Paylaş
"Onur kırıcı bir proje, emsal değerleri bakımından da yüzde 100 rezalet bir proje. Bu alanın bu şekilde imara açılmasını ülkem, ulusum, İstanbul, çevre, insanlık ve hukuk adına onur kırıcı buluyorum. Bu kafadaki insanların bizi nasıl yönettiğine çok hayret ediyorum. İstanbul mu değerlidir, oradaki rant mı? Bu tür yatırımlar İstanbul'u yere yatırıp ayaklar altında çiğnemek demektir."
Bize de proje için ne diyorsunuz diye soruluyor:
Hep söylediğimiz şu:
"Bu dünya kenti Boğaziçi'ne bir darbedir... Artık Boğaz'a böyle bir izin çıkmışsa sıraya 'Sevda Tepesi' girecektir, ardından da başkaları.... İstanbul'un ekonomisi iki köprü üzerindeki imar rantına oturtulamaz. Ne yazık ki iktidarın ekonomik anlayışı budur... Bolu'dan Edirne'ye kadar E5 ve TEM yollarının çevresi fabrika, iş merkezi, villa ve konutlarla doldurulmak istenmektedir. Şişe ağzı görünümündeki İstanbul coğrafyasına Marmara Denizi'nin çevresine, Anadolu'yu boşaltıp 45-50 milyon nüfusun yerleşmesi için teşvik edici imar uygulamaları yapılırsa, Başbakan'ın İstanbul'a vize anlamına gelen sözleriyle çelişmez mi? Bu Anadolu topraklarının boşaltılması sonucunu doğurmaz mı? Peki bu kadar nüfus yoğunluğuna karşı suyu nereden bulacaksınız?"
Bir okurumuz "Keşke Boğaz'ı bu gökdelenlerle boğdurmasak... Zorlu grubu da elindeki bu kaynağı istihdam yaratıcı başka sektörler için kullansaydı" dedi.
Böyle yatırımlara kimse karşı olamaz ancak Boğaz'ın bu noktasındaysa iş değişir.
Karayolları burasını 'park' yapmak üzere belediyeye bağışlayamaz mıydı?
Her şey satmak değil, para değil, rant değil. Yatırımcı belki bir şeyler kazanır ama Boğaziçi çok şeyler kaybeder.
Baykal-Topbaş tartışmasının perde arkası: 'Vahim tablo'
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, önceki günkü grup toplantısında "Önümüzde vahim bir İstanbul tablosu var" derken, SHÇEK'in Göztepe'de 90 dönümlük arazisinin TOKİ'ye devrini örnek gösterdi. Yıllar önce SHÇEK'e 'arsa üzerinde sadece çocuklar için bir şeyler yapılabilir' şartıyla bağışlanan arazi, geride bıraktığımız yılın sonlarında, SHÇEK'ten alınarak TOKİ'ye verildi. TOKİ ise, 2006'nın sonunda satışa çıkardığı araziyi önce 110 milyon dolara adı açıklanmayan bir Türk şirketine satmak istedi. Konunun internet sitelerinde genişçe yer alması üzerine CHP'li Cevdet Selvi, bir soru önergesi verdi. Arsanın hangi şartlarda kime satıldığını soran Selvi, tatmin edici bir yanıt alamadı.
Bunun üzerine, arsayı almak isteyen şirket bu kararından vazgeçti. Böylece, 90 dönümlük arazinin satışı da durdu. Adı 'ticari sır' olduğu gerekçesiyle açıklanmayan şirket yatırdığı teminatı da alamadı. İnternet sitelerinde "Yetim hakkı satılıyor" şeklinde çıkan haberler yüzünden satışı bir süre durdurulan arsa, Hrant Dink cinayetinin hemen ertesinde Avusturyalı Mein Bank'a 220 trilyona satıldı. TOKİ bir önceki satışta arsaya 110 trilyon değer biçmişti. Yani bir önceki satış olsaydı, devletin kasasından tam 110 trilyon lira gidecekti.
