkımızı mağdur etmeyelim. Ama bize anlayış göstersinler" dedi.
Bunun altına herkes imza atabilir ama 1994'den bugüne gelen manzara bu sözleri pek doğrulamıyor.
BOĞULAN İSTANBUL
İstanbul hergün biraz daha boğuluyor.
Daha çok göç alıyor İstanbul... Ekonomisi daha da gelişiyor.
Herkes tıkış tıkış yaşıyor.
Verimsiz ve stresli bir yaşam, ekonomiyi de olumsuz etkiliyor.
Marmara denizinin çevresine neredeyse Türkiye'nin nüfusunun yarısı yığılıyor.
776 bin km2'lik ülkemizin nüfus yoğunluğunu Marmara Denizi'nin çevresine yığıyoruz.
Sadece Trakya bölgesi, Türkiye coğrafyasının yüzde 3'ü...
İstanbul ve Kocaeli yarımadasını da hesaplarsan, hadi olsun yüzde 6...
Hala taşı toprağı altın sayıyoruz İstanbul'u.
'CAZİBE MERKEZİ'LERİ YARATAMADIK
Buna karşılık, 'Cazibe merkezi' olabilecek hangi kenti ortaya çıkarabilirdik?
Erzurum, Sivas, Samsun, Kayseri, Diyarbakır, Mersin, Adana...
Hangisini en az 2 milyonluk bir kent olarak yapabildik.
Göçü önleyebildik?
Yatırımları geliştirebildik.
Gelir dağılımını eşitleyebildik?
Marmara ve Trakya bölgesine nüfus yoğunluğuna karşılık, içme ve kullanma suyunu nasıl temin edebileceğimizi ise hiç düşünmedik.
Neyse..
DOĞRU SÖZLER AMA
Tayyip Erdoğan, 1994'e göreve gelince, İstanbul'u vize uygulanması gerektiğini belirtti.
Belki içi doldurulsaydı önemli kazanımları olurdu İstanbul'a...
(Bugün Moskova'da izin alınmadan 10 bile kalınamıyor. Öğrenci, turist ve yatırımcı olmadan Moskova'da sürekli kalınamaz.)
Erdoğan bu sözleri ortaya attığı ama sonra ne yaptı?
Bir proje haline getirip hükümete sunmadı; üzerinde çalışılmadı.
Daha sonra hükümetlerle 'inatlaşması' nedeniyle üzerinde durmadı.
O kadar yıl aradan geçti, iktidarının 4.5 yılında yaşamsal bu sorun aklına geldi.
Ancak söylemi doğru... Dediğimiz içi içi doldurulmadı, beslenemedi önerinin...
Ne yazık ki, İstanbul trafikten boğulunca bu 'vize' yeniden hatırına geldi.
Önerisine ortaya koyarken, ilk kez "Bize anlayış gösterin" dedi.
(Cumhurbaşkanı seçiminde muhalefetin anlayışını ise görmezlikten geliyor.)
Bir de trafik yoğunluğunu gündeme getirdi.
"İstanbul için belki plaka sayısını belirlyerek dondurmamız lazım" dedi ve
"Türkiye'yi seviyorsak bunu yapalım" diye ekledi.
HAVADA UÇUŞAN SÖZLER
Bu sözleri de uçuşup gidecek, unutulacak.
(Belki bir on yıl sonra 'ben bunları söylemiştim' diyecektir.)
Peki İstanbul'daki plaka sayısını nasıl dolduracaksınız?
Bu insan hak ve özgürlüklerine aykırı olmaz mı?
Hatırlatalım...
Çözüm arayışları elbette olacaktır.
Nitekim, geçmişte petrol sıkıntısı yaşandığı dönemde, bazı yerlerde kısa süreli de olsa, tek-çift plaka uygulaması yapıldı.
Bir önceki İstanbul Valisi Erol Çakır bunu denemek istedi.
Olmadı.
Herkes tepki gösterdi; özellikle kamu kesimi... Kamu servisleriyle gelen memur ve işçilere, tek-çift plakalı araç bulanamadı.
İyi hesap edilseydi, belki uygulamada başarı kazanılabilirdi.
Ancak belirli bir kesimden, bunun AB normlarına aykırı olduğu eleştirileri geldi.
Kişinin araçının trafiğe çıkması nasıl yasaklanabilirdi?
Aslında böyle bir uygulamanın dünyanın başka bir bölgesinde uygulandığı görülmedi.
