DENİZ Ticaret Odası Başkanı Cengiz Kaptanoğlu, dünkü bir 'denizci'nin anlatımlarına dayanan ‘‘Armatörlerin AKP sevgisi nereden geliyor’’ başlıklı yazıya çok üzülmüş. Aynen şöyle diyor:
‘‘Büyük Kulüp'te, Sayın Tayyip Erdoğan'a verilen yemeğin Deniz Ticaret Odası ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu yemek, bir seçim öncesinde, tüm verilerde 1. parti olacağı görülen AKP'nin Genel Başkanı'nın denizcilik ve ülke ile ilgili görüşlerini dinlemek maksadıyla Sn. Erdoğan'ın hemşehrisi Sn. Şadan Kalkavan tarafından tertiplenmiş ve Sn. ŞadanKalkavan'ın dostu ve arkadaşlarının davetli olduğu bir toplantıdır.’’
Davette ve yemekte DTO'nın adının geçmediğini, dolayısıyla Oda'nın ‘‘saygınlığına ve bağımsızlığına halel gelmediğini’’ savunan Kaptanoğlu,STÖ'nin siyasi partilerin görüş ve düşüncelerini öğrenme amacına dönük faaliyetlerinin doğal karşılanması gerektiğini söyledi. Kişilerin hangi partiden aday olacağını özgür iradeleriyle belirleme hakkı bulunduğunu, kimseden icazet almasına gerek olmadığını kaydeden Kaptanoğlu daha sonra şöyle dedi:
‘‘Birilerinin tercihlerine uygun bir partiden aday olursanız bunu iyi bulmanın ama öbüründen aday olursanız 'kim için , ne için' diye sorarak bunu hoş karşılamamanın objektif bir kriter olmadığını, aksine tamamen bir kişisel saplantı olduğunu kabul etmelisiniz.
Benim herhangi bir partiye bağışım filan da söz konusu değildir.’’
1991'de Demirel'in DYP'sinden aday olan daha sonra ANAP saflarında Mesut Yılmaz'la yakınlaşan Kaptanoğlu'nun, Erdoğan'ın ‘‘Türk denizciliğini Yunanistan seviyesine çıkartacağız!’’ sözlerinden etkilenip AKP'den aday olmuş olabilir. Biz bir gün Adil Göksu, Erol Yücel, Eşref Cerrahoğlu ve Sefer Kalkavan gibi isimlerle karşılaşırsak içkisiz bu yemeğin ne anlama geldiğini sormak isteriz.
Perinçek'in çağrısı
MİLLİ kuvvetlere tek başına hükümet projesini sunuyorum.
Milletimiz, Meclis'te iyi muhalefet yapacak bir seçenek aramıyor; Türkiye'yi bu badireden çıkaracak bir hükümet arıyor.
Türkiye halkının önüne, onu bu krizden başarıyla çıkaracak, en çok 15 milli şahsiyetten oluşan, güvenilir bir önder kadroyla çıkılması, tarihi sorumluluktur.
Bülent Ecevit, Şükrü Sina Gürel, Zekeriya Temizel, Mümtaz Soysal, Yekta Güngör Özden, Doğu Perinçek, Murat Karayalçın, Saadettin Tantan, Suphi Karaman, Vural Savaş, İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu ve Atilla Ateş'in derhal bir araya gelerek milli şahsiyetlerden bir önderlik oluşturmalarını biricik pratik ve sonuç alıcı çözümdür.
7.9.2002 cumartesi gününden önce bu pratik adıma önderlik etmesi için Ecevit'i göreve davet ediyoruz. Eğer Ecevit böyle bir girişimde bulunmazsa İP diğer milli şahsiyetlerle birlikte bu görevi yerine getirecektir.
Doğu PERİNÇEKIP Genel Başkanı
Üniversiteler neden kaliteli insan çekemiyor?
PROF.Celal Şengör, Cumhuriyet'te 1.9.2002'deki yazısında üniversitelerin neden kaliteli insan çekemediğini şu iki temel nedene bağlıyor ve Prof. Türkan Saylan imzalı bir başka yazıya (Cumhuriyet, 28.8.2002) atıfta bulunarak, YÖK'ü somut çözümlere davet ediyor:
1- Öğretim üyelerinin parasal kazançları çok yetersiz.
2- Niteliksiz öğretim üyelerinin köşe başlarını tutmuş olması gençleri bezdirmektedir.
Sayın Şengör'ün dile getirdiği görüşlere katılmamak mümkün değil. Ek olarak değinmek istediğim nokta şu: Üniversitelerin bugünkü atıl yapısının sürmesinin nedenlerinden bir tanesi, YÖK yasasının, rektörlere 'sınırsıza' yakın yetki sağlaması; bu yetkiyle donanmış rektörlerin keyfi davranışları ve seçim sistemi...
İşin içine seçim girince üniversiteler kamplara ayrılmakta ve bilim yuvası olması gereken kurumlarda 'bölme-kayırma-kadrolaşma-bezdirme-soğutma vb' gibi kavramlar ön plana çıkmaktadır. Sonuçta kamplara ayrılan üniversitelerin verimli olmayacağı gün gibi aşikárdır.
Eskiden profesörlük üstü 'ordinaryüs profesör' unvanı vardı. Sonra kaldırıldı. Şimdi gayri resmi yeni bir profesörlük unvanımız var: 'Hülle profesörlüğü!..' Çağdaş üniversite kavramlarıyla uyuşmayan bu 'ayıp' konusunda sayın YÖK üyeleri ne düşünüyorlar?
Sayın Şengör yazısında öğretim üyesinden beklenen evrensel nitelikleri de sıralamış: Uluslararası yayın, atıf, uluslararası dergilerde hakemlik, uluslararası saygın akademilerde üyelik...
