Paylaş
Bu algıyı değiştirmedi. Türkiye’nin demokrasi ligindeki durumu tartışılmaya başladı. AKP derin aklı böyle durumlarda her zaman yaptığı gibi asker kartına sarıldı ve kadük hale gelmiş TSK İç Hizmet Kanunu 35. maddesini değiştirmek için kanun tasarısı hazırladı ve TBMM gündemine getirdi. İktidara destek verenler “Ne muhteşem demokrasi hamlesi” diye sevinç gözyaşlarını, avans olarak dökmeye başladılar. Bu madde, anayasal düzeni koruma kollama konusunda askere farazi (moral) bir görev yüklüyor. Darbe gerekçesi olduğunu iddia edenlere göre, ‘Asker’ darbe ihtiyacı hissettiği zamanlarda (Zaman zaman bu ihtiyacı hissettiği bir vakıa...), TSK İç Hizmet Kanunu madde 35’i okuyor ve darbeye girişiyor!
MİLLET TEVECCÜHÜ!
En son 12 Eylül darbecilerinden hayatta kalanlar -hasta döşeklerinde- yaptıkları Anayasa’nın % 92 ile kabul edildiğini ileri sürdüler (1960 darbesi sonrası anayasa % 60 küsur kabul oyu ile son dönem ileri demokrasi anayasa paketinin % 50 küsur oy ile kabul edildiğine bakılırsa, 1982 Anayasası’nın en ziyade millet teveccühüne mazhar olmuş bir anayasa olduğunu söylemek mümkün... Üstelik bugün yargılanmaya çalışılan ‘darbeci’ Kenan Evren’i de aynı kabul oyu ile cumhurbaşkanı seçmiş!) son dönem (AKP iktidar dönemi) darbe iddiaları karar aşamasında, temyiz safhasında olan da var. Bu iddialar soruşturulmaya başlanınca, yurtdışı görevde olanlar dahil, yüzlerce yüksek rutbeli seçkin asker gelip teslim oldular (bir-iki istisna olabilir) ve savunmalarını yaptılar. Darbe suçlamalarını kabul etmediler ve iddianameleri düzmece deliller ile tasfiye hareketi olarak nitelediler. Kimse, biz 35. madde gereği görevimizi yaptık savunmasına sığınmadı. Özetle “Biz darbeci değil, askeriz” dediler. İleri demokrat fotoğrafı, Gezi Parkı’ndaki orantısız şiddet operasyonu ile, ‘Arap Baharı fotoğraflarına’ dönünce, yeni bir demokrasi ‘slayt’ı ihtiyacı doğdu ve çare olarak asker ile ilgili bir düzenlemeyi gündeme getirdiler. Tasarıya göre, “Asker siyasi hiçbir faaliyette bulunamaz, mitinge dahi gidemez.” Askeri Ceza Kanunu’nda bu konuda zaten hüküm var. (Askeri Ceza Kanunu 148. maddesi, her türlü siyasi faaliyeti 1 ay-5 yıl arası hapis cezası ile cezalandırılacağını düzenlemiş), 35. madde değişsin veya kaldırılsın, bir önemi yok, ama 27 Nisan’da hükümete/TBMM’ye kapı gibi muhtıra veren komutana ‘üstün hizmet madalyası’ veriyorsa, “Darbeyi rüyasında gören askerin kulağını çekerim” diye yasa maddesini Meclis’ten geçse dahi demokrasinin kalitesi artmış olmaz. İlerisi-gerisi olmaz. Demokrasi, iktidar gibi düşünmeyenleri anlamaya çalışan, haklarını koruyan rejime tekabül eder, gerisi lafügüzaftır.
S.Ö.
Boğaz’da son yağma
(YALÇIN Bey), bunun hakkından sadece siz gelebilirsiniz. Ortaköy’den Kuruçeşme’ye giderken Boğaz’ın tam kıyısında Cemil Topuzlu Parkı var.
Parkın Kuruçeşme Arena tarafındaki bir kısmı ile sahilde kontrol noktası bulunan Denizcilik İşletmeleri’ne ait yola bir AKP’li el koydu. HUQQA adlı ‘içkisiz’ bir mekân yaptılar. El koydukları yolun yerine parktan ‘kaptıkları’ araziye yapılan sözüm ona Denizcilik İşletmeleri’ne ait yeni yolu da otopark olarak kullanıyorlar. Boğaz’a sıfır noktada inşaat ve peyzaj çalışmaları hâlâ sürüyor.
Lütfen sahip çıkın. Kamu çalışanı olduğum için adımı veremiyorum. Beni bağışlayın.