Taksilerde böyle bir kısıtlama yapılıyordu; ama özel araçlar için yoktu.
Taksiciler böyle bir uygulamadan hoşnut kalabilirlerdi.
İstanbul'da böyle bir uygulama var; taksi ve dolmuş plakaları sanıyorum bugün 20 bin bile değil.
Yıllardır taksi plakası imtiyazı verilmiyor.
Neden... Çünkü ucunda rant var.
Bugün hangi ünlülerin elinde 10 veya 20 taksi plakası var.
Taksici esnafı 'kölelik' yapıyor.
Bu kadar yüksek hava parasıyla taksi çalıştıramıyor.
Bir başka olay... Kamyoncularda niye plaka kısıtlaması akla gelmiyor.
Dünyada en fazla kamyon Türkiye'de var.
Hiç biri para kazanamıyor şoförlerin.
Bu veriler önümüze gelirken insanın aklına AKP ne yapmak istiyor sorusu geliyor.
Bizim bilmediğimiçz bir şey mi planlıyorlar?
Yarın AB'ye şikayet eden olur mu?
"Benim otomobil almak istiyorum, AKP bana plaka verdirmiyor" diye...
Hak ve özgürlüklere aykırı bir durum. Mülkiyet hakkının kısıtlanması da
bir başka gerçek... Eşitlik nerede? İstanbul ile diğer iller arasında böyle bir ayrımcılık olur mu?
Bu anlayış çağdaş ilkelere aykırı değil mi?
BÜYÜKŞEHİR ULAŞIMI YATIRIMLARINI DEVRETMEK İSTİYOR; NEDEN
Akla çeşitli düşünceler geliyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, ulaşım ile yatırımlarının üstesinden gelemeyeceğini anlayışınca merkezi hükümete devretmek istedi.
Ama bir koşulu vardı;
İstanbul trafiğinin denetlemesini bana verin.
Bu "Ben yerel bir hizmetini veremiyorum, siz bana daha kolay olan 'denetleme' görevini verin"
Böyle bir mantık ve anlayış olur mu?
Yerel yönetim anlayışı ne olacak o zaman?
Yoksa, bu niyetle trafik kadroları için Büyükşehir'e yeni bir istihdam alanı mı yaratılmak isteniyor?
Bize göre... Her iki görüşü de tümden silmek istemiyoruz.
Ama STÖ ve kamuuoyu da buna ortak edilmeli...
Çünkü İstanbul'un sorunlarını bilen ve düşünen bir çok insanımız var.
İlgili bütün kurumlar bir araya gelerek bunun çözüm yollarını birlikte ele almalıdır.
İstanbul için çok şey önerildi:
'Özel yönetim... süper yönetim, süper valilik...tek-çift araç trafiğe çıksın..'
Hiçbir gerçekleşmedi
Son öneriler de çözüm için 'ilaç' sayılamaz.
Üzerinde imar planlamasına kadar yapılacak bir çok şey var.
Ama bunun ötesinde eski Maarif Bakanının söyledikleri akla geliyor:
"şu okullar olmasaydı, memleketi ne güzel idare ederdim...
Aynı şey değil mi?
İŞTE ÖNERİLER
Yapılacak şey şudur:
İstanbul'a yönelik göç durdurulmalı, üretim ve istihdama dayalı yeni
üretim merkezleri oluşturulmalı... Yeni köprüler yapılmamalı... İstanbul'un ekonomisi doğudan-batı eksenine doğru birinci sınıf tarım arazilerinin rant kapısı olmamalı... Cadde ve bulvarların açılması için istimlak yapılmalı; 1880'lerde Paris'te olduğu gibi...
Sonuç itibariyle caydırı eylemler konulmalı; İstanbul'a...
Yoksa İstanbul'a turist gelmeyeceği gibi bizler de yaşama ortamı bulamayacağız artık.
Tüpraş hisselerinin %14.76'sının satışı
---------------
Erhan Göksel artık konuşmalı
DANIŞTAY 13. Dairesi verdiği kararla, Ankara 12. İdare Mahkemesi’nin Tüpraş'ın %14.76'lık hissesinin 'İMKB Toptan Satışlar Pazarı’nda satışını öngören ÖİB kararını iptal eden kararını onadı...
Bu kararla birlikte Global Menkul Kıymetler A.Ş.’nin aracılık ettiği 'şaibeli satış' işleminin iptali kesinlik kazandı. Karşı taraf Dava Daireler Genel Kuruluna gidebilir, bu ayrı.
Bu dava 2.3.2005'den beri sürüyordu.
