Yalçın Bayer: Devletteki başıboşluğun nedeni; kuralsızlık

Yalçın BAYER
Haberin Devamı

HACETTEPE Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Mahmut Arslan'ın dünkü 'İş Ahlakı' konusundaki görüşleri üzerine konuştuğumuz Ankara'dan bir bürokrat, bugün gelinen soygun düzeni karşısında kendisine yönelttiğimiz ‘‘Türkiye nereye gidiyor?’’ sorusuna karşılık, değişik bir bakış açısı getiriyor:

- Türkiye her bakımdan çok zor bir dönemden geçiyor; 'yolsuzluk ekonomisi' her şeyi kemiriyor. Devlet kurumları arasında bir uyum yok. Her bakanlık ya da daire, bazı şeyleri gözardı ediyor. Sorumlular, sorumluluklarını yerine getirmiyorlar. Bu nedenle devletin bütün kurumlarınının yeniden organize edilmesi, acilen yasal düzenlemeler yapılması lazım. Devletin nasıl iyi işleyebileceğinin kurallarını ortaya koymak için de yönetimdeki kişilerin acilen varını yoğunu ortaya koymaları gerekiyor.

Kuralsızlık...

- En korkuncu... Piyasalar denetimsiz; soyan, götüren götürene. Böyle bir başıbozukluk olamaz.

Neden oldu bu?

- Türkiye yaşadığımız olayların hiçbir zaman önünden gidemedi, sorunları hemen fark edip önlem alamadı. Her şey yıkılıp döküldükten sonra çözüm arandı. Bunun sonucunda da bir konuya el attığında, artık bu tür bir soygun, yolsuzluk yapılamaz diye düşündüğünde ise, bir bakıyorsun bir başka yerden aynısı ortaya çıkıyor. Banka soygunlarında da, kara para olayında ve gümrüklerde de bu böyle maalesef... Bilir misiniz ayrık otu vardır; etrafındaki bütün bitkileri zayıf bırakır. Siz bahçenizi temizlediğinizi sanırsınız ama bir zaman sonra yeniden toprağı delerek yeşerdiğini görürsünüz... Yani her zaman kafasını çıkartır aynı durum.

Almanya'dan para toplayan 'yeşil sermaye' de buna bir örnek değil mi? Kombassan'ın sahibi Haşim Bayram, 'Ben para topluyorum, sistemi bana göre uydurun' demek istiyor.

‘SESSİZ ORTAKLIK’

- Bir kere bu şirketlerin Türkiye'deki yasalara bir uyumları yok. Bütün sorun da oradan kaynaklanıyor. Halka açık şirket, borsaya kote edilme gibi sistemlere uymak istemiyorlar. Maalesef bir yasal düzenleme de ortaya çıkartılamadığından her şey boşlukta kalıyor.

Çözüm...

- SPK'da kalın bir dosyaları var. Maliye Bakanlığı'nın incelemeleri de sürüyor; hem kara para, hem de vergi açısından... Sorunuza gelince; çözümü var tabii... Almanya'da 'Sessiz Ortaklık' diye bir düzenleme vardır, bizde ise böyle bir hukuk düzeni yok.

Sessiz Ortaklık nedir?

- Herhangi bir şirketin payını alıyorsun, onu çok küçük paylara ayırıp satıyorsun. Küçüklerin şirket yönetiminde direkt olarak herhangi bir şeyleri olmuyor, bunu dağıtan kişi ortak olarak gözüküyor. İşte bu yasa o insanın sorumluluklarını düzenliyor. Türkiye'de acilen bir yasa çıkarılarak, o binlerce ortağı güvence altına almak gerekiyor. O zaman örneğin, kalabalık ortaklarla şirket genel kurulu yapmaktan kurtuluyorsun.

PETLAS'IN DURUMU

SPK bunu niye gündeme getirmiyor?

- Bilemem... Bu konu SPK'nın en önemli sorunlarından birisidir. Daha doğrusu yeni yönetimi bekleyen temel bir konudur.

Size bir soru daha... KOMBASSAN'ın özelleştirmeden aldığı PETLAS, 35 milyon dolarlık yatırım yapacaktı, bu konuda kendisine teşvik verilmişti. Ancak teşvik süresi geçen mayısta bitti, ancak bir yatırım yapılmadığı söylendi. Altı ay sonra bu teşvik bu kez 70 milyon dolara çıkarıldı. Sonra duyduk ki, iki yıl daha süre tanınmış PETLAS'a... Burada bir usulsüzlük var mı? Yeni teminat alınmış mıdır? Bu işlerin kotarılmasında bazı bürokratların, parlamenterlerin veya bakanların rolü var mıdır?

