ANKARA İl Genel Meclisi Başkanı Emrullah Eren gazetenize yaptığı eleştiride, "Ankara mutlu güzel bir şehirdi, yaşanması çok kolay bir şehirdi, zorlaştırıldı. İnsan unsurunu hiçe sayarak olaya motorize gözle bakıyoruz. Yolları otomobillere göre yapıyoruz. Otomobil rahat gitsin diyoruz. Oysa yayayı odağa almalıyız. Arabadan inmiyor mu arabadaki?" demiş.
Ben de yaşadığım bir zorluğu sizinle paylaşmak istedim, hemen her hafta gittiğim Gümrüğe aracımın bozulması sebebi ile Sıhhiye’den belediye otobüsü ile gitmeye karar verdim, Fatih Sultan Mehmet Bulvarı ile Anadolu Bulvarı’nın kesiştiği köprüyü geçince indim. Karşıya geçmem gerekiyor ama mümkün mü İstanbul yolu sanki F1 pisti... Yayaların girmesi yasak değil ama, yürek istiyor. Çünkü araçlardan kurtulup oldukça yüksek olan orta refüje çıkmak için sıkı bir yüksek atlamacı olmam lazım. İlk seferde geçemezsem ikinci bir şansa fırsat kalmaz diyerek vazgeçtim. Kendi kendime köprünün altından geç kendini rizikoya sokma dedim ve öyle yaptım geri döndüm. Gimat yönünden gelip İstanbul yoluna araçların dönüş yaptığı yoldan karşıya geçtim. Orada nispeten daha alçak, lakin çift korkuluklu çelik halatlı engelden atlayarak çimenlerin üzerine çıktım, (Allahtan ’çimlere basmayın’ yazmıyor) çünkü kaldırım yok, ya caddeden gideceksiniz ya çimden bu durum gümrüğe girişime kadar devam etti, orada çalışanlar hergün kullanmak zorunda olanlara üzüldüm.
Gümrüğe her gün onlarca yabancı TIR şoförü geliyor. Tam yol kenarında Akköprü yönünden gelen Hatip Çayı akıyor. Geçenlerde bir okuyucunuz köşenize 1222 yılında Alaattin Keykubat tarafından yaptırılan Akköprü’nün altından akan pis suyun Yenimahalle civarına çok ağır pis koku yaydığını yazmıştı. Daha önceleri her kim temizlemişse (TCDD, Ambarlar Bölge Müdürlüğü arkası Gümrük yolu) bu bölümde dere yatağı temizlenmiş. Temizlenip çıkarılan pislik ve molozları götürmek yerine de dere kenarında tepecikler oluşturarak enterasan bir manzara elde etmişler. İnanın ben her gittiğimde oradaki yabancı şoförlerden utanıyorum. Sanki üçüncü dünya ülkesinin çöp toplama alanına giriş yapıyorsunuz. O molozları oradan kaldırıp, yeşillendirmek bu kadar mı zor?
Ayrıca Başkanımız Melih Gökçek benim bahsettiğim bölümden lütfen karşı tarafa yaya olarak geçmeyi bir denesin... Herhalde yeni bir düzenleme getirir, yoksa orada oluşacak yaya ölümlü kazaların önüne geçmek çok zor!
Recai IRMAK
Kızılay metrodaki plazmalar ne oldu
ANKARA’da yaşayan bir vatandaş olarak Kızılay’da bulunan metro alt çarşısının her tarafına 2-3 yıl önce haddinden fazla olarak monte edilen plazma tv’ler bir kaç ay önce söküldü, ortadan kayboldu. Daha sonra askı aparatları duruyordu. Geçen gün onlar da ortadan kayboldu. Hepsi birden aniden bozulamamıştır heralde. Bu televizyonların akıbeti hakkında bilgi verebilir mi bize belediye yetkilileri yada merakımla yaşamaya devam mı edeyim. Ülkenin vatandaşın parası nasıl olurda böyle hesapsızca harcanır.
Krallıkla yönetilsek bile böle bir şey olacağını sanmam.