EN VERİMLİ ÇAĞIMDI
Kisiselleştirmek değil somutlaştırmak amacıyla kendi örneğimi vermek itiyorum: Ben Şengör'ün saydığı bu niteliklere, belgeleriyle birlikte yeterince, hatta fazlasıyla sahibim. Üstelik sitopatoloji gibi Türkiye'de az sayıda bulunan bir dalın öğretim üyesiyim. Buna rağmen en verimli çağımda (48, 2 yıl önce) onur ve ilkelerim doğrultusunda üniversiteden istifa ettim.
Nedeni; üniversite yönetiminin bölüme getirdiği ve sayılan niteliklerle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir öğretim üyesinin atanmasına karşı çıkmam ve yönetimin benden değil bu kişiden yana tavır almasıydı. Söz konusu kişinin yarattığı sonuçlar üniversite yönetimini rahatsız edince, seçim öncesi bir 'skandal' çıkması endişesiyle bu kişiyi apar topar emekli etmek zorunda kaldılar. Hayat beni haklı çıkardı.
İstifa gerekçemin ortadan kalkması nedeniyle ilgili yasalar uyarınca üniversiteye dönmem için YÖK'e yaptığım açıklamalı başvuruya cevap bekliyorum.
Yakında 15'e yakın üniversitede seçim var. Genel seçimlerin gölgesinde kaldığı için kamuoyunun ve basının gündeminde pek yer almıyor. Sonuçlarını hep birlikte göreceğiz. Umarım, 2 yıl önce 9 Eylül ve İstanbul Üniversitesi'nde yaşananlar tekrarlanmaz.
Prof. Nadir PAKSOY
Sitopatolog-KOCAELİ
ANAP nasıl kurtulur?
ANAP İstanbul örgütünden bir okurumuz, Yaşar Okuyan, Erkan Mumcu ve Bülent Akarcalı konusunda tepkilerini şöyle dile getiriyor:
- ANAP'tan 1983'ten beri aralıksız milletvekili seçilen Bülent Akarcalı, bundan sonra milletvekili olmadan partisine hizmet edeceğini söylüyor.
Acaba böyle mi?
Bülent Bey bu kadar erdem sahibiymiş de haberimiz yokmuş!
1999 seçimleri öncesinde yapılan İstanbul örgütünün temayül yoklamasında İbrahim Cevahir, Ahmet Keskin, Mahmut Ekşi, Sibel Çarmıklı, Hasan Hüseyin Bayram, Saadettin Batu ve Ayhan Bacınoğlu kendisinden fazla oy almışlardı. 340 oyla ancak 17. sırada kalmıştı. Mesut Bey önseçimden önce ‘‘İlk 10'a girenlerin listelerin başına yerleştirileceğini’’ söylemişti. Ama öyle olmadı, Akarcalı kendisini 3. bölgenin 3 sırasına koydurdu. Akarcalı, şimdi ANAP'ın baraj sıkıntısı nedeniyle mi bu erdemlik gösterisini yapıyor.
KESİCİ'YE GÖREV
- Bir lafım da Erkan Mumcu'ya.... ANAP ve Mesut Yılmaz'ın allayıp pulladığı bu genç, kendisini AKP'ye pazarlarken, 'verdiği kararların ülkenin geleceğiyle ilgili olduğunu' söylemektedir. Ona mı gülelim, Mesut Yılmaz'a mı ağlayalım bilmiyorum.
- Yaşar Okuyan, Sosyal Güvenlik Bakanı iken Yalova'da yaptığı SSK Hastanesi'ne kendi adını verdiği zaman, Mesut Yılmaz bugünü göremeyecek kadar partiden uzak mıydı?
Daha sonra kendisine ‘‘ANAP nasıl baraj engelinden kurtulabilir?’’ diye soruluyor. Yanıtı hayli ilginçti:
‘‘ANAP'ın anketlerdeki halini görüyoruz. Bu haliyle barajı aşamayacağımız anlaşılıyor. Bana göre bir çözüm var; Mesut Bey'in iyi düşünmesi gerek. Belki bu sayede parlamentoya girebilir. Hemen büyük kongreyi toplamalı; Genel Başkanlığı İlhan Kesici'ye terk etmelidir. Hatta bunu şimdiden kamuoyuna deklare etmelidir. Bu verilmesi çok zor bir karardır ama ANAP ve ülke için tek çıkış yol olarak görülmelidir. Böyle bir proje Mesut Yılmaz'ı cumhurbaşkanlığına bile taşayabilir.’’
Trabzon’da Milli Görüşçüler hakim
AKP'nin teşkilat yoklamalarında neler olduğunu, kimlerin hangi sıraya yerleştiğini yazıyorsunuz. Bizim Trabzon'da değişen bir şey olmadı, gene Milli Görüşçüler egemenlik sağladı. Kurucu İl Başkanımız İbrahim Keskin, 8 milletvekili çıkaracak Trabzon'da ancak 7. sırada çıkabildi. İbrahim Keskin'i tanısanız, bunun ne anlama geldiğini ve yazılarınızda ne kadar haklı olduğunuzu görürsünüz.
18. EMİR
‘‘Güzel yönetsinler diye taht verdin onlara. Kara yazın oldular senin. Durma beyaz yap kara bahtını!...’’
(Nazmi Kavasoğlu)
MESAJ PANOSU
35 yıllık devlet hizmetimi emniyet teşkilatında tamamlayarak emekli oldum. Yazıda sözü edilen (Beykoz'da) yerde ve ülkemin hiçbir yerinde köşküm ve villam yoktur. AKP'den aday adaylığı için müracaatım doğrudur. Bu iddialar ‘‘çamur at izi kalır’’ zihniyeti içindeki kimselerce ortaya atılmıştır.