Ersoy’un ‘dönüş’ öyküsü

DENİZ Baykal-Bülent Ersoy arasındaki polemikten önce Ersoy’un geçirdiği süreci anımsayalım:

12 Eylül askeri yönetim dönemi.

Bülent Ersoy en ünlü sanatçılardan biri; henüz 29 yaşında...

14.4.1981 tarihinde Londra’da Charring Cross Hastanesi’nde Opt. Peter Philip tarafından 3.5 saat süren bir operasyon sonunda Ersoy’a, erkeklik organı alınıp, yerine suni bir rahim takılıyor. Başhekim bu operasyonu ‘vajina estetiği’ olarak nitelendiriyor. Hastane koridorlarında şampanya patlatan Ersoy gazetecilere ‘10 yıl sonra sahneyi bırakacağını, sadece özel konserlere çıkacağını’ söylüyor.

Hastaneden ayrılırken, Kuran-ı Kerim’i öpüyor.

24.4.1981’de Londra’dan, 5.6.1981’de de İstanbul Haseki Hastanesi’nden ‘kadın raporu’ alıyor. Raporda, Başhekim Opt. Dr. Seyfettin Basa ve Nisahiye Şefi Dr. Alaettin Yavaşça’nın imzaları bulunuyor.

Bu gelişmeler öncesinde dikkat çekici bir gelişme oluyor. Ersoy’un avukatları, Fatih Adliyesi’ne başvurarak, Ersoy’un, erkekliğinin ‘kadın’ olarak nüfus kütüğüne işlenmesine ilişkin ‘cinsiyet değişikliği’ talebinde bulunuyorlar.

FATİH ADLİYESİNE BAŞVURU

Ersoy,
Haseki’den raporunu aldığı gün Fatih 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yargıç karşısına çıkıyor. Yargıç Ali İhsan Rua, tek celsede Bülent Ersoy’un ‘kadınlığını’ yasallaştırıyor bu arada ‘Erkoç’ olan soyadını da ‘Ersoy’ olarak değiştiriyor.

Ersoy’u, Çetin Yıldırımakın savunuyor.

Ancak aynı gün (5.6.1981) tarihinde ‘genel ahlak kurallarını bozduğu gerekçesiyle eşcinsellerin sahneye çıkması’ başta İstanbul olmak üzere bazı valiliklerce sahneye çıkması yasaklanıyor. Bir hafta sonra, bizzat Bülent Ersoy’a sahne yasağı konuyor.

Bu arada Fatih Cumhuriyet Savcısı, Ersoy’un lehine çıkan kararı temyiz ediyor.

Yedi ay sahnelerden uzak kalan Ersoy, 31.1.1982 gecesi intihara teşebüs ediyor.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, Ersoy’la ilgili kararı bozuyor. Kararda, cinsiyet düzeltmesi yapılabilmesi için gerekli tıbbı incelemelerin, bu arada ve x ve y kromozomlarının tespitini istiyor.

YARGITAY REDDEDİYOR

Yargıtay’
ın dosyası yerel mahkemeye geldiğinde bu kez davaya Erdoğan Gökçe bakıyor.

Mahkeme, Yargıtay’ın istediği tıbbi incelemeleri, ilgili sağlık kurullarından ve Adli Tıp Meclisi’nden yaptırıyor. Bu raporlar, cinsiyet düzeltmesinin yapılamayacağını gösteriyor.

Bunun üzerine mahkeme davayı reddediyor.

Yani mahkeme, ‘Anne karnındaki x ve y kromozonolarının sayısı ile cinsiyet oluşur’ diyor.

Ersoy’un avukatları, bu kararı yeniden temyiz ederek tashih-i karar yoluna başvuruyorlar. Ancak Yargıtay başvuruyu reddediyor.

Ersoy’un ‘kadınlığının tescili’ gerçekleşmeyince daha sonraki aylarda avukatları, bu kez Fatih 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne, daha sonra da Kadıköy 1. Asliye Mahkemesi’ne ‘kadınlığın’ tescili davaları açmak istiyorlarsa da yine red kararı alıyorlar.

Bu süreç Ersoy’un yaşamından üç yılı alıyor.

Olayla ilgili gelişmeleri izleyen bir avukat ‘Bu davaya askerlerin hiç bir müdahalesi olmamıştı, objektif bir karar verilmişti’ diyor bugün.

ÖZAL ÇÖZÜMLÜYOR

Sonrası malum... Türkiye’nin Zeki Müren’den sonra en önemli sanatısı olan Bülent Ersoy’un sahneye çıkamaması hayranlarını üzüyor.

