Paylaş
Anayasa’nın milletvekili seçilme yeterliliğini düzenleyen 76. maddesi en son 27.12.2002 yılında 4777/1 Md. sayılı kanun ile, 3 Kasım 2002 seçimlerinde oluşan iki partili parlamentoda, AKP ve CHP tarafından, kişiye özel olarak (AKP Genel Başkanını mahkumiyeti nedeniyle aday olamadığı seçim sonrasında meclise girebilmesi için) değiştirildi. Milletvekili seçilebilme şartları ve hangi mahkumiyetlerin milletvekilliğini engelleyeceği tadat edildi ve terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçu da dahil olmak üzere sayılan suçlardan hüküm giymiş olanların, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olamayacakları Anayasa hükmü olarak kabul edildi. AKP Genel Başkanı Erdoğan, ancak bu değişiklikten sonra, Siirt ilinde, seçimlerin iptal edilip yenilenmesi sonucu meclise girebildi. CHP’nin o zamanki Genel Başkanı Baykal, AKP Genel Başkanı’na Anayasa’nın 76. maddesinde yapılan bu değişiklik ile parlamento yolunu açtı.
2007 seçimlerinde, bağımsız olarak seçilenler grup kurdular ve Anayasa Mahkemesi’nin kararı ile (Türk ve Tuğsuz)’un milletvekilliklerinin düşmesine rağmen bir başka bağımsız vekilin (Uras) katkısı ile grup olarak çalışmalarını sürdürdüler.
2007 seçimlerinin bir başka önemli tarafı, bölücü terör örgütü üyesi olmaktan tutuklu olarak yargılanan (Tuncel) ve kocası dağda olan (Kurtulan) iki kadın adayın bağımsız olarak seçilmeleri ve Meclis’e girmiş olmalarıdır.
Bugün eleştirilen Yüksek Seçim Kurulu yargılanma, tutukluluk ve hükümlülük hallerine göre Anayasa 76. madde hükmünü değerlendirmiş, adı geçenlerin adaylıklarında hukuki bir engel görmemiş ve sonuçta bahsi geçenler TBMM’de görev yapmışlardır. Bu günlerde, Silivri’de yargılananların CHP’de aday yapılmasına itiraz edenlerin bu örnekleri hatırlamasında yarar vardır.
Yüksek Seçim Kurulu’nun kararı ve bu karara karşı kanun yolları vardır. Bağımsız olarak geldikleri parlamentoda BDP grubu olarak görev yapanların, Anayasa madde 76 ile ilgili herhangi bir girişimde bulunmamış olmaları kendileri bakımından ciddi bir ihmaldir.
MAZERET ARAMA
YSK kararı hukuki ve özellikle Anayasa hükmünün sonucudur.
Bu meselenin demokratik vicdanla bir ilgisi yoktur. Yargıçlar, kanunun metinlerine göre hüküm verir, kişiye göre değişen demokratik kanaatlere göre değil. Yasamanın, siyasetin görevi, yasaları demokratik vicdana uygun hale getirmektir. Karşılaşılan her sorunda, iktidar sahipleri (yasama organında mutlak çoğunluğu temsil etmek) ve onları destekleyenlerin yargı kararları üzerinden mazeret arama ve yargıyı suçlama gayretleri, bu döneme has bir demokrasi ironisidir. S.Ö.
Yardım etmemek suç
BEDRİ Baykam’ın bıçaklanmasından sonra çevrede duyarsız insanların tutumu ciddi olarak tartışılması gereken bir sorun... Zorda kalan kişiyi görüp yardımdan kaçmak Alman, Avusturya ve İsviçre yasalarına göre suç sayılıyor. Örneğin Alman Ceza Yasasına göre, her kim ki zorda kalan birine (kendini tehlikeye atmadan) yardımdan kaçınırsa suç işlemiş oluyor. Bunun cezası da 1 yıla kadar hapis veya yüksek para cezası... Almanya’da Türk avukat Macit Karaahmetoğlu, Hürriyet Yurtdışı Yayın Yönetmeni Halit Çelikbudak’a şöyle diyor:
“Can, mal kaybı ile karşı karşıya kalan birini gören, kendini tehlikeye atmadan yardım etmek zorundadır. Burada da Baykam’ı bıçaklayan kişi gitmiş. Dolayısıyla arabasına binip giden kişi suç işlemiş oluyor. ‘Otomobilim kirlenecek’ diye yardımdan kaçınamaz. Yardım her türlü olabilir. Polise telefon etmek bile bir yardımdır.”
