Paylaş
Böyle beklenmeyen çıkışlar, iki bakanın önünde yaşandı. Başkonsolos Batı Trakyalılara kızıyordu, İskeçe Müftüsü ise Türkiye’den gelen karıştırıcı ‘ziyaretçiler’den yakınıyordu.
Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği’nin Batı Trakya’ya daha yakın olan Keşan’daki geleneksel iftarı bu yıl, Gümülcine kökenli Mehmet Müezzinoğlu’nun bakan olmasından sonra Edirne merkeze alındı. Karaağaç-Meriç kıyısındaki Lalezar’da verilen iftar gayet mütevazı idi. Derneğin başkanlığını da Av. Burhanettin Hakgüder’den sonra Taner Mustafaoğlu üstlenmişti. Gümülcine ve İskeçeci Türklerden 150 kadarı sahurdan sonra Yunanistan’a döndüler.
İftara, başa dönersek... İki taraftan aşağı yukarı 15 kişi konuştu; Batı Trakyalılar sanki ‘ağlama duvarı’ydı... Yunanistan Parlamentosu’nun PASOK üyesi Ahmet Hacıosman “Yunanistan’da zor şartlar altında yaşadıklarını, artık insanca yaşamak istediklerini” belirtirken, yıllar önce trafik kazasında ölen Sadık Ahmet’in kurduğu Eşitlik ve Barış Partisi Genel Başkanı Mustafa Ali Çavuş “Batı Trakya’da hiçbir zaman rahat bir nefes alamadıklarını, hep azınlık kaldıklarını” vurguladı.
Seçilmiş müftülerden Azınlık Danışma Kurulu Başkanı İbrahim Şerif’in, ses tonu hayli yüksek konuşmasında Türkiye’ye dönük ‘iğnelemeleri’ vardı... (Acaba Türkiye’den sık sık gelen tarikat ve cemaatçilere miydi bu sözleri?) Herkes şaşırdı. “Batı Trakya’da mücadele edenlerle etmeyenleri, dinlenmesi gerekenleri ayırt edin artık” diyerek bir endişesini de şöyle dile getirdi:
“Yoksa Batı Trakya elden gidiyor. Batı Trakya’ya iyilik yapmak isteyenler hep yanımızda olsunlar. Ben, Ahmet Sadık’la cezaevinde yattım; uğradığımız haksızlıklara karşı Yunanistan’ı mahkemeye verdik. Artık kral çıplak. Bunları bugün konuşmazsak yarın kapı arkasında konuşuruz”.
Gümülcine Başkonsolosu İlhan Şener de konuşmasında daha ağır ifadeler kullandı:
“Başmüftümüz ‘Kral çıplak’ dedi... Aslında ‘Kral çırılçıplak’ demek lazım! Çünkü birlik içinde değiliz. İnsanlar birbirlerinin arkasından dedikodu yapıyorlar, birbirlerini gammazlıyorlar, sonra da birbirlerinin yüzüne bakamaz hale geliyorlar”.
Başkonsolosun açık olarak söyledikleri şuydu:
“Azınlık davasına sahip çıkınız... Okullarınıza sahip çıkmıyorsunuz. Kuran kurslarına gidenlere bakınız... Yarın -10 yıl sonra- camilerde namaz kılacak cemaat olmayacak”.
Karamsar tablo üzerine, topluluğun ‘abisi’ sayılan Sağlık Bakanı ve Edirne Milletvekili Dr. Mehmet Müezzinoğlu herkesi uyardı:
“Bardağın boş tarafına bakarak moralimizi ve motivasyonumuzu bozmak yerine, geleceğe umutla bakan, geleceğe güvenle bakan, ‘Yarınlar Türkiye’nindir’ ” dedikten sonra ekledi:
“Kral çıplak değil, bu konuda aynı düşüncede değilim... Kral çıplak değil, kendi çıplaklıkları ortaya çıkmak üzere olanlar ‘Kral çıplak’ diyorlar” dedi. (Bu sözler İbrahim Şerif’e yönelik olarak anlaşıldı.)