TOPBAŞ NE DİYOR
Emlak Gayrimenkul A.Ş. (Emlak Konut) üzerinden yapılan satışlar için Baykal "110 trilyon kimin cebine girecekti?" diye sorunca ilk tepki Kadir Topbaş'tan geldi. "Söz konusu yerin tahsisli bir alan olduğunu, daha öncesinden hiçbir şahsa satılmadığını ve hiç kimseye bir rant sağlanmadığını" belirten Topbaş şunları kaydetti:
"98 bölge planları içinde %73 ticaret imarı, %40'lar civarına çekilmiştir ve oybirliğiyle geçmiştir. TOKİ araziyi talep ediyor. Bayındırlık ve Maliye Bakanlıkları burada uygun görüş veriyor. Başbakanlık 'olur'uyla da bu arazi TOKİ'ye geçiyor. Ve TOKİ karşılığında SHÇEK için özellikle çocukların barınabileceği 'sevgi evleri' yapmayı taahhüt ediyor. Bugüne kadar Türkiye genelinde ihaleye çıktığı 'sevgi evi' 180 trilyon civarında... TOKİ aldığı bu araziyi plan tadili yapmadan, bizden böyle bir talep gelmeden de 120 trilyona devletin, milletin malı olan Emlak Konut'a satıyor. Emlak Konut bu araziyi 2-3 kez ilanla, açık bir ihale usulüyle 220 trilyona bir alıcıya, imarda hiçbir değişiklik olmadan satıyor. 220 trilyon tamamen devletin kasasına giriyor. 100 trilyonlar birilerinin kasasına girdi diye böyle kamuoyunu yanıltması bir genel başkana asla yakışmaz."
TOPBAŞ'IN CHP VURGUSU
Topbaş, Baykal'ı yanıtlarken "98 bölge planları içinde %73 ticaret imarı, %40'lar civarına çekilmiştir ve oybirliğiyle geçmiştir" diyor. Topbaş böylece "Bizi suçluyorsun ama belediye meclisinden satış için (oybirliğiyle) karar aldık" yanıtını veriyor.
Topbaş "oybirliği" derken, CHP'li üyelerin de bu satışın onayında imzasının olduğunun altını çiziyor. MHP İl Başkanı İhsan Barutçu, AKP'li Büyükşehir'i eleştirirken, yapılan işleri 'göstermelik ve Ali Dibo'lar olarak nitelerken, CHP İstanbul İl Başkanı Şinasi Öktem'den hiç ses çıkmıyor.
Hangi alanlar imara açıldı
Baykal'ı yanıtlarken Topbaş'ın bu sözlerinin ardından gündeme gelen sorular şöyle:
- TOKİ'nin İstanbul Göztepe'de üzerinde 'satılamaz' şerhi bulunan arsayı satabilmesi ve imar değişikliği yapabilmesi için hangi partilerin meclis üyeleri oy kullandı?
- Göztepe'deki arsanın gökdelen yapımına açılabilmesi için partiler nasıl bir uzlaşma sağladı?
- Buraya yapılacak bir gökdelenin İstanbul Göztepe'deki trafiği ve 'hava akımı'nı bozacağı hesaplanmadı mı?
- İstanbul'da buna benzer kaç arsanın satışında 'uzlaşma' sağlandı, kaç arsada imar tadil planları kabul edildi?
- CHP bu imar tadil planları için dava açtı mı? Dava açtıysa bunların sonucu nedir? AKP'ye açılan davalardan kaçı geri çekildi?
Büyükşehir Meclisi'nde üyeleri bulunan AKP, CHP, Anavatan ve SP İl Başkanları bu sorulara yanıt verebilirler mi?
Kadınlar Günü’nde abide bir kadın; Kara Fatma
İSTİKLAL Harbimizde çok sayıda kişisel kahramanımız var. Bunların öyküleri bugüne kadar çok yazılıp anlatıldı. Ama bir 'Kara Fatma' Fatma Seher var ki hepsinden ayrı. Hâlâ yazılıp anlatılsa bitecek cinsten değil. 'Kara Fatma' İstiklâl Harbimizin en simgesel kahramanı. Ailece İstiklâl Harbi'ne katılırlar ve birçok cephede büyük başarılar gösterirler. Üsteğmen rütbesiyle emekli olan 'Kara Fatma', kendisine bağlanan emekli maaşını da hayır kurumuna bağışlar. 1933 yılında ise yoksulluktan İstanbul'da Rus manastırına sığınır. 1955 yılında öldüğünde ise yine yoksuldur. Tıpkı aynı dönem silah arkadaşlığı yapan 'Kartallı Kâzım' gibi...