Konuyu önce Vatan'dan Yavuz Semerci gündeme getirdi.
Tempo Ankara Temsilcisi Ahmet Erhan Çelik bu konuda kamuoyuna önemli belgeler kazandırdı. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan hakkında biri 70, diğeri 80 bin YTL olmak üzere iki tazminat davası açtı.
Bizim de bu konuda 11-13 Kasım 2005 ve 3 Eylül 2006 tarihlerinde yazdığımız yazılara merak edenler internet sitemizden bakabilirler.
Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci'nin ilerde 'eteklerinin tutuşacağını' söyledik. Ne yazık ki, bütün bu işlemlerin altında Maliye Bakanı değil de Kilci imzalamıştı.
Gizlice yapılan bu satışın ardından yargının kararının 'faturası'nın ağır olacağı anlaşılıyor. Özetlersek... Ofer, Tüpraş hisseleri için bir yıl önce 446 milyon dolar ödemişti. İki ay sonra 58 milyon dolar kar payı almıştı. Hisselerin bugünkü değeri 621 milyon dolar... Karar kesinleşirse, Ofer 388 milyon dolar karşılığında hisseleri devlete geri verecek.
Mehmet Kutman bu olayın yargıda böyle sonuçlanacağını hiç tahmin etmiyordu.
Petrol İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın, bundan sonraki sürecin takipçisi olacaklarını belirterek, hisselerin geri alınma işlemi gerçekleştirilmediği takdirde konunun muhatabı Global AŞ (Mehmet Kutman) ile ÖİB yetkilileri hakkında yeni suç duyuruları yapılması dahil hukuki tüm yollara başvuracaklarını açıklıyor.
Olayı basın gündeme getirmeseydi, olanlar kapalı kapılar altında kalacaktı.
O zamanlar "Unakıtan, Başbakanı yanılttı" diyen Verso Araştırma'nın sahibi ve o dönem Oferlerin bir ara danışmanlığını yapan Erhan Göksel şimdi bir konuşursa bütün gerçekler su yüzüne çıkar!
'Tahir Bey'in Mirası' üzerine... Giden bir muhacirin ardından dertleşme
HÜRRİYET Gazetesi yazarlarından Yalçın Bayer'in annesi Hacer Hanım'ın vefatı üzerine 7 Ocak'ta yazdığı 'Tahir Bey'in Mirası' başlıklı yazı, bir ailenin göç hikâyesini yansıtması ve vefat eden annesinin ardından, duygularına tercüman olması hasebiyle beni çok etkiledi. Yine "... Balkan kökenli vatansever askerlerin öncülüğünde Anadolu toprakları, yabancı güçlerin işgalinden kurtarılmıştı. Bugün bu gerçeğin altını özellikle çizmek gerekiyor. Osmanlı’nın küllerinden Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların, neredeyse çoğunluğu Balkan ve Rumeli doğumlu olmasına karşın bunu hiç telaffuz etme gereğini bile duymadılar. Çünkü bu ülkenin ’asli unsur’u sayıyorlardı kendilerini..." ifadesinin altına her Rumelili imzasını atar, diye düşünüyorum.
ONLAR ASIL BİZ FOTOKOPİYİZ
Allah evlat acısı göstermesin, sıralı ölüm versin der büyüklerimiz. Ancak sıralı ölümler içinde en acısı anneyi kaybetmektir Hemşehrimiz Sn. Yalçın Bayer'e bu vesileyle bir kez daha başsağlığı diliyorum. Gilan doğumlu olan annesi Hacer Hanım Çorlu'da vefat etti. Bir muhacir daha ayrıldı aramızdan. Onlar asıl biz ise fotokopiyiz onların yanında. Fotokopi her çoğaltışta değerinden bir şeyler yitirir. Vefat eden her muhacir sonrasında kültürümüz de ellerimizin arasından böylece yitip gidiyor. Çünkü büyüklerimiz, neredeyse tüm Türklerde olduğu gibi anılarını yazmıyorlar. Biz de onların anılarını derlemiyoruz. Oysa ki Yunanistan'da, Anadolu'dan gelen Rumlar ile ilgili bir sözlü tarih çalışması olarak 300.000 sayfalık bir arşivlerinin bulunduğunu duyuyoruz. Göç hikayeleri, örfleri, adetleri, fotoğrafları hepsi kayıt altında.