Aslen Gümülcineli olan CHP Edirne Milletvekili Kemal Değirmendereli, Batı Trakyalıları “Mustafa Kemal’in evlatları hoş geldiniz” diyerek selamladı ve “Rum vakıflarına karşı gösterdiğimiz iyi niyetin karşılığını Batı Trakya’da göremiyoruz” dedi. (Her iki Bakan da Atatürk’ün büyüklüğünü anan ifadeler kullandıklarını da unutmadan eklemek gerekiyor.)
Ulaştırma, Haberleşme ve Denizcilik Bakanı Binali Yıldırım, “Mısır’da olanlara darbe diyemeyen Batı’nın ağzının mühürlendiğini” söyledi ve Batı Trakyalılara şöyle hitap etti:
“Dayanışma içinde olacağız. Hakkımızı, hukukumuzu aramak için elimizden gelen gayreti göstereceğiz. Çünkü oralar Evlad-ı Fatihan yurdudur. Oralar bizimdir. Güçlü bir Türkiye her zaman, her yerde bu mücadelede kazanacaktır. Onun için 10 yıldır ülkemize yatırım yapıyoruz. Onun için, ülkemizin geleceği için...”
KİMLER KATILDI
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Yıldırım, SağlıkBakanı Mehmet Müezzinoğlu’ndan başka şu isimler dikkat çekti: Mlletvekilleri; Hakan Çavuşoğlu (AKP, Bursa), Recep Gürkan (CHP, Edirne), Kemal Değirmendereli (CHP, Edirne), Haluk Ahmet Gümüş (CHP, Balıkesir); Seçilmiş müftüler: İbrahim Şerif (Gümülcine), Ahmet Mete (İskeçe); Edirne Valisi Hasan Duruer, Belediye Başkan Yardımcısı Ertuğrul Tanrıkulu, Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, Gümülcine Başkonsolosu İlhan Şener; CHP İl Başkanı Oktay Bozkurt, Aydın Özcan (Gümülcineli, İzmir’den son seçimde 1200 oyla seçimi kaybetti)
Trabzon Ayasofya Müzesi’nin cami yapılması kültürel suçtur
GEZİ Parkı’na Topçu Kışlası yapılması tartışması henüz sonlanmamışken bu sefer de Trabzon’daki Ayasofya Müzesi’nin camiye dönüştürülmesi, gündemi başka türlü meşgul etmeye başlamıştır. Ayasofya Müzesi’nin Fatih Sultan Mehmet Vakfı’nın mülkiyetinde bulunduğu gerekçesiyle mahkeme kararıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devri sonrasında sanki orada Müslüman vatandaşlarımıza hizmet verecek cami yokmuşçasına alelacele mihrap ve minber yerleştirilerek yeniden camiye dönüştürülmesi kanaatimizce hukuki bir karardan ziyade siyasi bir karardır.
Fatih Sultan Mehmed Han Vakfı’na ait olduğunu kanıtlayacak herhangi bir belge olmadan yapılan bu işlem hem iç hukuka hem de uluslararası hukuka aykırıdır.
Bölgenin 800 yıllık tarihine tanıklık yapan Ayasofya hiçbir kimsenin, hiçbir dinin ve hiçbir inancın malı değil, insanlığın ortak mirasıdır ve bu nedenle “MÜZE” olarak kalmalıdır.
Bilindiği üzere, 1250-1260 yılları arasında Trabzon’da yaptırılan geç Bizans dönemi özelliği taşıyan ve Trabzon’un Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461 yılında fetihten sonra camiye çevrilen Ayasofya, 1957 yılında dönemin Başbakanı Sayın Adnan Menderes’in onayı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Edinburg Üniversitesi işbirliğinde restore edilmiştir.
Restorasyon sırasında fresklerin üzerlerinin açılması nedeniyle camide namaz kılmanın İslami yapıya aykırı olduğu düşüncesiyle mahallede yeni bir cami yapılarak ibadete açılmıştır. Bu sebeple cemaatten yoksun kalan Ayasofya’nın 1964 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü uhdesinde müze olarak hizmet verilmesine karar verilmiştir.