1878 yılında Erzurum'da dünyaya gelir. Balkan Harbi'nde eşi Derviş Erden'le birlikte Edirne'de, düşman işgali altında olan 'Yanık Kışla’da bulunur, askerlik hayatını birlikte paylaşır. Cihan Harbi’nde kendi ailesinden 9- 10 kadınla birlikte Kafkas Cephesi'ne gider. Mütareke yıllarında ise binbaşı eşi Derviş Bey’in ölümü üzerine Erzurum'a oradan da Sivas'a Mustafa Kemal’in yanına gider Burada bir müfreze kurar. Daha sonra Mustafa Kemal tarafından görevli olarak 9 yaşındaki kızı Fatma ile birlikte İstanbul’a gönderilir. Burada gizli teşkilatla birleşerek silah ve adam kaçırma gibi faaliyetlerde bulunur.
Daha sonra kaçarak İzmit'e gelir. Burada müfrezesi 480 kişiyi bulur. Yanına kardeşi Süleyman'ı da alır, İzmit'in işgali sırasında Yunanlıların eline düşer ve 19 gün işkenceli esaretten sonra Yunanlı nöbetçiyi öldürerek kaçar. I. İnönü, II. İnönü, Sakarya ve Büyük Taarruz'a katılır. Kendi deyimiyle bugüne kadar müfrezesinde 43 kadına karşı 700 erkek askeri vardır. Kadınlardan 28’i şehit olur. Kendisi de birçok kez yaralanır. Çavuşluk rütbesiyle işe başlayan Fatma Hanım, en son Üsteğmen rütbesiyle emekli olur. Büyük Zafer’in coşkusunu yaşar. Ömrü boyunca bu coşkuyu unutmaz. Kendisine bağlanan maaşı, "Vatanının büyük kurtarıcısı Ebedî Şef‘in lâyık olmadığım büyük iltifâtı beni son derece sevindirmiştir. Esasen bütün emel ve arzum, yapmış olduğum hizmetten hiçbir menfaat beklemiyorum. Bu itibarla taltif edilmiş olduğum rütbenin mukabilinde verilecek maaşımı Kızılay’a terk etmekle son vazifemi yaptım" diyerek Kızılay’a bağışlar. Uzun yıllar izini kaybettirir. Bu sırada -bir çatışmada iki elini ve akli dengesini kaybeden- kızının çocuğuna sahiplenir. Ona uzun yılar didinerek bakmaya çalışır. İstanbul'daki Rus manastırına sığınır. Burada kendisi yerde yatarken torununu tahta yatakta yatırır.
RUS MANASTIRINDA
Zamanın ünlü mecmuası Yedigün, 'Kara Fatma'yı İstanbul Galata’daki Rus manastırında bulur. Onunla mülakat yapar. Mekki Sait Bey, bu mülakatı derginin 9 Ağustos 1933 tarihli sayısında yayımlatır. Sararmış dergi arşivlerinde kalan bu mülakatı ilk defa burada yayımlıyoruz. Çünkü 'Kara Fatma'nın biyografisini yazanlar bu bilgiyi bilmiyor. Hatta "1923-44 yılları arasındaki hayatını aydınlatıcı malzemeyi henüz elde etmiş değiliz" diyorlar.
YOKSUL AMA GURURLU
'Kara Fatma'nın odasına girdiğimiz dakikadan beri yanımızdan ayrılmayan küçük Valântin, adeta kulağımıza fısıldar gibi:
- Vaziyeti çok fena! Dedi, acaba niçin bir iş bulmuyor da sana sola çatıyor!
Kara Fatma öfkelendi:
- Sen çekilsene bakalım odana!.. Bizi biraz yalnız bırak.. Belki aramızda konuşacak şeylerimiz var...
Sonra bize döndü:
- Canım dedi.. Biz kendi aramızda dertleşeceğiz... Bunun burada işi ne?.. Ben babasına cephede kurşun atmışım, kızı burada bana lâkırdı atıyor...
- Sinirlenme canım, dedik... Çocuk bu, kusuruna bakılır mı?..
- Ne olursa olsun, ben bunlara halimi belli etmek istemiyorum. Hatta başka yerde eşyalarım olduğunu, torunlarımı sağlam yetişsinler diye tahta üstünde yatırdığımı söylüyorum. İşten bahsediyor... İş bulamıyorum ki.. Kapıcılık kolculuk bulsam.. çöpçülüğe de razıyım. Kızımla torunlarıma bakayım...
- Kaç yaşındasın?
