Paylaş
Kapalıçarşı'da ve diğer sektörlerde dükkanlar kapanıyorsa, senet protestoları ve karşılıksız çekler çığ gibi artıyorsa, mağazalarda indirim günleri yıl boyu sürüyorsa, usulsüz satış yapıldığı Danıştay tarafından da onanıp, Tüpraş'ın, Ofer'e satışı yapılan %14,76'lık hisse bedeli nedeniyle devlet zarara uğratılıyorsa, ülkemizde fındık fiyatı, bir yıl önce bir tonu 6.500.-YTL iken, bir yıl sonra 2.800.-YTL ye iniyorsa, üretici masrafını dahi karşılayamayıp borçlarını ödeyemiyorsa, tarım sektörü inliyorsa, ülkemizde çıkartılan petrol yasası, yabancılara, neredeyse Osmanlı dönemindeki kapitülasyonlardan daha fazla ayrıcalık tanıyorsa...
AB yasalarına uyum sağlayacağız diye, Lozan'da kabul edilmeyen gayrimüslim vakıflara mülk edinme hakkı tanınıp Lozan deliniyorsa, daha saymakla bitmeyecek sorunlar her gün gazete ve TV'lerde yayınlandığı halde, yapılan anketlerde iktidar partisi hâlâ birinci parti olarak çıkıyorsa, kusura bakmayalım ama, bu toplumun kendisini sorgulama zamanı gelmiş de geçiyor demektir. Bunun en büyük kusuru da muhalefet partilerindedir.
Vatandaşa bunları anlatamadıkları için Meclis'teki sayıları yetmiyor olabilir.
Çıkıp, sokakta, caddede vatandaş arasında muhalefet yapsınlar, gerekirse yürüsünler.
Arif AKDOĞAN
GÜNÜN SÖZÜ
"AKP, ilk günden beri 'garibanların partisi' imajını kullanarak, bütün yoksul kesimleri yanına çekerek; sosyo-ekonomik çözümler yerine sadaka kültürü'nü yerleştiriyor."
(CHP İstanbul Milletvekili Bülent Tanla)
Yürü ya kulum
YURDUM insanını uyarıyorum!
Meslek sahibi oluruz, devlette, özelde ya da kendi işimizde çalışırız.
Ancak zengin olamıyoruz...
Oysa ki millet için çalışanlar! Lidervekilleri, belediye başkanları zengin oluyorlar.
Demek ki kısadan hisse bencil olunmayacak, devlet millet için çalışılacak! Allah da yürü ya kulum deyince uçulacak...
Can TEKELİ
Unutmayın
HER vatandaşın 28 Şubat 2007 tarihine kadar muhtarlıklarda seçmen listelerini kontrol edip vatandaşlık numaralarını kontrol ve beyan etmeleri, 18 yaşını dolduranların seçmen olmak için muhtarlıktan işlem yapmaları vatandaşlık görevidir.
Biliyor musunuz
- LÜLEBURGAZ'da, Atatürk'ün kurdurduğu Sarmısaklı DÜÇ'nin Alpullu Pancar Ekicileri Birliği ile olan sözleşmesinin iptal edilerek bir ay içinde satılacağını açıklayan CHP Edirne Milletvekili Rasim Çakır'ın, "Sarmısaklı çiftliğini Tarım Bakanlığı'nın pancar üreticilerine kiralamasına hemşehrimiz Maliye Bakanı Unakıtan'ın tepkili olduğunu gördük. 'Bakanlık kime soruyor da icara veriyor' diyor. Bize sözleşmeyi iptal ederek satışını kolaylaştırıyorum, yoksa içinde kiracı olan çiftlik kolay alıcı bulamaz" dediğini...
- SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın'ın, uzmanların ve partililerin katılımıyla hazırlanan 16 sayfalık 'Tarım Programı'nı açıklarken "Program ve projeler üzerinden siyaset yapılmasını savunan bir partiyiz. Siyaseti bir laf yarışı olarak görmedik ve her soruna somut çözümler getirmeyi kendimize görev bildik. Çünkü bu tür siyaset kolay iş değil, emek, bilgi ve kararlılık istiyor" dediğini...