Alman Ceza Yasası’nın 323 C maddesinde ‘yardımdan kaçınma’ için (Almancası: Unterlassung der Hilfeleistung) aynen şöyle deniyor: “Durumu müsait olduğu halde, kendini tehlikeye atmayacak ve herhangi bir kuralı çiğnemeyecek şekilde, meydana gelen kaza, tehlike veya acil durumda yardımda bulunmayan kişi, bir yıla kadar hapis veya para cezası alır”
İnsanlığımız bu kadar mı ölmüş!
‘Kadro’ oyunları
TEKEL’den söz edince yeni bir ‘yetim hakkı’ yeme olayını da gündeme getirmek şart oldu. Bilindiği gibi Tekel tümden özelleştirildi. Ne sigarası kaldı, ne içkisi ve de tuzu... Adı da ‘TTA’ oldu ya... Gelir getiren Ankara ve İstanbul’da birer sosyal tesisi kaldı. Halen bir Genel Müdür (Kasım Demirel), 4’er Genel Müdür Yardımcısı ve Daire Başkanı, 15 şube müdürü ne iş yapar bilinmiyor. Son olarak 5.4.2011 tarihli Yönetim Kurulu toplantısında ihtiyaç fazlası personel belirlenirken, nedeni anlaşılmayan yukardaki kadroların yanına bir de baş uzman ve başmühendisler de, ‘ihtiyaç fazlası personel dışında’ tutuldu. Acaba bu kadrolarda bulunanlar ‘tütün eksperi’ midir?
Tasfiye halinde olmasına rağmen son olarak Ankara Gaz Şirketi’nde çalışan birinin TTA’ya Genel Müdür Yardımcısı olarak atanmasının yanıtını kim verecektir? Söz konusu kişinin bir bakanla yakınlığı var mıdır?
İktidarın bu denli, yandaş kayırması karşısında Tekel Genel Müdürü’nün arkadaşlarını koruması pek garip karşılanmamalı. Ama bu kadar da olmaz.
Her ne kadar ilgili yasalara göre, istihdam fazlası personel için idarenin keyfi uygulama içinde olmaması yani ‘siyasi düşünce birliği, dini yandaşlık, akrabalık, arkadaşlık, meslek şövenizmi’ ile davranmaması gerekmez mi? Tekel yukarda belirtilen ihtiyaç fazlası personel belirlemesinde bu gibi hususları hiç dikkate almıyor ne yazık ki. AKP’nin işlevsiz hale getirdiği (Cumhuriyet’in değerleri) Tekel, Sümerbank, MKE’nin bir bölümü gibi kuruluşların yıllardır tasfiyesinin tamamlanmamasının nedeni yandaşlara arpalık olarak kullanılması için midir?
“HÜKÜMET Türk gazetecilere terörist muamelesi yapmaktan vazgeçsin.”
(Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Genel Sekreteri Jean François Julliard)
İstanbul bir tane güzel...
İSTANBUL da Türklerin en önemli şehridir. O adeta tek taş pırlantadır.
Dünyada içinden deniz geçen, kaç tane böyle güzel şehir var.
Çok ünlü bir söz vardır. Der ki: “Anadolu yıkılırsa, İstanbul onu yeniden kurar. Ama İstanbul yıkılırsa, onu bir daha kimse kuramaz...”
İstanbul’u çevresiyle birlikte büyütmek demek devasa gökdelenlerin yükselip; altında her türlü yoksulluğun, rezilliğin, fukaralığın, pespayeliğin ve kalabalık nüfusun olduğu Uzakdoğu şehirlerine benzetmek demektir. Biz İstanbul’un, bir yolunun bulunup ferahlatılmasını, hafifletilmesini beklerken ona bindirme yapılmak istenmesini anlamakta zorluk çekiyoruz. Sayın Başbakan, kendisi de bunalmış olacaktı ki, bir zamanlar İstanbul’a vize koymayı bile gündeme getirmişti. Şimdi acaba ne değişti? Vizeden, daha fazla kalabalığa geçiş isteniyor. İstanbul, çevresiyle birlikte yazık edilecek bir şehir değildir. Çünkü o, Anadolu’nun hayat iksiridir . C. YEŞİLYURT
Paylaş