Paylaş
Konunun kayda değer oluşu nedeniyle ismi saklı bir okurun söylediklerini özetliyoruz:
“1- KKK’da kaç sınıf vardır? Bu sınıfların çalışma yerleri nerelerdir?
2- Bu sınıfların doğu ve batı şehirlerinde kalma süreleri ne kadardır? (Bir ulaştırma sb/astsb ile piyade sb/astsb kaç kez atama görmektedir.)
3- Bütün sınıfların yıpranma payları aynı mıdır? (İç güvenlikte, mekanize birlikte, hudutta çalışan veya yardımcı sınıf olarak karargâhta ve geri hizmette çalışan personelin yıpranması aynı mıdır? Eğer aynıysa çalışma şartları ve riskleri aynı mıdır?)
4- TSK içerisinde çalışan muharip personel (piyade ve tank) eşitlikle birlikte gelen adaletsizlikten yakınmaktadırlar. Eşit yıpranma, eşit atama ve eşit ücret. Bu ilk bakışta çok güzel görülebilir, ama iş eşit değil, şartlar eşit değil ve risk eşit değil. Birine öl derken, diğerine ekmek yap, bandoculuk yap, hesap yap, harita çiz diyorsun, sonra da siz hepiniz aynı haklara sahipsiniz diyorsun.
5- Mağdur olan personeller aile bütünlüğünü koruyamadıklarını (Boşanmaların çoğunluğu muharip personellerden olduğunu) ve çocuklarına iyi bir gelecek veremediklerini belirtmektedirler.
Sayın Genelkurmay Başkanım, bu konuda hem kamuoyunu hem de personellerini aydınlatmasını rica ederiz.
NOT: Amerika’da paralı askerler için yıllık sözleşmeler yapılmaktadır. Mesela istihkâm er sözleşme başlangıç fiyatı 23 bin dolarken, piyade er sözleşme başlangıç fiyatı 40 bin dolardır.”
Hafriyatta ‘Deli Dumrul‘
HAFRİYAT konu olunca ben de yazmak istedim. Gaziantep’te yaşıyorum, inşaat mühendisiyim, müteahhitlik yapıyorum. Hafriyatla ilgili büyük sıkıntılar yaşıyoruz. Belediye, çıkardığı bir yönetmelikle bakanlığın yasasını dikkate almıyor. Hafriyat şirketi yerinde bertaraf edilip hafriyat sahasına dökülmeyen atıklar için bile ‘şehir eşkıyası’ zorbalığıyla belediyeden aldığı güçle müteahhitlerden ciddi paralar alıyor. Şikâyet edip hakkınızı aramak istediğinizde daha çok üstünüze gelip sindirmeye çalışıyorlar. Sürekli hafriyat çıktığı için de kimse kötü olmak istemiyor ve bu deli dumrul düzeni sürüp gidiyor.
Cem ÖRNEK
Akar: Kan taşımada o firmayla bağımız yok
‘KIZILAY da mı özelleştirildi’ (20 Eylül) başlıklı, kan taşımacılığı üzerine endişelerini ileten bir okurumuzun yazısına, Kızılay Genel Başkanı Ahmet Lütfi Akar ayrıntılı bir yanıt gönderdi; bir yanlış anlama olduğunu söyledi, gerçek bilgileri aktardı, Akar şöyle dedi: “Öncelikli olarak SB Uluslararası Taşımacılık İç ve Dış Ticaret firması tarafından yapıldığı belirtilen ‘kan teslimine’ ilişkin yanlış ifadeleri düzeltmek isteriz. İlgili firmanın Türk Kızılayı ile hiçbir bağının olmadığı gibi firma tarafından yapılan kan taşımacılığı işinin de Kızılay’ın kan ve kan ürünlerinin taşınmasıyla hiçbir ilgisi yoktur. Adı geçen firmadan İzmir Aile Sağlığı merkezlerinde tedavi gören hastalardan alınan kan örneklerinin merkezi laboratuvarlara taşınmasından sorumlu olduğu bilgisi alınmıştır. Firmanın Kızılay’a bağışlanan kanların sevkiyatıyla ilgili herhangi bir hizmeti söz konusu değildir.
Türkiye’de kan bağışı alma, hastanelerin kan ihtiyacını karşılama konusunda tek yetkili kuruluş Türk Kızılayı’dır. Ülke genelinde kan ve kan ürünleri kullanan 1.592 hastane bulunmaktadır. Bu hastanelerin 1.550’sinin kan ve kan ürünleri taleplerinin tamamı Türk Kızılayı tarafından karşılanmaktadır. Türk Kızılayı bünyesindeki 15 Bölge Kan Merkezi, 62 Kan Bağış Merkezi ve 2.529 uzman personeli ile ülkemizin kan ihtiyacını karşılamaktadır.
Türk Kızılayı, Sağlık Bakanlığı tarafından kan alımı yetkisi verilen diğer 42 hastanenin kan ve kan ürünleri ihtiyaçlarının bir kısmını da karşılamaktadır.
