’BEN Fındıkzade’de oturan ve serbest çalışan bir kişiyim.
Fatih Belediyesi, son günlerde evlere ’kent bilgi sistemi, hane bilgi toplama formu’ dağıtmaya başladı. Belediyenin bir aracı da bunların doldurulması yolunda anons yapıyor.
Zaten formda da, "Görevli kartı bulunanlara her türlü kolaylığı göstermeniz gerekmektedir" deniliyor. Yani ’emir’ veriliyor. Niçin böyle bir bilgiye gerek duyuluyor diye sorduğumuzda ’Deprem için... Eğer bir deprem olursa burada kaç kişinin oturduğunu öğreneceğiz’ deniliyor.
Aile fertlerinin kimlik, vergi ve hatta DASK poliçe numarasını istiyorlar. Neden?
Peki, deprem sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin sorunu olduğundan bunları doğru sayalım; ama bazı sorular midemi bulandırdı.
’Sorunlarınız nelerdir’ gibi sorularda ’ulaşım, park, sağlık, çevre, gürültü ve otopark gibi; yetiştirme yurdunda, bakıma muhtaç çocuğun olup olmadığı, koruyucu aile olmak istenip istenmediği vs. gibi sorulardan başka şu sorular dikkat çekiyor:
’Ramazan ayında iftar çadırlarından faydalanıyor musunuz? Yardım dağıtımı konusunda memnun musunuz? Aşevlerinden faydalanıyor musunuz? Deniz kenarına ve piknik alanlarına gidiyor musunuz? Aşağıdaki yardımlardan herhangi birine ihtiyacınız var mı? (Kumanya, yemek, kömür, eğitim, ekmek, giyim, diğer...) Gazete ve dergi okuyor musunuz? Ailenizde kekeme, zihinsel engelli var mı?
Konutunuzun fiyatı ne kadardır?’
Fatih Belediyesi, vatandaşların ’röntgeni’ini çekiyor. Peki bunu ne için yapıyor? Ne yazık ki aklıma kötü şeyler geliyor? Acaba bu bir seçim hazırlığı mı? Seçmen kartlarının tanzimi için gizli bir çalışma mı? ’Sen-ben’, ’inanan-inanmayan’ vatandaşların tespiti mi?
Bu kadar bilgiyle kimin ’AKP’ yandaşı olup olmadığı ortaya çıkmaz mı?’
AKP gündemi kaçırıyor
AKP artık gündemi yakalayamıyor, peşinden gidiyor. ’Dinle Başbakan’ kampanyası, seçim anketleri ve erken seçim tartışmaları AKP’yi ürküttü. Buna karşılık gündemi değiştirmek için ’siyasi şantaj’a yöneldiler. Baykal’a yönelik iddialar bu nedenle ortaya atıldı. Ayrıca bunun bir başka nedeni de, Unakıtan’ın, bütçe görüşmelerinde Baykal’ın ağır eleştirilerinin hıncını almak... Ya tutarsa diye bile bile parmağını sokuyor.
Türker OLGUN
GÜNÜN SÖZÜ
"Bir uşağa göre hiç kimse kahraman değildir; bu görüş dünyada kahraman bulunmadığını değil, onu söyleyenin uşak olduğunu gösterir."
(Hegel)
Bürokrat dayanmıyor
BÜYÜKŞEHİR Belediye Başkanlığına ’bürokrat’ dayanmıyor. Üç ay önce Fen İşleri Daire Başkanlığı’dan Raylı Sistemler Daire Başkanlığına getirilen Yunus Balta ile Çevre Koruma Daire Başkanı Mahmut Sümen’un emekliliklerini istediler.
Daha önce boşalan Muammer Kantarcı’nın emekliliğini istemesiyle boşalan İETT Genel Müdürlüğü ile Rafet Bozdoğan’ın Genel Sekreter Yardımcısı olmasıyla başalan Ulaşım Koordinasyon Daire ve Prof. İskender Pala’nın istifasıyla boşalan Kültür İşleri Daire Başkanlıklarına hala atama yapılmadı.