ÖNERİM; BÜYÜKLERİMİZİN ANILARINI KAYDEDELİM
Bu vesileyle bir teklifim var. Hala çok geç değil. Bizde yapabiliriz aynısını. Hayatta kalan büyüklerimizin anılarını kaydederek başlayabiliriz bu çalışmaya. Görüntü kaydı, ses kaydı yada sadece yazsak bile kazanacağımız, öğreneceğimiz çok şeyler olacağını göreceksiniz.
Sn. Bayer benim kitabımı da kaynak gostermiş yazısında. Ancak yazısındaki Gilan ile ilgili kısımdan bahsederken, (kendisiyle olan telefon konuşmamızdaki iletişim kazası dolayısıyla) yazısında kaynak olarak Göç kitabım geçmiş. Kesinlikle eleştirmek değil araştırıcıların doğru kaynağa ulaşması için düzeltiyorum. Doğrusu derneğimizin yayınladığı 1896 (Hicrî 1314) Kosova Vilayeti Salnamesi olmalıdır. Ayrıca soyadim da Ayanoğlu diye yazılmış. Bunlar çok önemli değil.
GÖÇ KİTABIM
Bence önemli olan, bu yazı dolayısıyla duygularımı sizlerle paylaşmak ve zaman geç olmadan annesi yaşayanlara küçük bir teklif iletmek istememdir. Neden mi? Ben annemi askerde iken, 22 yaşında kaybettim. Tuzla Piyade Okulu'nda bölük komutanının beni çağırarak annen hastaymış, hastahaneye gitmen gerekiyor, dediğinde hiç inanamadım. Bir bahane ile annemin beni görmek istediğini zannettim. Haseki Hastanesi Nöroloji servisine gittiğimde, annem yüksek tansiyon sonrası gelişen beyin kanaması ile komadaydı. 6 gün komada kaldıktan sonra kollarımın arasında 1990'da vefat etti. Hep aynı evde kaldık onunla, askerlik hariç hiç yanından ayrılmadım. Onu kırmamaya, tatlı sözlerle ya da imkânlarım elverdiğince küçük hediyelerle gönlünü almaya çalıştım. Hayatım boyunca çok güzel işler yaptığımı iddia edemem. Ancak en beğendiğim işlerimden biri olan 'Göç' kitabımı "Birer muhacir olan annem Leman Ağanoğlu ve Babam Asım Ağanoğlu'nın şahsında göç yollarında acı çeken tüm muhacirlerin aziz hatıralarına" diye ithaf etmem, bir nebze de de olsa onların hatıralarını yaşatma imkanı verdi bana. Bu bana mutluluk veriyor. Annemin hasretini hala cekiyorum. En son bayramda ziyaret edebildim mezarını...
ÖKSÜZLÜĞÜN YAŞI YOKTUR
Annesi hayatta olanlar, bu yazıyı okuduktan sonra önce bir telefon edip, ne kadar çok sevdiklerini söylesinler lütfen. Sonra en kısa zamanda ziyaret edip, bir kez daha onları yanaklarından öpsünler.. Bir de şu mümkün olabilir mi acaba? Annesi hayatta olan ve eli kalem tutanlar, hemen şimdi annelerine, belki bir şiir, belki sevgi dolu birkaç sözcük içeren bir yazı yazıp, bizzat kendilerine okuyabilirler mi? Teklif benden, ısrar yok İşte bunu hatırlatmak için dertleşiyorum sizinle..
Yalçın Bey, Hakkı Devrim'in bir sözü ile yazısını bitirmiş. Ben de çok hoşuma gittiğinden böyle bitirmek istiyorum.
"Öksüzlüğün yaşı olmaz."
Yıldırım AĞANOĞLU
www.rumelidernegi.com
0 kilometre
AKP seçim hazırlığına başlarken, 50 MKY üyesinin mal varlıklarını 17 Ocak'a kadar yazılı olarak bildirilmesi istenmiş.
Genel Başkanlık böyle bir karar aldığını açıklıyor ama bu mal varlıklarının 3 Kasım 2002'den öncesini nasıl öğrenilecek? Arada ne olduğu nasıl öğrenilecek.
AKP eğer daha önce üyelerden alınmış mal varlıkları varsa, yenisiyle birlikte açıklar ve aradaki fark görülür.
Böyle samimi olunur.
Yoksa 'AKP'de servet sıkıyönetimi' haberleri reklam ve popülizmden öteye gidemez.