Ersoy, 8 yıl sahnelerden uzak kalıyor.

Ve sorunu Turgut Özal çözüyor, ‘cinsiyet tesisini’ idari yoldan mümkün kılan bir yasa çıkartılıyor.

Ersoy sahnelere dönüyor.

Ne gariptir ki, bugün de 12 Eylül askeri yönetimin ‘siyaset’ ve ‘sahne’ yasaklıları Deniz Baykal ile Bülent Ersoy çeyrek asır sonra karşı karşıya geliyorlar.

Sokak adlarını bir komisyon belirlemeli

DÜNYADA, Ankara kadar sokak isimlerini değiştiren bir başka başkent belki de yoktur.

Bunun en son örneği Abdullah Cevdet’in adının değiştirilmesi... Oysa ki sokak adları, bir kentin öz niteliklerinin, tarihsel köklerinin ve mekánsal özgünlüklerinin simgeleridir.

İktidarı elinde tutan kesimlerin, dünya görüşlerini adları değiştirerek yansıtmaları ne kadar doğrudur? Dahası Ankara sakinlerinin bu tartışmaların hiçbir yerinde olmaması...

Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu, bu konuda bir bildiri yayınladı.

Acaba bundan ders alanlar olacak mı?

- Ankara yönetimleri öncelikle yeni planlanan yerleşim alanları dışında sokak ya da cadde sakinlerinin çoğunluğundan talep geldiği durumlar hariç, kentin yerleşik dokularındaki simgelerle ve isimlerle uğraşmaktan vazgeçmelidir.

- Gündelik kararlarla değiştirilmiş olan ve zaten zorla kullandırılmaya çalışılan tüm sokak isimleri (7. Cadde gibi) tekrar eski isimlerine kavuşturulmalıdır.

Yerel yönetimler böyle taleplere hazırlıklı olmak ve kentin belleğini canlı tutmak adına yerleşik kent dokularındaki sokak ve caddeler için mikro tarih çalışmaları yaptırmalı, bu çalışmalarla yerel mekán için önemli olan ve anlam taşıyan kişiler, olaylar ve mekánlar belirlenmelidir.

- Sokak isimleri değiştirilecekse böylesine bilimsel çalışmalara dayanmalı, gerekirse bu tür çalışmaları yürütecek komisyonlar oluşturulmalı ve her aşamada o sokak ya da cadde sakinlerinin görüşleri alınarak sonuçta bölge sakinlerinin katılacağı bir referandumla sonuçlandırılmalıdır.

- Yeni yerleşim alanlarında ise benzer bir katılımcı süreç işletilerek o kentin özgünlüklerine dayanan seçenekler oluşturulmalı ve bu seçenekler arasında seçim yapılmalıdır.

Unutulmamalıdır ki isimler kent mekánlarının özgünlüklerini taşımazsa o kentteki mekánlara verilecek isimler ancak o kentin sakinlerini kente yabancılaştırır. Ankaralılar çok uzun zamandır kentteki isimlere ve Ankara’ya yabancılaştırılmışlardır.

- Ankaralıların kente aidiyet hislerinin ve kentlilik bilincinin uyandırılabilmesi için kent yönetimlerinin kente ilişkin simgeler konusunda bilinçli, sistematik, akılcı, bilimsel, çağdaş ve tarihsel gelişimi göz önünde bulunduran yaklaşımları benimsemeleri gerekmektedir. Aksi takdirde, Ankara Cumhuriyet tarihi boyunca elde ettiği bütün özgünlükleri yitirecek, değil bir dünya kenti olmak, parçalanmış bir kent mekánı olmaktan öteye gidemeyecektir.

Ben kimim

ANNEANNEM Bosna’dan geldiğini söylerdi. Babam Karadeniz’den geldim, dediydi. Ama onların aileleri oralara gelinceye kadar kimbilir nerelerden gelip nerelerden geçmiş, kimlerle kaynaşmışlardı?

Atalarımız Ortaasya’dan Anadolu’ya gelinceye kadar nice topluluklarla biraraya gelmişler. Bilgileri tarih kitaplarına sığmıyor.

Bugün kimse, ben şuyum, ben buyum, diyemez. Hepimiz kaynaşmışız. Hiç birimiz ‘safkan’ değiliz. Milletimizin gücü de güzelliği de buradan geliyor. Alt kimlikmiş, üst kimlikmiş. Bunlar Başbakan’dan da gelse hep laf. Rahşan ECEVİT

Çiçek ne der

BİRKAÇ ay önce, Ermeni konferansı düzenlendiğinde, Adalet Bakanı düzenleyenleri ve katılımcıları ‘Türkiye’yi sırtından hançerlemek’le suçladı. Şimdi de, Dışişleri Bakanı aynı toplantının açılış konuşmasını yapacakmış. (Dün de toplantıya katılamayacağı belirtildi.)