Kredi kartı borcu ödenmiş
UĞUR Mumcu’nun öldürülmesi olayından yargılanarak cezaevinde 5 yıl yatan Mehmet Ali Tekin, 2.5 milyar kredi kartı borcunun ödenmesi için Sosyal Yardımlaşma Vakfı’a, (Başakşehir Mahallesi Muhtarı Fatih Yıldırım’dan aldığı ikametgah belgesi) ile başvuruyor. Bunun yerine 2 milyar TL veren Küçükçekmece Kaymakamı H.Osman Hebiloğlu, aralarında emniyet, belediye, kaymakamlık makamlarından temsilcilerin bulunduğu 9 kişilik vakıf yönetim kuruluna haber verdi mi acaba? 3. bölgede çıkan yerel ’Gerçek’ gazetesi bunu ’skandalda şok gelişme’ olarak yazıyor. Cezaevinde 5 yıl yatan bir kişiye ikametgah belgesiyle böyle bir para veriliyorsa Sosyal Yardımlaşma Vakıflarının ’arpalık’ haline geldiğinin göstergesi olmaz mı? Kaymakam, "kardeşim sen kimsin?" diye sormaz, araştırma yaptırtmaz mı? Bunun gibi kaç kişiye ’para yardımı’ yapıldı daha? Olayın bir başka cephesi de; kaymakamın ihbarı üzerine vakıf müdürü Yurdaer Özen (AKP aday adayı) ile bilgi işlem personeli Mustafa Tekin Çapan (Gaziantepli) yolsuzluk iddiasıyla arife günü tutuklanmaları... Valilik soruşturmasında, Kaymakamın Elazığlılara hizmet etmekten başını kaşıyamadığının araştırma konusu yapılması gerekmez mi?
Hastaneler batakta
KARADENİZLİLERİN böyle bir sözü vardır. "Borçlarımı helal ettum..."
Adana Numune Hastanesi doktorlarının şikáyet ettiği döner sermaye konusunu yazdıktan sonra yurdun dört bir yanından sağlık çalışanları ve medikal şirketlerin sahiplerinden birçok tepki aldık. Meğer bu konunun ne kadar çok mağduru varmış. 2006 yılı bütçe kanunu çıkartılırken, çeşitli kurumların (SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı ve yeşil kart) devlet hastanelerine borcu olan yaklaşık 4 milyar YTL’si (4 katrilyon TL) silinivermişti.
Her ne kadar Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, "Yanlışlık oldu, düzelteceğiz" dediyse de, kimsenin bu konuda herhangi bir adım atmadığı gün gibi ortada.
Bu 4 milyar YTL’de kimlerin hakkı yok ki...
İlk başta hastanelerden döner sermaye alacağı olan 230 bin sağlık çalışanının, hastanelere mal ve hizmet satan medikal firmalar ve taşeron hizmet firmalarının (temizlik, koruma, yemek vs...), sözleşmeli çalışan personellerin ve tabii hastanelerden hizmet alan vatandaşın...
Maliye’den hakedişlerini alamayan hastaneler, hangi parayla gerekli yatırımı yapıp hizmet üretebilirler? Hangi kaynakla daha önceden devletin söz verdiği ’döner sermaye’ primlerini çalışanına ödeyip performanslarını artırabilirler?
NEDEN BÖYLE OLDU?
Öyle ya devlet, çalışanlarına "Performansınızı yükseltin ki, bu çabanız karşılığında ben de size döner sermayelerden ek ödeme yapayım" dememiş miydi?
Peki, bu borç silme işine neden gerek duyuldu?
Hükümet, SSK birleşmesinin genel bütçeye muhtemel yükünü 1.5 milyar YTL (1.5 katrilyon TL) olarak hesaplamıştı. Ancak, evdeki hesap çarşıya uymadı, 2005 sonunda bu yük yaklaşık 7 milyar YTL olarak ortaya çıkınca, çareyi hastanelerin kurumlardan alacağı olan 4 milyar YTL’yi silmekte buldu. Böylece olayın eğrisi-doğrusuna denk gelmiş oldu. Ama olan sağlık çalışanlarına ve hastanelere, şirketlere oldu. Onlara da bir tek sözcükle çözümü gösterdi:
"Borçlarımı helal ettum."
Türk Tabip Odaları ve yetkili sendika Türk Sağlık-Sen bu işleme tepki gösteriyorsa da, buna yanıt verecek olan Maliye ve Sağlık bakanlarından çıt yok!