Biliyor musunuz
- İSTANBUL Ticaret Odası'nın 125. yılı kutlama etkinliklerinin, Taksim Metrosu'nda bugün 16.30'da, Atatürk'ün bugüne kadar yayınlanmamış 200 fotoğrafından oluşan bir sergi ile başlatılacağını...
Yaban domuzlara karşı bahçeme tel örgü çektim
TURHAL Şentürk'ün (11.1.2006) Balçova Prenses Oteli'nin yanından yukarıya ormana çıkan yolun tel örgülerle çevrili olmasının yasal olup olmadığını soran yazısına Hüseyin Bıyıklı bir açıklama gönderdi:
"Burası; bahse konu çam ağaçlarını ve bu ağaçların altındaki zeytin, mandalina ağaçlarını da içine alan tapulu mülkümüzdür. Bize ait olan bir yerdeki ürünlerimiz ve ağaçlarımızı yaban domuzlarından korumak için tel örgüyle çevirmemizin hukuk devletinde ne gibi bir sakıncasının olabileceğini ve sonuçta bize ait olan bir yeri sahipleniyor gibi görünmemizden daha doğal ne olabileceğini takdirlerinize bırakıyorum. Ormanlık alanların giderek azaldığı ve yoğun yapılaşmalara açılmaya çalışıldığı günlerde konuya hassasiyet göstermenizi de takdirle karşılıyorum."
Velilere yeni yük
CHP Aydın Milletvekili Özlem Çerçioğlu, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'e soruyor:
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan Kurum Tanıtım Yönetmeliği'nde tüm devlet okullarındaki okul adını gösteren tabela, bölüm, koridor ve yönetici levhalarının tek tip standarta getirilmesi istenmektedir. Bu yönetmeliğe göre, bu değişikliklerle ilgili bakanlıkça herhangi bir bütçenin aylrılmadığı da görülmektedir.
- Bakanlık bu değişimleri isterken neden bütçe ayırmamıştır?
- Bunun için öğrenci ve velilerden zorla para istenmesi doğru mudur?
- Kayıt zamanında bağış adı altında zorunlu para alınmayacağı ilan edilmişken, şimdi ki uygulama zorunlu parayı doğurmayacak mıdır?
- Gelir düzeyi düşük aileler bu bağışa katılmadıkları takdirde herhangi bir sorunla karşılaşacaklar mı?
- Yeni değiştirilen yönetmelik hakkında bilginiz var mı?
- Kurumsal kimlik statüsü adlandırılan yönetmeliğe istinaden, bugüne kadar sürdürülen politika kurumsal kimlik anlayışından uzak mıydı?
- Yönetmeliğin iptali söz konusu olacak mı?
- Aynı yönetmelikte dış okul tabelasının bina orantısına göre hazırlanması isteği, bazı tabelaların 10 metreyi geçeceğini gösteriyor. Bunun mali boyutunu araştırdınız mı?
Alman Parlamentosunun Türk kökenli üyesi için İP, dayanışma sefererliği başlattı
İP Genel Başkanı Doğu Perinçek, Almanya'da Türk kökenli milletvekili Hakkı Keskin'e karşı yürütülen cadı kampanyasına karşı dayanışma seferberliği başlattı.
Alman Parlamentosu'nun Türkiye kökenli Milletvekili Prof. Dr. Hakkı Keskin'e karşı Almanya'da şiddetli bir psikolojik savaş kampanyası yürütülüyor. Kampanyanın nedeni, Prof. Dr. Hakkı Keskin'in Ermeni soykırımı yalanını kabul etmemesi.
Kampanyacılara göre, Prof. Dr. Hakkı Keskin'in suçları şunlar: Türk gibi düşünmek.... Türkiye kyanlısı lobi çalışması yürütmek... 130.000 imza toplayarak, Alman Parlamentosunda 'Ermeni Katliamı' kararının alınmasını önlemeye çalışmak...
AMAÇLARI DİZ ÇÖKERTMEK
Amaçları bellidir: Almanya'da yaşayan Türklere diz çökertmek, Türkiye'yi hedef alan emperyalist harekâtın karşısında durulamayacağı havası yaratmak, Almanya'daki Türk toplumunu huzursuz etmek ve Türkiye'ye dönmeye zorlamak.
Prof. Dr. Hakkı Keskin'i hedef alan karanlık kampanya, Avrupa'da Ortaçağ'ın cadı avcılığının hortladığını bir kez daha sergilemiştir. Emperyalizm, Batı'nın demokratik devrim mirası ateşlere verilip yakılmaktadır. Goethe'lerin, Beethoven'ların, Marx'ların özgürlük ve gerçeğe bağlılık geleneği yok edilmektedir.