- İSTANBUL Barosu'nun bugün 11.00'de Küçükçekmece Adliyesi'nde görevi başında saldırıya uğrayan 8. Asliye Ceza Hakimi İnsaf Gündüz'ü Doğan Hastanesi'nde ziyaret edeceğini...
- DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar'ın oğlu Tolga ile AKP Çankaya Belediye Başkan adayı Mesut Çağlar Bozoğlu'nun kardeşi Badısabah'nın, muhtemelen Tayyip Erdoğan ve Süleyman Demirel'in tanıklıkları ile 23 Şubat Cuma günü İstanbul Hilton Convention Center'de evleneceklerini...
- 'ZAMAN'ın 17. Geleneksel Yılın Sporcusu ödül törenine, SP Genel Başkanı Recai Kutan ve İl Başkanı Osman Yumakoğulları dışında hiçbir siyasetçi ve milletvekilinin; ayrıca GSGM ile Futbol Federasyonu'ndan hiç genel müdür ve başkanının katılmamasının dikkat çektiğini...
- GÜNAYDIN gazetesi eski çalışanlarının yarın akşam Karaköy iskelesindeki Paradise Restoran'da bir araya geliyorlar (0532 245 50 49/Mustafa Dolu)...
Türkiye ve lobicilik
ÖZEL işlerim nedeni ile bir müddettir Türkiye’deyim. Bu vesile ile ülkemin insanının dehşet verici bir yönünü bir kez daha keşfediyorum.
Kiminiz "bu mu kardeşim senin parlak keşfin" diyebilirsiniz ama ben yine de söylemeden edemeyeceğim. Bu da benim saflığım olsun.
Hani herkes evinde dirhem toz bulundurmaz ama sokağa çıkar çıkmaz çöpünü oraya buraya saçar, içte temizlik kurallarını uygular, dışarıda pistir ya... İşte onun gibi bir şey aslında. Benim Türkiye’m, Amerika ve dünyada beceremediği lobiciliğin anayurdu aslında. Ama hayrettir ki, içeride, bu sanatın ustasıdır ama dışarıda da utanç verici yüz karasıdır.
Lobiciliğin Türkçe tanımını hala anlayamayan insanım için, bir kez daha söyleyelim;
Lobicilik yaptırım gücü demektir. Lobici de yaptırım sanatçısıdır.
Türkiye’de tanıdığınız varsa yaptıramayacağınız iş yoktur. Dolayısı ile insanlarımızın ayakta durabilmek için hayattaki en büyük gayesi çevre edinmek, küçük siyah telefon fihristlerini 'adam' isimleri ile doldurmaktır. Bir işiniz olmadı mi? Yine 'no problem'. Adamını bulacaksınız. Adamını bulamadınız mi? Onun adamını bulacaksınız?
İşte size yaptırımcılık sanatının, yani lobiciliğin ABC'si.
Hani derler ya, "Allah, yürü ya kulum dedi" felan... Bu, Türkiye'de aslında geçersiz bir terimdir. Türkiye'de birileri 'yürü ya adamım' der. Türkiye’de bu kadar özel üniversite, özel televizyon kanalları, bu kadar özel sektör başarıları, hep yaptırım sanatını hatmetmiş becerikli kişiler tarafından gerçekleştirilmiştir. Allah'tan da öyle olmuştur. Yoksa insanımız hala gece 11’de TRT’nin İstiklal Marşı ile günü kapatır, daha çok lise mezunu milyonlarca insanla dolup taşardı.
Peki içte bu kadar becerikli bir lobiciler ülkesi, dümenini yürütenler ülkesi, dışta neden bu kadar başarısız olur?
Çünkü bizim yaptırım sanatçılığımız sadece bireysel uğraşlar içindir ve genelin dış menfaatleri için yaptırım sanatçılarının harcayacağı tek dakikaları yoktur. Zaten gerçek yaptırım sanatçılarının hemen hepsi özel sektöre gitmişlerdir. Geri kalan parlak zekalılar da kamu da, lobicilik dahil, memleket meselelerini halletmeye koyulmuşlardır. Ve onların ellerinde de geldiğimiz gözler önündedir.