Ancak, 1996 yılında Ayasofya Müzesi’nin Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı’nın mülkiyetinde bulunduğu Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğünce, Trabzon Asliye 2. Hukuk Mahkemesi’nde haksız müdahalenin önlenerek Vakıflara devredilmesi talebiyle dava açılmıştır.
Söz konusu mahkeme; Taşınmaz Kültür Varlıkları Yüksek Kurulu’nun 4.9.1985 gün ve 1426 sayılı kararı ile korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilen ve Aynı Bakanlığın Ankara Bölge Kurulu’nun 24.01.1986 gün ve 835 sayılı kararıyla Türk cami mimarisi özellikleri taşımadığı, kilise özelliklerinin yanında iç duvarlarındaki freskleri, zemin mozaikleri ve dış duvarlarındaki kabartmaları ile bu yapıya cami fonksiyonu verilmesinin uygun olmadığına karar verilen söz konusu yapı üzerindeki Kültür Varlıkları Yüksek Kurulu kararlarının kaldırılmadan haksız müdahaleden sözedilemeceğini belirterek davanın reddine karar vermiştir ve bu karar Yargıtay tarafından onanmıştır.
Bu karar üzerinden on yılı aşan bir süre sonra Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğünce 2011 yılında Trabzon Asliye 1. Hukuk Mahkemesine haksız müdahalenin önlenmesi talebiyle yeniden açılan davanın reddedilmesi üzerine Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğünce Yargıtay nezdinde temyiz edilmiştir. Ancak Yargıtay 1. Hukuk Dairesi ise, her ne kadar Yüksek Kurulun söz konusu yapının müze olarak kalmasına dair kararı olsa da bu konuda asıl yetkinin mülk sahibi olan Vakıflar İdaresine ait olduğu gerekçesiyle yerel Mahkemenin kararını bozarak iade etmiştir. Trabzon 1. Asliye Hukuk Mahkemesi bu kez Yargıtay’ın bozma kararına uyarak açılan davanın kabulü ile Kültür Bakanlığının Vakıflar İdaresine ait yere olan müdahalesinin önlenmesine dair yeni bir karar vermiştir. Bu karar Trabzon Muhakemat Müdürlüğünce Yargıtay nezdinde temyize gidilmiş ise de dava kaybedilmiş ve Kültür ve Turizm Bakanlığınca Vakıflar Genel Müdürlüğüne devir işlemleri başlatılmıştır.
Ayasofya’nın Fatih Sultan Mehmet Vakfı’na ait olduğunu kanıtlayacak herhangi bir belge olmamasına, Türk cami mimarisine uymadığı, kilise mimarisi özellikleri taşıması nedeniyle müze fonksiyonu verilmesine ilişkin Anıtlar Yüksek Kurulunun kararı göz ardı edilerek söz konusu tarihi yapıda bazı iç idari kararlarla fonksiyon değişikliğine gidilerek ikinci defa camiye çevrilmesi hukuka aykırılık teşkil etmektedir. Bu durum 1923 mübadelesine kadar Osmanlı döneminde statüsünde herhangi bir değişiklik olmayan ve eski işlevini aynen sürdüren gayrimüslim vakfı statüsünde bulunan diğer vakfiyelerin de sahiplerine bırakılmasını gündeme getirecek mahiyetinde olup ileride ülkemizi başka sorunlarla karşı karşıya bırakacağı aşikardır.
Ayasofya Müzesi’nin bulunduğu mahallede halkın rahatlıkla ibadetlerini yapabilecekleri üç cami ve bir o kadar mescit varken ve müze olarak kullanılmasına daha çok ihtiyaç duyulurken cami olarak tekrar kullanıma açılmasındaki amaç Müslüman vatandaşlarımıza hizmetten ziyade yakın tarihle hesaplaşma ve siyasi çıkar sağlamaktır. Aynı zamanda Trabzon’un kültürel yapısıyla da bütünleşen Ayasofya’yı cami yapmak, umudunu turizme bağlayan Trabzon’a karşı da büyük bir haksızlıktır.