Biliyor musunuz
TBMM Başkanvekili Mehmet Sağlam’ın CHP’li Kadir Gökmen Öğüt’ün önergesini Cemil Çiçek adına yanıtlarken, iadesi istenen Kadıköy’deki ‘Dövüşen Boğa’ heykelinin (Abdülaziz döneminde Paris’te 12 bronz heykel ve 19 mermer heykel yaptırılmış, daha sonra tahtan indirilmesi üzerine bunlardan bazıları saray, köşk ve kasırların bahçelerine nakledilmişti)
diğerleri gibi toplanıp,
yerlerinde teşhir edileceğini söyleyerek, iadesi talep edilen
heykellerin imitasyonlarının yapılıp yerlerine konulabileceğini bildirdiğini...
CHP Mersin Milletvekili Vahap Seçer’in, 37 kişinin yaşamını yitirdiği Sivas katliamının tarihi olan 2 Temmuz’un Türkiye genelinde ‘Anlayış, Sevgi ve Saygı Günü’ ilan edilmesi için kanun teklifi hazırladığını...
MELİH Gökçek’e karşı aday adaylığını ilan eden Ayaş Belediye Başkanı Ali Başkaraağaç’ın Ankaralıları yarın Edip Akbayram’ın da katılacağı ‘Dut Festivali’ etkinliklerine davet ettiğini...
Dört hissedar birbirine düştü ‘Kurukahveci’ markası tehlikede
‘TÜRK kahvesini sevenler’ imzasıyla köşemize gelen mektup yürekleri sızlattı. 1871’den beri üç kuşaktır ‘Kurukahveci’ ailesi tarafından yüzde 100 Türk sermayesi olarak üretilip, satılıyor… Ancak esas hissedarın ölmesi üzerine dört sahibinden biri şirketin tümünü ele geçirip Nestle veya Starbucks Türkiye distribütörü Shaya AŞ’ye satmak için girişimlerde bulunduğu iddia ediliyor. Mektup şöyle: “Kurukahvci Mehmet Efendi Mahdumları Şti. Türk kahvesini 1871 yılından beri 3 kuşaktır Kurukahveci ailesi tarafından %100 Türk firması olarak üretip, satan ve global şirketlerin himayesinde olmayan, Türkiye’ye mal olmuş bir marka olarak biliyoruz.
Edindiğimiz bilgiye göre, 2010 yılında ana hissedarın vefatı sonrası, 4 tane aile hissedarı içinden ¼ hisseye sahip olan bir tanesi, çeşitli entrikalarla markayı-firmayı ele geçirmek istiyormuş.
Firmanın %100 hissesini ele geçirmek ve firmayı iyi para teklif eden Nestle veya Starbucks Türkiye distribütörü Shaya AŞ. den bir tanesine satmayı hedeflemekte olduğu söylenmektedir.
Firmayı kendi adamlarına yönettirebilmek içinde arka arkaya iki tane üst düzey yöneticiyi diğer hissedarların onayını almadan işe yerleştirmiş.(Derya Uras ve Tuncer Akgün). Bu kişiler nedeniylede diğer 3 hissedar ciddi rahatsızlık içindelermiş.
Bu aktardığımız iddialar, Nestle ve Shaya şirketleri çalışanları arasındada konuşulmaktadır.
Sizden beklentimiz; Kurukahveci Mehmet Efendi markasının-firmasının,Türkiye’ye mal olmuş %100 bağımsız bir Türk markası olarak kalmasını sağlamak adına, kamuoyu adına takip, araştırma yapılması, tepki verilmesi ve pozitif baskı yaratabilmenizdir.”
İstanbul Radyosu, Gezi Karakolu mu oldu
- KESK /Haber-Sen’in şu haberine bakar mısınız? Ne yazık ki artık haberleri birkaç ‘yiğit’ bürokrat veya sendikacı varsa iletme yürekliliğini gösteriyorlar. “TRT İstanbul Radyosu “Karakol binası değildir” diye bir not gönderililince olayın içyüzü anlaşılıyor. İşte o bilgi:
“Gezi olaylarına müdahale etmek üzere Taksim çevresinde yoğun güvenlik önlemi alan polis, olayların ilk günlerinden bu yana TRT İstanbul Radyosu binasını merkez karakolu gibi kullanmaktadır. Sivil ve resmi üniformalı, silahlı, teçhizatlı sayısız polis, binamızın otoparkı, bahçesi, fuayesi, kantini, yemekhanesi ve koridorlarında günün her saatinde elini kolunu sallayarak gezmektedir.
Bu, bir yayın kurumu olarak TRT’nin kabul edemeyeceği bir durumdur.
Her ne kadar bir kamu kurumu olsa da, Anayasa’nın 133. maddesi ve kendi kuruluş yasasının ilk maddesinde de belirtildiği üzere TRT, özerk bir kurumdur.