- 55 yaşındayım. Askere 24 yaşında girdim. Seferberlikte Kars, Kâğızman, Bayazıt taraflarında çalıştım. 275 kişilik bir çetenin reisi idim. İstiklâl Harbinde Garp Cephesi'nin hemen her tarafında bulundum. Bereket Alakaya taarruzunda, sonra Düzce’de eşkıya ile müsademede, Sivrihisar’da, bir de Değirmendere’de yaralandım. Bunlardan başka ufak tefek çizikler sıyrıklar da var, onları saymıyorum. Kızımın parmaklarını da şarapnel kesti. Zavallı şimdi yarı deli bir vaziyettedir. Yetimleri bana kaldı. Çalıştığım müddetçe âmirlerimin takdirlerini kazandım. Bütün sefaletimi unutturan, beni yaşatan bu İstiklâl madalyasıdır, açım ama şerefliyim!
Kadıncağız ağlamaya başladı:
- Bazen çocukların elinden tutuyor; “Şu yetimler aç kalmış, ölecekler” diye torunlarım olduğumu sezdirmeden, onlar için yardım toplamaya çıkıyorum, ne yapayım, siz söyleyin!
- Şimdi nerede çocuklar?
- Sokaktalar.. Birazdan gelirler, birinin elinde yüz para, ötekinin avucunda altmış para:
- “Al nine, derler... Açsın... Vallahi biz de içinden hiçbir şey harcamadık, olduğu gibi sana getirdik. Bir çay pişiremez misin bunlarla... Ekmek batırıp ta beraber yiyelim.”
- Ah, ah... Onlara doğru dürüst birer dilim ekmek bile yediremiyorum...
Matbaaya dönüyorum... Vakit öğle... İnsan acıkınca taze ekmek ne güzel kokuyor... Hay var olun Tophane fırıncıları! Ne pişkin, ne kabarık, ne beyaz, ne mis kokulu ekmekler çıkartıyorsunuz!.. Hem de 6 kuruşa ha!..
Eğer günahı büyükse, varsın Kara Fatma çeksin, ona zırnık bile vermeyin isterseniz, fakat ey Türkiye’nin en has ve en lezzetli ekmeğini pişiren, iyi kalpli Tophane fırıncıları! Bayatından bir okka somunla, iki yavruyu dilenmekten bari siz kurtarınız!”
TEKRAR MAAŞ BAĞLANDI
Kara Fatma'nın yoksulluk içindeki yaşamı uzun yıllar sürer. Bu sıkıntısı üzerine zamanın Kars mebusu Tezer Taşkıran ve Rize mebusu İzzet Akçal tarafından “İstanbul’da bir kulübede yaşamakta ve büyük bir sefalet içinde kıvranmaktadır” şeklinde önerge TBMM’ne verilir. 17 Şubat 1954 günü bu önerge kabul edilir ve Fatma Hanım’a 170 lira maaş bağlanır. Ancak bu aylıklı yaşam kısa sürer. Fatma Hanım memleketi Erzurum'a geri döner. Ve burada 1955 yılında (ay ve yılını bile bilen yok) hayata veda eder. Tıpkı diğer silah arkadaşları gibi...
Herkes 'Kara Fatma'nın kahramanlıklarını bilir de bu acı öyküsünü bilmez. İstanbul’un Anadolu yakasına büyük bir Fatih heykeli dikeceklermiş. Karşısına da aynı boyutlarda 'Kara Fatma' heykeli dikseler acaba fazla mı olur?
Hey gidi hortumlanan Türkiye hey!..
Ercan DOLAPÇI
(Kaynaklar:
1-Feziye Abdullah Tansel, İstiklâl Harbi’nde Mücahit Kadınlarımız, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1988.
2- Niyazi Ahmet Banoğlu, “Kara Fatmalar”, Tarih Coğrafya Dünyası, 1 Mayıs 1959, c.1, Sayı: 2.
3- H.M., “Kahraman Fatma”, Devrin Yazarlarının Kaleminden Milli Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal, c.2, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1992.
4- Türk Ansiklopedisi, c.21, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 1974.
5- Mekki Sait, “Kara Fatma Rus Manastırında”, Yedigün, 9 Ağustos 1933, Sayı: 22, s.10- 12.