Osmanlı döneminde cami olarak kullanılan ve Cumhuriyet kurulduktan sonra müzeye çevrilen kiliselerin yeniden camiye çevrilmesini Arkeologlar Derneği olarak kaygıyla takip etmekteyiz. Müze iken açıkta kalabilen Hıristiyanlığa dair simgelerin, duvar resimlerinin, mozaiklerin ibadete açıldığında namaz vakitlerinde perde ile örtülmesi ise akla ve mantığa uygun değildir. Ayasofya gibi dünya kültür mirasına aday olabilecek bir müzenin niteliklerinin yok edilmesi, evrensel kültüre ve insanlığa karşı işlenen bir suçtur. Cami olarak gereksinim yokken kilise ruhuyla inşa edilmiş mekanların bu tür kullanımlara açılmak üzere restorasyon adı altında bozulmasına izin verilmesi hukuk eliyle yapılan bir kültür cinayetidir. 2863 sayılı Yasaya göre tarihi eserlere izinsin izinsiz çivi akmak bile suçken kiliseden camiye, camiden müzeye çevrilen Ayasofya’nın, elli yıllık müze geçmişinden sonra tekrar camiye çevrilerek yapboz tahtası haline dönüştürülmesi hangi vicdana sığmaktadır. Bu tutum 1453 yılından bu yana kültürel anlamda bugünkü çağdaş anlayışa göre hiçbir ilerleme kaydetmediğimizin açık bir göstergesidir. Tarihi değeri olan böylesi değerli kültür abidelerinin siyasete bulaştırılmadan müze, sanatevi, toplantı salonu olarak değerlendirilmesi ve korunarak gelecek kuşaklara evrensel kültür mirası olarak aktarılması gerekmektedir. Bölgenin sekiz yüz yıllık tarihine tanıklık yapan Ayasofya hiçbir kimsenin, hiç bir dinin ve hiç bir inancın malı değil, insanlığın ortak mirasıdır ve bu nedenle “MÜZE” olarak kalmalıdır.
Binnur ÇELEBİ-Arkeologlar Derneği Başkan Yardımcısı
Üç akımı bağdaştıran bir aydındı
PROF. Dr. Alpaslan Işıklı’nın 13 Temmuz günü beklenmeyen ölüm haberi, bizim çevremizin zihinlerini işgal eden en önemli olayı herhalde bu oldu. İlerici Sendikacılar, aydın öğretmen çevreleri, ADD üyeleri içinde onun herhangi bir konferansında dinlememiş olan zor bulunur. Çünkü Alpaslan Işıklı, son 25-30 yılın en önem verilen, konferans için ilk akla gelen isimlerindendi. Sendikacılık, iş ilişkileri başta olmak üzere birçok kitaba da imza attı.
Gerisini onun dostu Zeki Sarıhan’ın, arkasından yazdıklarından özetleyelim:
“Yerini zor beğenen bir aydındı. Bunun örnekleri hayat hikâyesini anlattığı ve 2003’te yayımlanan ‘Gün Doğmadan’ adlı kitabında vardır. Anlattığına göre geçmişte, TİP, SHP-CHP ve DSP üyesi olmuş, hiç birinde rahat edememiş veya ona rahat vermemişlerdi. Kurulması için onca emek verdiği Öğretmen Sendikası ile de arası açıktı. Bir ara ADD Yönetim Kurulu üyesi olmuşsa da daha sonra dernekte girdiği seçimleri ekip olarak kaybetmişlerdi. İP’li diye ‘suçlanınca’ kendisinin CHP’li olduğu söylemek zorunda kaldı. Işıklı, İP’nin birçok programına katıldığı halde üye olmayı nedense kabul etmedi.
- Işıklı iddia sahibi ve bunda ısrar eden bir aydındı. Etkili bir konuşmacıydı. Kendini dinletmeyi bilirdi. Son 25-30 yılın Kemalist-Devrimcileri tarafından en çok tercih edilen konuşmacısıydı.
- TİP’li olması ise 1960’dan sonra yükselen sosyalist harekettir. Ancak o, kendini her ikisine de mensup sayıyordu. Hatta 1998’de yayımlanan ‘Kemalizm, Sosyalizm ve Din’ adlı kitabında bu üç akımı kolayca bağdaştırmıştı.