İdari ve teknik üniteleriyle; yayın ve kayıt stüdyolarıyla 24 saat aktif olan bir yayın kurumu binasının, bahçesi, koridorları, odaları, yemekhanesi, kantiniyle güvenlik güçlerinin hizmetine sunulması, mesleğimiz adına kabul edilemez. Bu, aynı zamanda TRT’nin üyesi olduğu uluslararası yayın birlikleri başta olmak üzere, hiçbir meslek örgütünün ve yayın kuruluşları birliğinin de kabul edemeyeceği bir manzaradır.
TRT’nin bu süreçte tek yanlı ve ajitatif bir biçimde eylemcileri kötüleyen, polisin uyguladığı orantısız şiddeti görmezden gelen, iktidarın söylemlerine paralel biçimde polis şiddetini haklı ve meşru göstermeye çalışan, aksi yöndeki hiçbir iddiaya yer vermeyen haber ve yayın politikası ile bir arada düşünüldüğünde, güvenlik güçlerine karakol hizmeti veren yayın kurumu görüntüsü, TRT çalışanları olarak utancımızı kat be kat artırmaktadır.
Polisin TRT İstanbul Radyosu binasındaki varlığına bir an önce son verilmesi için TRT Genel Müdürüne resmen başvurduk. Konuyla ilgili olarak TRT’nin üyesi olduğu uluslararası birlikler nezdinde de gerekli girişimlerde bulunacağız.
Madımak bir meşaledir
GÜN 2 Temmuz, yıl 1993. Anadolu’nun seçkin yazarları, halk ozanları, sanatkarları, düşünürleri, aydınları Sivas’ta, Pir Sultan Abdal şenliklerini yaşamaya, yaşatmaya gelmişlerdi. Madımak otelinde, Sivas‘ı, gönüllerin coştuğu bir bayram yerine döndürmek için bekliyorlardı.
Bu arada kentin caddelerinde, birbirlerine Madımak Oteli‘ni hedef göstererek çoğalan, öfkeli, kötü niyetli, küfürbaz bir kalabalık, tekbir getirerek otele doğru yürüyordu. Cumhuriyet ile gelen aydınlanmayı, demokrasiyi içine sindirememiş, din maskesinin arkasına saklanan, mezhep kışkırtıcısı gericilerdi bunlar! Anadolu onları iyi tanırdı!
Otelin önüne geldiklerinde taşkınlıkları iyice artmış, tehditkar olmaya başlamışlardı. Devlet güçlerinin de seyirci kalmasından yararlanıp oteli alt katından ateşlediler ve vahşi çığlıklar atarak yangının üst katları sarmasını izlediler. 33 aydın, 2 otel personeli ve 2 yurttaş yanarak can verdiler. Türkiye’nin ve devletin güvenlik güçlerinin gözüönünde 8 saat süren bu acımasız katliam, toplum tarihimize silinmeyecek kara bir leke olarak geçti. Bu insanlık suçuna engel olamayan veya olmayan siyasi iradeyi toplum vicdanı hiçbir zaman affetmedi, aklamadı ve aklamayacaktır.
Bulunabilen sanıklar, gizli ellerin korumasında uzun süre sözde yargılandılar. Kaçan veya kaçırılan sanıkların bir bölümü Türkiye’de veya Avrupa’da aramızda dolaşıyor. Davanın zaman aşımına uğradığı hatırlatılan bugünün hükümet başkanı Recep Tayyip Erdoğan, kendi adalet anlayışını ele verircesine „Hayırlı olsun!“ yanıtıyla tarih kayıtlarına geçti.
Bugün yurdumuzda, yeni Madımaklar’ı körükleyen, kine ve öfkeye çanak tutan, bölücü, ayırıcı, tehlikeli bir yönetim anlayışı hakimdir. Gelişmeleri kaygıyla izliyor ve 20 yılını geride bıraktığımız acı olaydan hiç ders alınmadığını görüyoruz. Bu anlayışın ancak, Gezi Direnişi‘nin birleştirdiği halk hareketi gibi demokrasiye inanan tüm yurtdaşların güçbirliğiyle engelleneceğine inanıyoruz.
Kuzey Ren Vestfalya eyaleti Sosyal Demokrat Halk Dernekleri olarak Madımak Şehitleri‘ni saygıyla anıyoruz.
Madımak bir binadan ibaret değildir artık! Gerici zihniyetin saklandığı karanlıkları işaret eden bir anıttır.
Madımak, insan sevgisine, demokrasiye, sanata giden yolu aydınlatan bir meş’aledir.
Erdal TEKİN-Kuzey Ren Vestfalya eyaleti Sosyal Demokrat Halk Dernekleri Yönetim Kurulu Başkanı
Paylaş