Mustafa VATAN
Turizm bütçemiz personel maaşı kadar
SON aylarda eşim ile beraber muhtelif ören yerleri ile müzeleri gezme fısatı bulduk. Her biri ayrı tarih her biri ayrı medeniyet olan bu yerler nedense çok bakımsız, göz ardı edilmiş ve gereken önemi görmemişler.
Gelişmiş batı ülkelerinde herhangi bir tarihi yere gittiğinizde ilk göze çarpanlar temizlik, düzen, eskinin korunarak onarılmış olması, hediyelik eşya satan bir dükkan, kafe, gayet doyurucu bilimsel açıklamalar ve rehberlik hizmetleri göze çarpan unsurlar olur. Yani batı toplumu sadece tarihi korumakla kalmıyor aynı zamanda o tarihin gelecek nesillere taşınmasını ve yöresel eknomik güç olmasını sağlıyor. Bizim tarihi yerlerimizde ise belki bir bekçi ile hemen yanınıza gelen ve turistlerden öğrenilmiş çat pat İngilizce konuşan bir iki çocuktan başka bir şey görmezsiniz. Bırakın gelecek nesillere bir şeyler aktarmayı mevcudu bile koruyamadığımızı görmek insanın içini acıtıyor.
19 Ekim tarihli gazetelerden birinde; "bu yıl 500.000 yabancı turistin kültürel amaçlarla ülkemizi ziyaret etmesinin beklendiği" yazıyordu. Bu sayının az olmasını bir yana bırakalım mevcudu ne kadar iyi anlatıyoruz, yerli turiste ne kadar ulaşıyoruz ya da çocuklarımızın bu imkanlardan faydalanmasını sağlayabiliyormuyuz o bile meçhul.
Maliye Bakanlığı’nın verileri esas alındığında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2008 yılı bütçesi yaklaşık 826 milyon YTL. Toplam bütçenin 234 milyar YTL olduğunu görünce Bakanlık bütçesinin ne kadar yetersiz olduğunu anlıyor insan. Bacasız sanayi denilen turizmi yöneten, yönelendiren ve geliştirecek olan kurumun kaynağı nerede ise personel maaşlarını bile ödemekten aciz.
Bunca olumsuz durumun yanısıra iyi olan bir şey bulamazmıyız diye sorarsanız tabii ki var. Efes, Meryem Ana Kilisesi veya tarihsel açıdan popüler başka yerlerin haricinde gözlerden uzak bile olsa Burdur Müzesi, Sagalassos antik kent arkeolojik çalışmaları, Gaziantep Mozaik Müzesi, Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve belki benim aklıma gelmeyen başka yerlerde var. Ancak ülkemizin tarihi zenginliği düşünüldüğünde bunlar yeterli değil.
Eleştirmek kolay önerin ne diye soracak olursanız aslında cevap basit. Güzel örnekler istenirse çok şey yapılabileceğini gösteriyor. Evet insan ve mali kaynak lazım bunu hepimiz biliyoruz ancak Burdur Müzesi ya da Gaziantep Mozaik Müzesi ne yapılabiliriz sorusuna en güzel cevap.
TUİK verilerine baktığımızda 2008 yılının ilk altı ayında ortalama bir turistin Türkiyede bıraktığı dövizin 650 USD civarında olduğunu görüyoruz. Özellikle ’kültür turizmi’nin yoğun olduğu yılın ilk aylarında bu değer ortalama 745 USD, deniz-güneş tatili için gelinen Nisan-Haziran döneminde ise ortalama 620 USD civarında. Yani kültürel gezi amacıyla gelen turist deniz ve güneş için gelen turiste göre nerede ise %20 daha fazla para harcıyor. Sadece bu bilgi bile bizim kültür turizmine ne kadar eğilmemiz gerektiğini gösteriyor. Toplumsal kalkınma, kültürel gelişme, daha sağlıklı ve bilgili nesiller yetiştirme gibi asıl faydaları bir kenara bırakıp sadece ekonomik verilere bakınca bile artık üzerinde daha fazla çalışmamız gerektiğini görmemek için kör olmak gerek.