Paylaş
Baykal geçen hafta Amerikan bayraklı bir tekne ile Büyükdere’ye gelmiş ve bir balıkçıya verdikleri balık siparişlerini alarak köprünün ayaklarının bulunduğu Büyük Liman’da demir atarak yemişler. Derin siyasi sohbetlere dalmışlar.
Tekne gezisinde kimler mi varmış:
Selami Öztürk (Kadıköy), İsmail Ünal (Beşiktaş) ve Ateş Ünal Erzen (Bakırköy).
Kılıçdaroğlu bu isimleri hedef tahtasına koyup, yerlerine yeni isim arayışına girer mi?
Bunları konuşmak şimdiden erken sayılır ama bazı bölgelerde sürpriz isimlerin çıkacağı hiç ihtimal dışı değil. Şimdiden aday adaylıklarını açıklayan bazı isimlerden söz edersek:
SARIYER’e, eski Bakırköy Belediye Başkanı Ali Talip Özdemir’in AKP’den aday adayı olması ilginç bulundu. CHP’den adaylıklarını bir şekilde belirten Dt. Cengiz Alp’in Sarıyer’den, işletmeci Muharrem Alpaslan (Prof. Nurettin Sözen’in yeğeni), Beykent Üniversitesi öğretim üyesi Mustafa Melek ile CHP İlçe Başkanı Ekrem İmamoğlu Beylikdüzü’nden aday adayı.
İktidar bu yazıyı dikkatle okumalı
İLK defa sütununuzda ifade ettiğiniz gibi ‘sandık demokrasileri’nin, gerçek demokrasilerin inşasında yeterli olmadığının özgün bir örneği, Tahrir Meydanı’nda gerçekleşmektedir.
Mısır’da henüz çiçeği burnunda, sandıktan henüz bir yıl önce ve de yüzde 53 gibi yüksek bir oy oranı ile çıkmış cumhurbaşkanı, Tahrir Meydanı’nda başlayan gösteriler sonucu ordu tarafından azledildi.
Demokratik rejimlerde, bir başka kurumun fiilen seçilmişlere müdahalesi mazur ve meşru görülemez. Mısır’da, Genelkurmay Başkanı idareye el koyduklarını açıklarken, arkasında Kipti Ortodoks Kilisesi ve bazı partilerin yetkililerinin bulunmuş olması bu gerçeği değiştirmez. Klasik Demokrasi Teorisi, iktidar değişimlerinin, açık, genel ve eşit oy esasına dayalı seçimler vasıtası ile olmasını öngörür. Bunlar bir demokratik rejimde olması gereken asgari şartlardır. Çağdaş demokratik yönetimlerde olmaması gereken asgari şartlar da, çoğunluk iktidarının, sandık sonuçlarına dayanarak, sistem üzerinde tahakküm kurması, devlet kurumları üzerinden (yargı, güvenlik güçleri, bürokrasi) toplumu kendi siyasi ve ahlaki anlayışına göre yeniden inşaya kalkışması ve de azınlığın hak ve hassasiyetlerini göz ardı etmesidir. Demokratik bir yönetimin, çoğunlukçu veya çoğulcu olması, bu kıstaslara göre belirlenir. Çağdaş demokrasiler, azınlığın haklarını gözeten çoğulcu demokrasilerdir. Sandık sonuçları çoğulcu bir demokrasinin asgari/gerekli şartı olup yeterli şartı değildir. Mısır’da, son seçimler sonucu sandıktan çıkan sonucun, çoğulcu bir demokratik sonuca tekabül etmediği, Tahrir’i dolduran milyonlarca insanın itirazlarından anlaşılmaktadır. Mısır toplumu son seçimlerden bu yana çok kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen ikiye bölünmüş ve memnun ve de muarızlar meydanlara çıkmışlardır. Toplumun bu hale gelmesi, Mısır’ı yönetenlerin çoğunlukçu, sandığı kutsallaştırıp, azınlık haklarını dikkate almayan yönetim anlayışının sonucudur. Yönetim, bir dünya görüşüne dayanmış ve toplumun diğer katmanlarını dışlamıştır. Tahrir’e çıkanlar, kandırılmış yığınlar değil, kendini güvende hissetmeyen Mısırlılardır. Mısır demokrasi deneyi, sandık sonuçlarının demokrasi bakımından yeterli olamayacağının ve sandıktan çıkan tek adam iradesine dayalı, çoğulcu olmayan, ‘delegasyoncu demokrasi’nin tipik örneğidir. Bu tarz yönetim biçimleri, konsolide olmamış, kurumsallaşmamış ve tek adam iradesine göre yönetilen, temsili olmayan demokrasiler arasında değerlendirilirler. Bu tarz demokrasilerin bir diğer karakteristik özelliği de, yatay hesap verme (parlamento ve yargıya hesap verilebilirlik) nosyonunun ve uygulamasının bulunmaması ve bu hususların icraatı engelleyici unsurlar olarak kabul edilmesidir. Her türlü kritk kararın, lider iradesine amade tutulmasının çağdaş bir demokrasi olmadığı açıktır. Mısır’ın yaşadığı demokrasi tecrübesi ne hazindir ki kısa zamanda bu noktaya gelmiş, iktidar güçlerinin, kendisi gibi düşünmeyenlere adeta ‘cihat’ açması sonucu, halk, demokrasiyi meydanlarda aramak zorunda kalmıştır. Toplumun bir yarısının kendini güvende hissetmemesi halinde, o toplumun yönetilmesi mümkün değildir, güvensizliğin sorumlusu ülkeyi yönetenlerdir. Hiçbir cilalı laf ebelikleri bu basit gerçeğin üzerini örtemez ve iktidarı mazur gösteremez. İktidar sorumluluğu, sandıktan çıkıldığı an başlar ve bütün ülke insanını kucaklamak çabası olarak devam eder. Mısır örneği, sandık demokrasilerinin tıkanma sürecine girdiğinin çarpıcı bir örneğidir... Bugün, toplumları keyfince yönetmek için, sandıkta kotarılan % 50’ler yetmemekte, meydanlardaki demokrasi talepleri, sandık sonuçlarını, Mısır örneğinde olduğu gibi, daha bir yıl dolarken ‘kadük’ (uygulanamaz) hale getirmektedir.