Onun içindir ki yıllardır söylüyoruz, Özel sektör... Alın şu lobiciliği kamucu resmilerin, Dışişleri'nin, devlet bakanlarının, TBMM parlamentolar arası dostluk guruplarının ve onların birer dünya aydını olmaktan nasibini alamamış gerdan kıvıran üyelerinin ellerinden! Onların derdi vatan millet değil, ilk etapta lobicilik değil, yeniden milletvekili seçilebilmek için yurtiçi yaptırım güçlerini arttırmaktır. Bunların hiç bir halt becerecekleri de yoktur sözde Ermeni soykırımı tasarısının her Kongre’den geçme ihtimali belirdiğinde Amerika’ya resmi seferler düzenlemekten ve Amerikan başkanlarına yalvarmaktan başka! Amerika’da inin cinin top attığı günlerde 'Türk Günü' yürüyüşlerinde nutuk atmaktan başka..
Aslında Özal, Türkiye’ye gerçekten çağ atlatmak için, mesela lobiciliğimiz için bir-iki güzel şey yapmadı değil. Örneğin çifte vatandaşlığı çıkarmak gibi. Ama keşke O, veya şimdi başka birileri çıksaydı ve şu milli adam tavlama sanatımız lobiciliği beynelmilel yapsaydı.. Ulusal lobicilik sanatımızı uluslararası bir hale getirebilseydi.
Bir getirilse, ah bir getirilse, bizi yakalayana helal olsun. Susuz götürür, susuz getiririz. Muhtaç olunan malzeme alasıyla mevcut.
Ercüment KILIÇ
Türk-Amerikan Ticaret Odası Başkanı
www.ercumentkilic.com
Neden intihar ediyorlar
2006 yılında Milas’ta kent merkezinde 51, kırsal alanda 68 olmak üzere toplam 119 intihar girişimi olayı meydana geldi. Kent merkezinde yaşayan ve intihar girişiminde bulunan 51 kişiden 39’u kadın, 12’si erkek. 51 olaydan intiharı seçen kadın oranı % 76.5, erkeklerin oranı ise % 23.5. İntihar girişimlerinin tümü fazla miktarda ilaç içerek yapılıyor. İntihar nedenlerine baktığımızda ise, ‘İnsan bunun için kendi hayatına son vermek ister mi?’ diye insanı hayrete düşüren gerekçelere rastlıyoruz.. Fakat bu gibi basit nedenlerden dolayı insanlar kendi yaşamlarına son vermek istiyorlarsa; bunun üzerinde ciddi şekilde düşünmek, bunların sosyolojik, psikolojik ve diğer nedenlerini araştırmak gerekiyor.
İşte Milas’ta intihara niyetlenenlerin gerekçeleri: İntihara kalkışanların bazıları uzun süredir psikolojik tedavi görüyor ve bu nedenle intihar etmek istiyor. Bunlardan bazıları ikinci defa intihar girişiminde bulunuyor. Karnedeki zayıflar, üniversite sınavlarına hazırlanırken kazanıp-kazanmama duygusunun yarattığı bunalım, anne-babanın derslerinden dolayı çocuğuna kızması/azarlaması ve babayla kızın tartışması sonucunda babanın kızına tokat atması intihar nedenleri arasında yer alıyor. Eşle tartışma, eşten ayrılma, askerdeki nişanlısıyla telefonda kavga etme, nişanlının evlenmekten vazgeçmesi, kız arkadaşından ayrılma ve ailevi sorunlar birer intihar nedeni olabiliyor. Anne ve dede ile arkadaşının vefatına çok üzülmek ayrı birer intihar nedeni olabiliyor. Annenin rahatsızlığını öğrenmek, kıskançlık, aşırı borçlanma ve ekonomik nedenler de intihar girişimlerine neden oluyor. Zihinsel özürlü çocuğunun durumuna üzülen bir anne ile laf atılmasına içerleyen bir genç kız, eşinden ayrılmış iş arayan işsiz bir genç kadın çareyi intiharı seçmekte buluyor. Bir başka kişi intiharı bir özgürlük olarak kabul ediyor ve “Ben özgür birisiyim” diyerek fazla miktarda ilaç içerek intihar girişiminde bulunuyor. Bir başka ilginç intihar girişimi ise, erkeğin, “Sen benim annemi niye ziyaret etmiyorsun?” demesiyle başlayan tartışma ve sonrasında, eşin, ölmek için çok miktarda ilaç içmesi...