- Sina Akşin’in, Türkiye’nin çok partili hayata erken geçtiğini ve İnönü’nün bu konuda hata ettiğini söylediğinde; Alpaslan Işıklı ise demokrasiyi Atatürk’ün kurduğunu ve bunun sınırlarını genişletmeye uğraştığını, yakınlarının bunu engellediğini, Atatürk rejiminin 1938’de kesintiye uğradığını söylemiştir.
- Bir toplantıdaki soruma “Gelecekten umutlu değilim” demesi beni hayrete düşürmüştü. Bu yalnız o anki ruh hali olabilirdi. Çünkü inandığı dava için mücadele etmekten vazgeçmedi. Son yönetici görevi, Öğretim Üyeleri Derneği Genel Başkanlığı idi.
- Gezi Direnişi’ni görmek kim bilir hepimiz gibi onu ne kadar mutlu etmiştir. Sanırım gözleri açık gitmemiştir.”
Son derece alçak gönüllü, sevecen, eylemci ve dik duruşuyla Işıklı Hoca’yı çok arayacağız.
İstanbul’da imam hatip lisesi sayısı 65 oldu
İSTANBUL Milli Eğitim Müdürü Dr. Muammer Yıldız, Cumhurbaşkanı Gül’ün eşinin adının bir okula verilmesi konusunda bir teklif ve tasarruf olmadığını açıkladı ve “Bu karşılığı olmayan bir ifadedir” dedi. Kendisinin başkanlığında ‘Okullara Ad Verme Komisyonu’na böyle öneri gelmediği gibi kendilerinin de böyle bir düşüncesi olmadığını söyledi.
İstanbul’da anaokulu dahil 6 bin okul bulunduğunu, imam hatip lisesi sayısının 65 olduğunu söyledi.
Biliyor musunuz
Adalar ve Silivri yağma soruları
-CHP Milletvekili Dr. Sezgin Tanrıkulu’nun, Başbakan Erdoğan’a “Kanal İstanbul Projesi’nin yapılacağı ve 3. köprü uzantı yolunun geçeceği Silivri bölgesinde, önceki yıllarda 358 dönüm (358 bin metrekare) arsa satın alan firmanın ismi nedir? İlgili firmanın bu arsalarda gerçekleştirdiği katma değer yaratıcı yatırımlar mevcut mudur? Aynı bölgede tapu kaydında maliki kısmı boş bırakılan 417 bin metrekarelik arsayı satın alan kişinin de partinize yakın veya üye bir isim olduğu iddiası doğru mudur? Söz konusu arsayı kim satın almıştır? Kanal İstanbul Projesi’nin yapılacağı ve 3. köprü uzantı yolunun geçeceği Silivri bölgesinde 2002-2012 yılları arasında Hazine’ye ait arazi-arsa satışları olmuş mudur? Bu bölgede Hazine’ye ait toplam kaç dönüm arazi satılmıştır? Hazine arazileri satışları sırasında bilirkişi değer tespitleri yaptırılmış mıdır? Satışına karar verilen Hazine arazilerine imar uygulaması yapılarak, arazilerin Hazine lehine yüksek fiyatlarla satılması sağlanmış mıdır? Hazine’ye ait arazilerin bir dönüm satış fiyatı, 2002-2012 yılları arasında her bir yıl için ortalama ne kadar olarak gerçekleşmiştir?” diye sorduğunu...
-YASSIADA ve Sivriada’nın imara açılması konusunda İBB Meclisi’nde konuşan CHP’li Adalar Belediye Başkanı Dr. Mustafa Farsakoğlu, AKP hükümetinin Adalar’dan elini çekmesini isteyerek, “Bu plan % 65 imar izni demektir, Yassı ve Sivriada’ya verilen imar izinleri buralarla sınırlı kalmayacak, korkumuz bu imar talanının diğer adalara sıçramasının kaçınılmaz olmasıdır. İstanbul’un siluetine hançer vuran AKP binlerce yıllık Adalar siluetine de AKP hançerini saplayacaktır” diye konuştuğunu...
Paylaş