- Şaibeli bir şey varsa da, kim neyi, nasıl halletmiş halletmemiş bilemem. Size söylediğim gibi SPK ve Maliye'de kalın dosyaları olduğu biliniyor.

Ecevit beni görmeden aday yaptı

‘BU vekilleri seçenlerin hiç kabahati yok mu?’ yazımız üzerine Adil Aşırım aradı. 1965'te DSP'den nasıl milletvekili olduğunu, seçildikten hemen sonra da ANAP'a geçmesinin nedenini şöyle açıkladı:

‘‘Parlamentoya geldiğimde bir gazeteci bana 'Sen ülkücü müsün?' dedi, ben de 'İyi sağcıyım' diyecekken 'Sağın sağındayım' dediğim için ihraç edildim. 'Ben ANAP'lıydım, seçilmek için bu partiye girmiştim' sözlerini hiçbir zaman sarf etmedim. Kaldı ki, seçilmeden önce beni özel sektörden getiren Sn. Çiller'in Başbakanlık Müşavirliğini yapıyordum.

DSP, Iğdır'da seçime girmeyen tek parti olduğundan; onlar da benim oylarıma talip olduğundan; Iğdır belediye başkanları da parti içi demokrasiyi çalıştırmadığından DYP'ye ders vermek için benim olmadığım bir zeminde Ecevit'le anlaşarak aday yaptılar. 1995'te DSP'nin benimle aldığı oy ile 1999'de DSP'nin aldığı oylar kıyaslandığında DSP'nin oyları ile mi yoksa kendi oylarımla mı seçildiğim görülecektir. Hayatında sadece bir kere yemin için kürsüye çıkmış, parti değiştirmelerinde çeşitli dedikodu ve yolsuzluk, rüşvet olaylarına karışmış kişilerle, DSP'nin yanlış seçimi deyip beni aynı kefeye koymanıza üzüldüm. Elektronik mühendisi olmama rağmen 1996'dan beri her gün siyasi analiz yaparak partime ve Sayın Genel Başkanıma -M.Yılmaz- hizmet veriyorum.’’

‘Şaibeli’ demek suç mudur?

KANAL 6'da izlemiştim; sinema sanatçısı Fikret Hakan kendisine 'çirkef' dediği gerekçesiyle TV dizilerinde oynayan Şevval Sam tarafından mahkemeye verilmiş. Mahkeme de bu sözcüğü eleştiri kabul etmiş.

Emekli öğretmenim. Bir kooperatifte denetçi olduğum sırada yapılan genel kurulda kooperatif yöneticisine 'şaibeli' demek suretiyle ‘kişilik haklarına ağır saldırıda bulunduğum’ gerekçesiyle 500 milyon lira tazminat ödemekle cezalandırıldım. Yargıtay kararı onadı.

Ben bu kelimeyi kullanmadım ancak mahkeme söylediğime kanaat getirmiş. Olabilir, saygı duyuyorum.

Lakin anlayamadığım, bilmek istediğim; hakaret davalarında objektif kriterlerin olup olmadığı. Kanunların farklı uygulanmalarından endişeleniyorum.

Şimdi TDK yetkililerine sesleniyorum: Kelimeler yargılandığında, yukarıdaki olaylardan hangisinde hakaret vardır? Lütfen bilimsel olarak açıklama getiriniz.

İsmet YAZICI-AYDIN

Savurganlık sürerken özverili olunamaz

550 milletvekiline karşılık 5 bin personelin çalıştığı yetmiyormuş gibi yeniden 125 'hatırlı'nın atandığı TBMM'nin trilyonları bulan aylık giderleri kısıtlanmıyor.

Başbakanlık uçağının modernleştirilmesi için trilyonlar bulunabiliyor, 100 bin makam arabasının azaltılması düşünülmüyor.

İçi boşaltılan bankalara ödenen katrilyonlar istikrarı bozmuyor. Memur, işçi ve emekliye zam yapmaya gelince ekonomi altüst oluyor.

Neden bu saydığım ve sayamadığım nice gereksiz harcamalara son vermiyorsunuz da bu insanları sürünmeye terk ediyorsunuz?

Bu durumda çalışanlardan dürüstlük ve verim bekleyebilir misiniz?

Devlet savurganlığa son vermedikçe bizlerden özveri beklememelidir.

Sanay KIVILCIM-İSTANBUL

Yazarın Tüm Yazıları