Milas özelinde yaşanılan bu olaylar, aslında tüm ülke genelinde sıkça karşılaştığımız benzer durumlardır. Tüm bu intihar girişimlerine baktığımızda; bu basit nedenlerin bir intihar girişimine yol açmasını düşünmek insanı üzüyor. Yaşam koşullarının ağırlığı, insanların geleceğine olan güvensizlikleri, içlerinde hep bir yarın endişesinin olması, çoğu insanın düzenli bir gelire sahip olamaması, TV’deki bazı dizilerin şiddet kültürünü yaygınlaştırması, bazı programların insanları negatif yönde etkilemesi, onların sağlıklı düşünebilme yeteneğini yok etmesi, vb. nedenler; sağlıklı bir toplumsal yapının oluşmasına engel oluşturuyor. Toplumsal süreç, hızlı bir dönüşüm ve değişim sürecidir. Bu süreç insanları doğrudan etkilemektedir. Hayat karşısında mücadele edemeyenler, yaşamın sorunları karşısında dirençli ve iradi bir tavır ortaya koyamayanlar, yaşam karşısında zayıf kalanlar, geçim sorunları yaşayanlar ve hedeflerini gerçekleştirmekte zorlananlar; bireysel olarak çeşitli açmazların ve sıkıntıların içine girmekte ve intiharı seçmektedirler.
Ülkemizdeki hızlı kentleşme, ekonomik krizler, doğal felaketler, terör, şiddet, göçler, hızlı nüfus artışı, alkol ve uyuşturucuya bağımlılık; insanların ruhlarında ve yaşamlarında derin izler bırakmakta, tüm bunlar, onlar açısından yaşanılan bunalımların nedenleri olabilmektedir... Sosyal ve toplumsal bir konu olan intihar; bir insanın kendi yaşamına son verme isteği ve davranışıdır. Spinoza ölüm konusunda şöyle der:”Özgür bir insanın en az düşüneceği şey ölümdür. Bilgelik ölüm değil, yaşam üzerine düşünmektir.” Durkheim, intiharın bireysel bir davranış bozukluğu olarak kabul görebileceğini belirtirken; ancak bireyselliği içinde barındıran bir davranış bozukluğu olgusunun bile, “toplumsal nedenlerinin” bulunduğunu ve bu nedenle bu olayların toplumbilimsel yöntem ve tekniklerle ele alınmasının gerekliliğinden söz etmektedir. Yine Durkheim’e göre bu olaylar, bireyin toplumla bütünleşmesi oranında engellenebilir.( Muğla’da İntihar ve İntihar Girişimleri, Doç. Dr. Nurgün OKTİK, Muğla Üniversitesi yayını, 2005)
Bir toplumsal sorun olan intihar olaylarının genel anlamda önüne geçebilmek için en temel koşul; toplumsal yaşam standardımızın yükseltilmesi, insanlarımızdaki gelecek endişesinin yok edilmesi, onların hayatla bağlarının güçlendirilmesi ve en önemlisi yöneten konumunda olanların, “önce insan” anlayışını tam olarak hayata geçirebilmeleridir.