Önce Alman kamuoyuna ve Hakkı Keskin'in üyesi olduğu Demokratik Sosyalizm Partisi'ne (PDS) sesleniyoruz:
Ermeni soykırımı, tarihsel bir yalandır. Ermeni soykırımı uluslararası bir yalandır. Biz, I. Dünya Savaşı'nda vatanımızı savunduk.
Bizzat Ermeni devlet adamları, komutanları ve tarihçileri, Ermeni örgütlerinin Rus Çarlığı, İngiltere ve Fransa'ya alet olduklarını, Türkiye'nin vatan savunması yaptığını, yaşananların devletler arasında savaş ve karşılıklı kırım olduğunu saptamışlardır. Sovyet devlet adamlarının görüşleri de aynen böyledir. Bu konuda yazdığım "Die Grossmaechte und die Armenierfrage in Sowjetischen Dokumenten" (Sovyet Belgeleriyle Büyük Devletler ve Ermeni Sorunu) başlıklı Almanca kitapçığı Avrupa kamuoyunun bilgisine sundum ve bir kez daha sunuyorum.
Psikolojik savaş elemanlarına soruyorum: 1915 gerçeğini Ermeni devlet adamları ve lenin'den daha iyi mi biliyorsunuz.
ABD'nin psikolojik savaş elemanlarına soruyorum: 1915-23 gerçeklerini, olayları yaşamış olan Ermeni ve Rus devlet adamlarından daha iyi mi biliyorsunuz?
Herkese soruyorum: Cadı avcıları, Lenin'lerden daha solcu, daha insancıl ve daha enternasyonalist midirler?
Ermeni katliamı yalanını uyduranlar, Birinci Dünya Savaşı'nın emperyalistleri, ırkçıları ve gericileriydi. Bugün de aynı uluslararası yalan, Hitler'in çizmesini giyen ABD emperyalizmi tarafından piyasaya sürülmüştür.
Ermeni katliamı yalanını reddedenler ise, başta Lenin olmak üzere o zamanın solcuları, anti-emperyalistleri, vatanseverleri ve dürüst tarihçileriydi. Bugün de öyledir.
ALMANYA'DAKİ TÜRKLERE SESLENİYORUM
Bu cadı kampanyalarının hedefi, yalnız Türkiye değil, aynı zamanda Avrupa'da yaşayan Türklerdir. Sizleri ezmek, susturmak, köleleştirmek istiyorlar.
Bu zorbalığı, bu hakikat düşmanlığını, bu ırkçı kışkırtmaları artık göğüslemek ve bozguna uğratmak zorundayız.
Alman parlamentosunun 16 Haziran 2005 tarihinde kabul ettiği Ermeni katliamını tanıma kararına karşı İşçi Partisi seferberlik başlatmıştır. Berlin'de Talat Paşa Harekâtıyla kazanılan başarılar, Türkiye düşmanı emperyalistleri korkutmuş, Alman hükümetini dize getirmiştir.
Almanya'daki yurttaşlarımızı Talat Paşa Komitelerinde örgütlenmeye ve Alman kamuoyunu aydınlatmak için seferberliğe çağırıyoruz.
Bu cadı avcılığı Ortaçağ'daki benzerleri gibi karanlığa gömülecektir. Cadı avcıları, kendi yaktıkları ateşlerde yanacaklardır.
Almanya'yı ve bütün Batı dünyasını biz Asyalılar aydınlatacak ve başaracağız. Çünkü gerçek sevgisi bizimledir. İnsan sevgisi bizimledir. O nedenle güçlü olan biziz.
Almanya'daki kardeşlerimizi yalnız bırakmayalım.
Alman parlamentosundaki Türkiyeli milletvekili Prof. Dr. Hakkı Keskin'le beraberiz. Onu emperyalistlere ezdirtmeyeceğiz.
Kampanyaya karşı kampanya!
Emperyalist kampanyaya karşı vatanseverlik kampanyası!
Ortaçağ'ın karanlık cadı avcılığına karşı, özgürlük mücadelesi!
İşçi Partisi, bütün yurttaşlarımızı Hakkı Keskin'le dayanışma kampanyasına katılmaya çağırıyor!
(Bilgi için Hakkı Keskin'in internet sitesine bakılabilir: www.keskin.de
Dayanışma iletileri için Prof. Dr. Hakkı Keskin'in e-posta adresi: hakki.keskin@bundestag.de )
Paylaş