6- Semyen İvanoviç Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları, Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul, 1997)
'Oy azınlığı' yazısına tepkiler, görüşler
- BİR meslektaşım tarafından yazılan ve 7.3.2007 tarihli gazete köşenize aldığınız 'Oy azınlığı ile cumhurbaşkanı seçmek vicdanları yaralar' başlıklı yazı münasebetiyle bir iki görüşümü sizinle, dahası sizin sayenizde vatandaşlarımızla paylaşmak istiyorum,
1- Elbette sizin de biliyor olacağınız gibi Libya lideri Sn. Kaddafi ünlü 'Yeşil Kitap'ında "Demokrasi çoğunluğun azınlığa tahakkümüdür"der. Bizim seçim sistemimiz bu hususu nasıl da tersine katlayarak haklı çıkarıyor değil mi? %26 oy 2/3 millet vekili, yani Sn. Kaddafi'nin dediğinin de tam aksine azınlığın çoğunluğa tahakkümü...
2- Bir de benim asla kabullenemediğim bir seçim sistemimiz var. Vereceğim rakamları güncelleyebilirsiniz ama takriben de olsa demek istiyorum ki, İstanbul'da 250.000 seçmen bir milletvekili çıkartırken, nasıl oluyor da Ankara'da 150,.. bilmem hangi dönemin siyasilerince ve siyasi rüşvetle atanmış herhangi küçücük bir ilimizde 20-25.000 seçmen bir milletvekili seçebiliyor?
Yani açıkca örneklemek gerekirse, Şırnak'ta 20.000 seçmen İstanbul'daki 250.000 seçmene eşit ağırlıkta temsil edilebiliyor? Ben bir Türk Vatandaşı olarak bu durumu kabul etmiyorum ve 'Kelle Başı Eşitlik' istiyorum. O zaman layık olduğumuz 'her neyse' ona göre yönetileceğimize inanıyorum.
Kemal HACIÖMEROĞLU
AZINLIK OYLA SEÇİLDİLER
- OY azınlığı ile Cumhurbaskanı seçmek vicdanları yaralar başlıklı yazınıza görüşüm:
Celal Bayar hariç, Cumhuriyet tarihinde çoğunlukla seçilmiş bir Cumhurbaşkanı yokken, diğer bir ifade ile, biri hariç hepsi azınlık oylarla seçilmişken, siz (okurumuz. YB) neyi savundugunuz belli değildir.
ABD'de halkın %50'si seçime gitmez, geri kalan %50'nin %25.5 veya 26'ı ile Başkan seçilir, %100 kitlenin Başkanı olur.
Dünyada gerçek bu iken ve zihniyetinizde biri %10 oyla Cumhurbaskanı olsa, onu meşru görecek bir düşünceye sahip olan sizler, gerçekten, yazdıklarınızın mantıki olduğunu kabul ediyor musunuz?
Esen kalınız.
F.GÜNEY
İŞİNİZE GELMEDİĞİ ZAMAN
- 'OY azınlığı ile cumhurbaşkanı seçmek vicdanları yaralar' (8.3.2007) baslıklı yazınızın bir bölümünde şöyle demişsiniz:
"Bir ülkede cumhurbaşkanının, en azından tüm seçmenin %51’inin çoğunluk oyuna dayanması gerekmez mi?"
Hiç kimse kusura bakamasın fakat, Türkiye'de seçim kanunu yok mu? Anayasa'da Cumhurbaskanının nasıl
seçileceği belirtilmiyor mu? Yani kısacası Türkiye'de Cumhurbaskanı ilk defa mı seçilecek?
Siz "Bir ülkede Cumhurbaşkanının, en azından tüm seçmenin %51’inin çoğunluk oyuna dayanması gerekmez mi?" diye sorduğunuza gore, herhelde bugune kadar seçilen bütün cumhurbaskanlarının tüm seçmenin en azından %51 oyunu aldığını iddia ediyor olmalısınız.
Fakat unuttuğunuz bir nokta var ki, Türkiye'de Cumhurbaskanını seçmen seçmiyor, kısacası bugünkü
Cumhurbaşkanı seçenin %51'inin oyunu değil fakat halktan bir tane bile oy almadı.
Eğer gerçekten Cumhurbaskanı olacak olan kişinin seçmenin %51'nin oyunu alması gerekiyorsa,
Cumhurbaşkanını halk doğrudan seçer, fakat bu hiçbir zaman iki veya üç ay sonraki seçim için değil fakat 7 sene sonraki seçimde geçerli olabilir.
Neyse bütün bunları siz de biliyorsunuz fakat laf olsun diye yazıyor olmalısınız. Seçim sonuçları işinize gelmediği zaman yaygarayı basmaya başlıyorsunuz.
Ali Rıza ILIMAN- Şili (Güney Amerika)
Paylaş