Nevzat Çağlar TÜFEKÇİ-MİLAS
nevzatcaglartufekci@mynet.com
DİSK 40 yaşında
1967 yılına kadar Türk işçi hareketi tek merkezli bir hareket olarak gelişti. II. Dünya Savaşı'nın ardından başlayan soğuk savaş döneminde ABD bu savaşta ileri karakol olarak Türkiye ve Yunanistan'ı kullanmak çabası ile başlattığı Marshall Planı kapsamında işçileri öncelikle ele almak ve onları ABD politikaları doğrultusunda örgütlemek gereğini duydu. Bu amaçla ABD Büyükelçiliğinin girişimi sonucu Amerika’dan getirilen sosyal siyaset uzmanlarının katkıları ile 1953 yılında Türk-İş kuruldu. Türk-İş, Amerikan modeli sendikacılık anlayışını ülkemizde uygulamak amacı ile kapılarını ardına kadar Amerikalılara açtı. AID adlı Endüstriyel Kalkınma Yardım kuruluşun parasal yardımı ile önce Türk-İş’in bugün içinde oturduğu bina yapıldı, ardından yaklaşık üç bin yerel ve ulusal sendika yöneticisi eğitilmek üzere ABD’ye gönderildi. Bu sendikacılara öğretilen tek şey, "sakın siyaset yapmayın, sadece üyelerinizin ücret ve çalışma koşulları ile ilgilenin" ilkesiydi. Böylece partiler üstü sendikacılık anlayışı Türk-İş’in sendikacılık politikası olarak yıllarca uygulandı. Bu ABD dayatması politikanın ülke gerçekleri ile örtüşmediğini gören Maden-İş, Lastik-İş, Basın Teknisyenleri gibi sendikalar Türk-İş’ten ayrılıp 13 Şubat 1967’de DİSK’i kurdular. DİSK’in kuruluşu Türk sendikacılığında bir isyan niteliğinde çok önemli bir çıkış ve yeni bir döneminin başlangıcıdır.
DİSK, Türk-İş’in partiler üstü politika ve sendikacılık anlayışına karşı, kara Avrupa'sında geniş uygulama alanı bulan siyasal sendikacılık modelini yaşama geçirdi. Sendikalar üyelerinin ve işçi sınıfının çıkarlarını korumak için siyaset yapacak ve iktidara emekten yana politikaların egemen olmasına çalışacaktı. Bu amaçla işçiler, üyeler ve yöneticiler eğitilecek, işçi sınıfının siyasal bilinç kazanmasına hız verilecek ve gerekirse bir siyasi parti de kurulacaktı. Bu düşüncenin başarı ile uygulanmaya koyması sonunda DİSK yöneticilerinin de kurucusu olduğu Türkiye İşçi Partisi kuruldu ve TBMM’de de temsil edildi.
DİSK ve TİP Türk siyasetine ve sendikacılığına yeni bir soluk getirdi. Durağan işçi hareketi eylemsel bir nitelik kazandı ve bu yeni anlayış egemen çevrelerde büyük rahatsızlıklar yarattı. DİSK’in, Türk sendikacılığına olumlu katkıları yadsınamaz. DİSK’in varlığı ülkemizde işçi sorunlarının sadece toplu sözleşme düzeni içinde çözülemeyeceğini kanıtladığı için önemlidir.
Türkiye’de ve dünyada işçi hareketi tarihinin en güçsüz dönemini yaşamaktadır. Bunun değişik nedenleri içinde küreselleşme ve çokuluslu şirketlerin inanılmaz büyüklükteki gücü önemlidir. Ülkemiz açısından işçi hareketinin güçsüzlüğünün çok önemli bir kaynağı çok parçalı olmasıdır. Bugün 104 sendika ve üç Konfederasyon tarafından temsil edilen Türk işçi hareketi nitelik ve nicelik yönünden çok etkisizdir.23 milyonluk bir iş gücünün ancak 700-800 bini ödenti veren sendika üyesi konumundadır.
40. kuruluş yılında DİSK değerlendirildiğinde eski gücünden çok şey yitirdiği ortadadır. Bunun önemli bir nedeni yaşanan sendika enflasyonu sonucu yaşanan sendikalar arası çekişmelerdir. Bu çekişme hem zaman ve daha önemlisi parasal güç kaybına neden olmaktadır. Üç Konfederasyon arasında bölünmüş işçi hareketinin de hiçbir siyasal gücü olmayacağı açıktır. DİSK bu açmazdan kurtulmak için solda yeni bir siyasal arayış için 10 Aralık Hareketini başlatmıştı Bu hareket DİSK’in yeni bir parti kurmak arayışı olarak algılandı. Bu girişimin örtülü amacı da buydu. CHP’nin güçlendirilmesi ve iktidar adayı yapılması gereken bir dönemde DİSK’in CHP oylarını bölmek için, CHP küskünlerinin de desteği ile, bir parti kurma arayışı başarılı olamadı. Oysa zaten bölünmüş olan Türk solunda seçmenin yeni bir partiye sıcak bakmayacağı bilinmeliydi AKP’ ye sıcak baktığı bir... Şimdilerde bu hareket solda başka partilerle birlik için yönlendirilmek istenmektedir. Amerika’nın dönemde ve yaklaşan seçim ortamında solun daha güçlü olarak bölünmesinin, AKP’ yi yeniden iktidar yapacak bir gelişme olabileceğine dikkat edilmelidir. DİSK asla Amerikancı bir suçlamanın etiketini taşımamalıdır.