Sühan ÖZKAN - Hukukçu
Gençler daha çok etkili olacak
KADİR Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın, Gezi Parkı olayları ile Tahrir Meydanı gelişmelerinin
hiçbir şekilde birbirine benzetilemeyeceğini, Tahrir süreci ile Mısır’ın, Türkiye’nin 1946-1950 arasındaki dönemde yaşadığı gelişmelere benzer tecrübeler yaşadığını belirterek, “Aktivist olmanın, sesini duyurmanın tadını alan gençler, bu heyecanlarını bir süre daha devam
ettirmek isteyeceklerdir. Bunun yansımalarını, örneğin gelecek yıl üniversitelerde görebiliriz.
Bu çerçevede üniversite gençliği kendilerinin daha çok dinlenmesini, yönetimde daha çok görüşlerinin
alınmasını, kendilerinin daha fazla dikkate alınmalarını talep edebilirler, ki bu da aslında çağdaş dünyada yükseköğretim sistemlerinin geldiği noktayla uyum içindedir” diyor.
Prof. Aydın’ın yazısının tümünü Hürriyet internetteki köşemizde okuyabilirsiniz.
Gençler artık daha fazla dikkate alınmalarını talep edecek
MISIR’da yaşanan darbe, 2010’un son aylarında başlayan Arap Baharı’nı sona getiren değil yeni bir evreye dönüştüren bir gelişmedir. Demokrasi çok kolay yerleşen bir süreç değildir; mücadele gerektirir ve çok sayıda yükseliş ve düşüşlere gebedir. Arap Baharı olarak adlandırılan süreç çerçevesinde tüm bölgenin hemen yerleşik demokrasiye kavuşması beklenemezdi. Hangi nedenle olursa olsun, darbeler onaylanmamalı ve hiç bir şekilde meşrulaştırılmamalıdır. Öte yandan, bir ülkede tek bir seçim yapıldığında, bunun demokrasi anlamına geldiği de düşünülmemelidir. Uzun yıllar devam eden seçimler sonucunda iktidarın seçimlerle el değiştirdiği, temel hak ve özgürlüklere saygı duyulduğu ve hukukun üstünlüğünün yerleştiği ortamlarda ancak demokrasiden bahsedilebilir. Mısır’da bu noktaya ulaşmak için daha çok gayret göstermek gerekmektedir. Son olanlar Ortadoğu’daki çalkantılı sürecin bir süre daha devam edeceğini gösteriyor.
Mısır’daki gelişmeler eğer Ortadoğu geneline yayılır ve son bir kaç yılda özgürlükler noktasında elde edilen avantajlar geri döndürülürse, bu bölge ve dünya için ciddi bir talihsizlik olur. Türkiye açısından bakılacak olursa, siyasi anlamda bizi doğrudan etkileyen bir gelişme olmaz. Türkiye bir şekilde Mısır’ın yeni yönetimiyle de ilişkilerini sürdürecek zemini oluşturur. Fakat, Türkiye genel olarak Ortadoğu’da demokratik bir yapının ortaya çıkmasını arzu eder. Bu Türkiye’nin bölgede daha etkin olmasının da önünü açacak bir gelişmedir. Öte yandan Mısır’da başlayan yeni dönem, eğer bölgesel istikrarsızlığı tetiklerse ya da bir iç çatışma döngüsüne dönüşürse, tüm bölge ülkeleri gibi Türkiye’de bundan olumsuz etkilenir.
Türkiye’deki Gezi Parkı olayları ile Tahrir Meydanı gelişmeleri hiçbir şekilde birbirine benzetilemez. Mısır tarihinde ilk kez demokratik bir yönetim arayışında. Türkiye ise demokratik yönetim anlayışının kökleşmekte olduğu bir ülke... Tahrir süreci ile Mısır, Türkiye’nin 1946-1950 arasındaki dönemde yaşadığı gelişmelere benzer tecrübeler yaşıyor. Türkiye’de ise çok daha gelişmiş bir demokratik kültür düzeyinde daha da yüksek katılım için bazı talepler söz konusu.
Gezi Parkı süreci Türkiye gençliği ve 1980’li yıllarda askeri yönetim döneminde fazla siyasallaşma imkanı bulamamış bugünün orta yaşlı şehirli kesimini harekete geçirdi. Bu hareketliliğin özellikle gençler nezdinde bir süre daha devam etmesini beklemek doğaldır. Bu şekilde bir anlamda ‘aktivist’ olmanın, sesini duyurmanın tadını alan geçler, bu heyecanlarını bir süre daha devam ettirmek isteyecekleridir. Bunun yansımalarını örneğin gelecek yıl üniversitelerde görebiliriz. Bu çerçevede üniversite gençliği kendilerinin daha çok dinlenmesini, yönetimde daha çok görüşlerinin alınmasını, kendilerinin daha fazlya dyikkate alınmalarını talep edebilirler, ki bu da aslında çağdaş dünyada yükseköğretim sistemlerinin geldiği noktayla uyum içindedir.
Prof. Dr. Mustafa AYDIN- Kadir Has Üniversitesi Rektörü
Paylaş