Hastanelere kan ve kan ürünlerinin dağıtımı, 140 araçlık ürün dağıtım filomuz ve Kan Hizmetleri Genel Müdürlüğümüz bünyesindeki personelimiz tarafından gerçekleştirilmektedir. İller arası kan ve kan ürünleri transferleri de Kızılay araçları ve personeli ile yapılmaktadır. (% 85) Uzak mesafelerde kan ve kan ürünleri gönderimleri THY ile Türk Kızılayı arasındaki ulaşım sponsorluğu kapsamında THY uçakları ile yapılmaktadır.
Kan ihtiyacının % 85’ini karşılayan Kızılay, birkaç yıl içinde ihtiyacın % 100’ünü karşılamayı hedeflemektedir.
Kadıköy’de tıp merkezi olarak hizmet veren binanın, Kan Merkezi olarak yapılandırılmasına karar verilmiştir.
CHP’de Kondakçı sürprizi
ESKİ DYP Samsun İl Başkanı Lokman Kondakçı 40 yıllık Beşiktaşlı. Fındık kralı, sahici bir siyaset adamı. Özellikle Mehmet Ali Bayar ve birçok merkez sağ siyasetçinin yol arkadaşı. İstanbul-Samsun-
Giresun-Trabzon-Ordu hattında tabandan tavana kadar dokunarak siyaset yapmış bir isim.
CHP’de Karadeniz rengi çok soluk. Eksiği var. Merkez siyasetçi adayları da yok gibi. Bunları niye mi yazdık? Geçtiğimiz günlerde 150 derneğin oluşturduğu Ordu-Giresun-Samsun hemşeri dernekleri federasyonu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaret etti. Görüşme çok sıcak geçti. Konu, CHP’nin Karadeniz ve merkez sağ adaylarla seçmene bir mesaj vermesiydi. Aday adayları ise Lokman Kondakçı idi. Beşiktaş adayı olarak Lokman Kondakçı’yı öneriyorlardı. Anlaşılan dernek yöneticileri CHP Lideri’nden İstanbul’da genel bir fotoğraf verebilmeleri için jest bekliyor. Sonuç mu? Kılıçdaroğlu, ‘Olmaz’ demedi. Olayı duyan eski Beşiktaş Belediye Başkanı Ayfer Atay’ın’, Kondakçı’yı cesaretlendirdiğini şimdiden söyleyelim. Beşiktaş üzerinden merkez sağ seçmen ile bütünleşme kartopu büyüyebilir mi? Göreceğiz...
OKUYUNUZ
Alman seçimlerinin Türkiye’ye etkisi
ALMAN halkının Merkel’e güvenini tazelediğini ve Merkel’in izlediği ekonomi politikalarıyla Avrupa’nın lideri olduğunu bir kere daha gösterdi. Üçüncü defa seçim kazanan Merkel bu açıdan da önemli bir başarı sağladı.
Bütün bu gelişmeler Türkiye açısından ne anlam ifade ediyor?
Türkiye’de 50 yıldan beri işbaşına gelen bütün hükümetlerin ortak hedefi ülkemizi Avrupa Birliğine tam üye yapmaktı. Bu sonucun alınması için Almanya’nın desteği önem taşıyordu. CDU partisinin eski lideri ve eski başbakan Helmut Kohl zamanında Almanya Türkiye’nin üyeliğine hiçbir zaman sıcak bakmadı. Daha sonra iktidara gelen Gerhard Schröder liderliğindeki Sosyal Demokrat- Yeşiller koalisyonu Türkiye’nin üyeliğine destek verdi ve o dönemde üyelikle ilgili ilke kararı alınabildi. Ancak Merkel’in Başbakanlığı üstlenmesinden sonra Almanya geri adım attı ve Kohl dönemindeki politikalara döndü.
Daha ilk başbakanlığından önce Ankara’ya geldiğinde kendisiyle yaptığımız görüşmede Merkel, “Benden öncekilerin yaptığını bozmam ama ben Alman halkına Türkiye’nin üyeliğini desteklediğimi söyleyemem” demişti.
Başbakan olduğundan beri izlediği politika, Türkiye’nin tam üyeliğine hayır, imtiyazlı ortaklığa evet, politikasıydı. Son seçimler için CDU’nun hazırladığı bildirgede daha da geri adım atıldı ve imtiyazlı ortaklıktan bile söz edilmedi. Bildirgede şöyle deniliyordu:
“Türkiye’nin tam üyeliğini reddediyoruz. Çünkü bu ülke AB üyeliği için gerekli kriterlere sahip değildir. Türkiye büyüklüğü, ekonomisinin yapısı nedeniyle Avrupa Birliğine aşırı bir yük getirecektir.”
Almanya evvelce İspanya’nın tam üyeliğine de kuvvetle karşı çıkmış ancak o zamanki İspanya Başbakanı Felipe Gonzales’in ısrarlı çalışmaları sonucunda geri adım atmıştı.
