KÖŞENİZDE rumuzlu bir okur mektubuna dayanan “ATO Başkanı Bezci Ucuz laf edemez” başlıklı yazınızı okudum. Ankara Kalesi ve Saraçoğlu Evleri’ne AVM önerisi şeklinde eleştirel yaklaşıma kızmıyorum ancak düzeltme gereği duyuyorum.
Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay ile de paylaştığım ve kendilerinin de aynı paralelde düşündüğünü ifade ettiği Ankara Kalesi ve Saraçoğlu Evleri için önerim şudur: 1- Ankara Kalesi’nin bulunduğu alana hiçbir yeni yapı eklenmeksizin, mevcut binalar aslına sadık kalınarak restore edilmeli. Bunu yaparken de Ankara Kalesi içerisinde binalar, kafe, mağaza, butik otel, ihtisas müzeleri, kültür evleri, sergi alanları olarak düşünülmeli. Böylece cazibesini tamamen kaybetme tehlikesi altında olan Kale yeniden çekim alanı haline gelebilir.
BAŞKENTİN HAFIZASI
2- Saraçoğlu Evleri, Ankara’nın ilk kamu lojmanları olup, neredeyse yıkılacak bakımsız bir haldedir. Ancak Ankara’nın en güzel ve değerli alanlarından biridir. Bu haliyle Saraçoğlu Evleri gerçekten içimizi sızlatmaktadır. Burası için yaptığım öneri de bu alana hiçbir yeni yapı eklemeden evlerin restorasyonu ve evlerin, müze, kafe, mağaza ve kültürel alanları haline dönüştürülmesidir. Önerim, yapı itibariyle tamamen İstanbul’daki Akaretler mantığıdır. Yani yıkmak yenilerini yapmak değil, ‘korumak’tır. Aynı alanda yer alan eski Kütüphane ise bir müze haline getirilebilir. Ben mimar olmam nedeniyle kentlerin kültürleri ve kimlikleri ile yaşamaları için binaların da korunması düşüncesindeyim. Yurt dışına gittiğimizde yüzyıllardır korunan binaları gördüğümde içim acımıştır. Biz neden koruyamıyoruz, diye. Kentlerin hafızaları vardır ve bu hafıza silinmemelidir. Yeni bina yapmak da gerekir, gökdelen dikmek de. Ancak bu iki alan için şehrin hafızasına dokunmak cinayettir. Şimdi bütün bu önerileri neden yapıyorum.
EKONOMİ BÜYÜMELİDİR
Ankara ekonomisinin büyümesi gerekiyor. Refahı artırmamız gerekiyor. Bu nedenle şehrin atıl kapasitesini açığa çıkarıp Ankara’ya turist getirmemiz şart. Ankara’da kongre, sağlık, kültür turizmini geliştiremezsek şehirde bir tane büyük şirket kalmayacak. Bankalar zaten İstanbul’a gitti. Holdingler, şirketler de giderse, benim bu önerilerimi farklı değerlendiren arkadaşımız da refahlarını kaybederler. Bir ticaret odası başkanı olarak bu durumda kaygı duyacak ilk kişi benim. Kaygı duymazsam bu koltukta oturmamam gerekir. ‘Ucuz laf etmediğim’in bu açıklamalarımla anlaşılmasını diliyorum. Salih BEZCİ-Ankara Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Dost ateşi
SAVAŞAN tarafların en büyük baş ağrılarından biri ‘Dost ateşi’ denilen tarafların kendi asker veya sivillerini vurmasıdır. Savaşın kargaşasından ve istihbaratın hiçbir zaman mükemmel olmamasından kaynaklanan bu durum, bazan bir ordunun savaşı kaybetmesine bile neden olur: Meselâ, Amerikan İç Harbi’nde güneyin dâhî komutanı, düşmanı her zaman durmaya zorladığı için kendisine ‘taşduva’(=Stonewall) lâkabı verilmiş olan General Thomas Jonathan Jackson kendi askerleri tarafından kazayla vurulup ölmüş, bu da Güney’in savaşı hızla kaybetmesiyle sonuçlanmıştı. Uludere’de yaşanan faciâ, sadece ölenlerin ve ailelerinin değil, tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının büyük kaybı ve acısıdır. Bu faciâdan Silahlı Kuvvetlerimizi ve hükûmetimizi ortada kasıt varmış gibi davranıp suçlamak sadece insafsızlık değil, savaşı tanımamanın verdiği cehaletin ifadesidir. Arzulanan şey, savaşın hiç olmamasıdır: Bu sivil ve asker her bireyin isteğidir. Ordumuzun veya hükûmetimizin başka türlü düşündüğü sanılmamalıdır, zira savaşta ölecek olan asker (generaller dahil!), sorumluluk altında kalacak olan da hükûmettir. Ancak barış tek taraflı olamaz, anlaşmazlık içinde olan her iki tarafın da içten isteği ile ve üçüncü kişi veya grupların aradan çıkarılmasıyla gerçekleşebilir. Güneydoğu illerimizde yıllardır hüküm süren felâket ne Kürt’ün, ne de Türk’ün arzusu olabilir. Gerek alevlendiği zamanların özelliklerine, gerekse de kullanılan silâh ve diğer imkânların kaynaklarına baktığınız zaman, bu felâketin gerçek yaratıcılarını görürsünüz. Bu köşenin okuyucuları benim ne kadar şiddetli bir AKP iktidarı eleştirmeni olduğumu iyi bilirler. Ancak zaman ordumuz ve yöneticilerimiz etrafında ? pek fecî bir kaza sonucu vefat eden merhum vatandaşlarımızın tüm sevdikleri dahil ? milletçe kilitlenme zamanıdır. Bu, ordumuzu ve bizi yönetenleri eleştirmeyelim demek değildir; ama eleştiri, eleştirileni yıkmak değil, güçlendirmek için yapılan ikazdır. Bunu unutmayalım. A. M. Celâl ŞENGÖR