Bu durumda, doğal olarak benim de kafam karıştı. Aklı eren biri izah etsin. Şimdi ben, bir yurttaş olarak sırtımdan hançerleniyor muyum, hançerlenmiyor muyum; bilmek istiyorum.

Bu durumda Adalet Bakanı Cemil Çiçek ne düşünüyor? A. NERGİS

Sahtekárlığın tarihi yazıldı

ÖZELLİKLE kriz dönemlerinde ekonomik nedenlere bağlı olarak artan sahtecilik eylemleri, ‘Osmanlı’dan Günümüze Sahtecilik’ adıyla kitaplaştırıldı. Abant İzzet Baysal Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Faruk Güçlü, sahteciliğin tarihsel geçmişini, Osmanlı’daki örneklerini, günümüzdeki yöntemlerini ve bilinen vergi kaçırma metotlarını bir kitapta topladı.

Kitapta; tarihsel geçmişte sahtecilik eylemleri, Osmanlı döneminden ilginç sahtekárlıklar, günümüzde uygulanan sahtecilik yöntemleri ve Türkiye’de saptanan sahtecilik eylemleri 8 ana başlık, 410 alt başlıkla inceleniyor.

Güçlü’nün kitabında, rüşvet ve sahtecilik olaylarından bazıları şöyle yer alıyor:

Din bilgini Ebu Sait Efendi, rüşvet aldığı ve sahte vesika tanzim ettiği savıyla Şeyül İslamlık görevinden alındı.

1909’da ölen Baba Tahir adlı gazeteci, sahte nişan ve beraatler basarak Avrupa’ya satmış ve polis tarafından yakalanınca Padişah Abdülhamid tarafından İstanbul dışına sürülmüştür.
3. Murad, rüşvet alan ilk padişah olarak bilinir. Şemsi Paşa bir iş için kendisine 40 bin altın rüşvet vermiştir. Az hediye veren beylerbeyi ve sancak beyleri azledilirdi.

Balık katliamı

YEŞİLIRMAK’ta Turhal şeker fabrikasının sebep olduğu söylenen balık katliamı sürüyor. Günlerce Yeşilırmak ölü balıklarla akmıştır, bazı vatandaşlar bu ölü balıkları yemek veya satmak için tutuyorlar. Her sene tekrarlanan bu katliama dur diyecek bir merci yok mu? Balıklardan sonra insanlarımızın da mı zehirlenmesi bekleniyor.

Turgut UMUR-AMASYA

Biliyor musunuz

TOKİ’nin Siirt’te yaptığı 192 konuttan sadece bir tanesinin satıldığını... İŞADAMI Aslan KÜÇÜK tarafından eğitime yüzde yüz destek kampanyasıyla Mersin’in Mut İlçesi’ne yaptırılan ve Milli Eğitim’e devredilen özürlüler okulunun 11 aydır açılamadığını...

MESAJ PANOSU

LİSE
son sınıfta tek dersten kalmış ancak bu yılki ÖSS’ye girmeye hak kazanmış öğrencilerin şartlı kurul kararıyla geçirilmesi veya af çıkarılması gerekmiyor mu?

Savaş ÖZTÜRK

TATARİSTAN’
ın başkenti Kazan’ın 1000. kuruluş yılı sebebiyle 27 Ağustos Cumartesi saat 10.15’te TRT 2’de yayınlanacak ‘Sınırlar Arasında’ adlı belgeselde, Banu Avar’ın Tataristan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mintimir Saymiyev ile özel sohbeti yer alıyor.

ALPAY Tuğlu’nun ‘Lozan 2005’ konulu fotoğraf sergisi 30 Ağustos’a kadar Yeminli Mali Müşavirler Odası Sergi Salonu’nda (Odakule yanı) görülebilir. (0212-2515090)

BEDAŞ Elektrik’e; Harbiye
Zafer Sokak’ta 25 günden beri her gün iki üç saat elektrik kesilmesine tahammülümüz kalmadı artık. K.C.

111 kadın fotoğrafçının fotoğraflarının sergilendiği ‘Kadınlar İçin Kadınlar Tarafından’ adlı serginin 3.grup fotoğraflar 27-2 Eylül tarihleri arasında Galata Fotoğrafhanesi’nde.
Yazarın Tüm Yazıları