Şimdi Avrupa İşleri Bakanı Egemen Bağış’ın “Türkiye belki de Avrupa Birliğine hiç üye olamayacak” sözleri Türkiye’nin İspanya’nın yaptığı gibi bir diplomatik mücadeleyi göze alamadığının itirafı gibi görünüyor.
Kuşkusuz Türkiye’nin üyeliği için bütün koşullar hazırlandıktan sonra son sözü söyleyecek olan Türk haklıdır. Ama hükümete düşen görev, Merkel başta olmak üzere Türkiye’yi Avrupa’dan dışlayarak bir Orta Doğu ülkesi haline getirmek isteyenlerin çabalarını boşa çıkartmaktır.
Merkel ve partisi Almanya’daki Türkler açısından büyük önem taşıyan çifte vatandaşlık konusuna da karşı çıkmaktadır. Birkaç ay önce bu konuda Sol partilerin verdiği bir önerge CDU milletvekilleri tarafından reddedilmiştir.
Ekonomik açıdan da ilişkilerimiz bizim yönümüzden iyi gitmiyor. Örneğin son olarak yayınlanan 2013 yılının Nisan ayına ilişkin istatistikler Türkiye’nin Almanya’ya ihracatının % 4,2 azaldığını, ithalatının ise % 27,7 arttığını göstermektedir.
Türkiye’nin AKP İktidarı döneminde bütün dikkatini Orta Doğu’ya çevirmesi, demokrasi ve insan hakları alanlarında da Avrupa’nın değerler sisteminden uzaklaşması Türkiye’nin Avrupa’yla ilişkilerine büyük zarar vermiştir.
Merkel’in Sosyal Demokratlarla büyük koalisyon yapmaya yöneleceği anlaşılıyor. Ancak daha önceki Büyük Koalisyon döneminde Sosyal Demokratlar Türkiye’yle ilgili görüşlerini Merkel’ e kabul ettirmeyi başaramamışlardı.
Türkiye’nin çağdaş dünyadan uzaklaştırılmasını önlemek başta muhalefet partileri olmak üzere Atatürk’ün düşüncesini benimseyen herkesin ortak görevi olmalıdır. Avrupa’da esen ters rüzgarlar bizi yolumuzdan çevirmemelidir.
Onur ÖYMEN
Futbol bir gün aniden çökecek
ÜZÜLEREK ifade etmeliyim ki, futbol artık spor değil. Bundan sonra yapılacak olan her şey, futbolu yeniden bir spor dalı haline getirmek için olmalıdır. Futbol oynandığı süreç içerisinde, insanların ilgisini inanılmaz bir şekilde çekti ve onları etkiledi. Bunu gören paranın hükümdarları da futbola el atmakta gecikmedi. Futbolda yozlaşma böylece başlamış oldu. Akıtılan ter, forma rengi, futbolun yıldızları, şeref gibi birçok husus bir zamanlar çok önemliydi. Futbolcular; sahada hakemin elini öpecek kadar saygılı, güven duyuyorlardı. Hata yapan sabaha kadar uyuyamıyor, oyundan ihraç olan futbolcu utancından ne yapacağını şaşırıyordu. Kulüp başkanlarına küfür yoktu. Kimse kimseye küfür ve kötü söz etmezdi. “Ya ya ya, şa şa şa bizim takım çok yaşa” tezahüratı ne güzeldi.
Futbol kirlendi. Bu kir kolay çıkacakmış gibi de durmuyor. Bizim futbolumuz da bu kirlenmeden nasibini kaçınılmaz bir şekilde aldı. Onun için, futbol seyircisi tribünlerden kaçıyor ve halk ilgisini başka alanlarda yoğunlaştırıyor. Göreceksiniz kirli futbol bir gün aniden çökecek. Nedeni ise, futbolun doğallığından uzaklaşılmış olmasıdır.
Futbolun kirliliğinden ister istemez etkilenen ülkemde de yıllardır garip işler oluyor. Futbol Federasyonu ise sessiz. Tehditler, baskılar, toplu adak kurbanı kesim törenleri, spor yazarlarının dövülüp, kurşunlanması, hakem-mafya ilişkileri futbol liglerini dizayn etme hastalığı, tetikçiler, köstebekler, federasyonun kararlarında çifte standartlar, hatır şikeleri, teşvikler ve her biri ayrı araştırma konusu olacak olan nice futbola ilişkin konular.
Özellikle vurgulamak gerekir ki, bunlar bugün ortaya çıkmadı. Yıllardır bu sorunlar çözümsüz bir şekilde devam ediyor. Futbolun bu mevsiminde bunlara alışığız. Geçen sene, evvelki sene, daha evvelki sene bunlar olmadı mı? Gelin son haftalarda futbol daha da kirlenmesin diye hassas olalım. Temiz futbol istiyorsak bunun iradesini ortaya koyalım. Hepimizin temiz futbol isteğinde olduğuna kuşku yoktur. O halde ne duruyoruz.
Özcan PEHLİVANOĞLU
Paylaş