DİSK’in 40.. kuruluş yılında önceliği solda yeni bir parti kurmak yada solda yeni bir oluşum gerçekleştirmek olmamalıdır. DİSK’in önceliği her şeyden önce Türk işçi hareketinin tek merkezli olarak yeniden kurulması, ideolojisinin yeniden belirlenmesi olmalıdır. DİSK’in başarılı geçmişini saygı ile anmak, emeği geçenleri kutlamak ama 40 yıl sonra değişen dünya ve ülke koşulları karşısında DİSK’i yeni görevlerin beklediğine değinmek istiyoruz.
Dr. Engin ÜNSAL
Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi
enginunsal34@gmail.com
Olivium'da güvenlik rezaleti
BEN St.Benoit mezunu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2. sınıf öğrencisiyim.
Önceki gün hayatımda ilk defa Olivium Alışveriş Merkezi'ne gittim. Alışveriş merkezine girdiğimden beri ilk başta seyrek olarak ama daha sonra giderek artarak çevremde bir güvenlik çemberi oluşturulduğunu farkettim. Hangi mağazaya gidersem peşimde sivil giyimli 3 güvenlik görevlisi vardı. Birkaç mağazadan alışveriş yaptıktan sonra annemle yürürken birden gri takım elbiseli, elinde iki tane telsiz telefon olan bir adam yolumuzu çevirdi, laubali bir tavırla annemin ve benim omuzlarımızdan tutarak "Siz geçin bakalım şu köşeye" dedi. Niye, diye sorduğumuzda "Çok konuşmayın, geçin oraya" cevabını aldık. Bu sırada adam bizi itip kakarken telsiz telefondan bizim eşkalimizi belirten biri konuşuyordu. O sırada Adidas mağazasının önünde bulunuyorduk. Bu adam içerden güvenlik görevlisi kıza seslenerek "Saliha Hanım buraya gelin" dedi. Kız gelir gelmez benim aranan bir insana benzediğimi, o yüzden bu benzerlikten öyle davrandıklarını söyledi. Teyzem Mukaddes Alpdoğan da olay yerine geldi. Bizim suçsuzluğumuzun verdiği çırpınışlarımızla güvenlikten en az 20 kişi etrafımızı sardı. Fakat daha sonra bize o kötü muameleyi yapan adam ortadan kayboldu, gelen güvenlik güçleri de olayı güya anlamaya çalışıyordu. Bizi güvenlik ofisine götürmek istediler. Direndik, fakat ancak 15 dakikadan sonra sorunu orada çözebileceklerini söyleyerek bizi oraya götürmeye ikna ettiler. Biz oraya götürülürken sesimizi duyan yönetim kurulunda olan bir adam bize yardım etmeye çalıştı. Fakat ne o güvenlik elemanları ne de bu adam bize yardım etmedi. Biz o gri takım elbiseli adamın eşkalinin belirlenmesini istiyorduk. Bizi video kayıtlarından arama bahanesiyle çok güzel bir strateji uygulayarak neredeyse olayı o gri takım elbiselinin kendi güvenlik elemanları olmadığını söyleyip bizim kendi başımıza olayı bu kadar büyüttüğümüzü ima ederek başlarından savmaya çalıştılar. Olay 14.20'de gerçekleştirildi ve video kaydını 14.36'dan o dakikaya getiremediler.
Ayrıca o güvenlik görevlisi kız da o adamı tanımadığını söyledi. Güvenlik müdürü de bana laubali hareketlerde bulunarak devamlı koluma dokunuyordu. Benim kime benzetilerek alıkonulduğumu kimse açıklamadı. Sonradan ofisten uzaklaştığımızda annemin bir güvenlik görevlisinin ağzını aramasıyla da o gri takım elbiseli adamın gizli polis olduğunu, benim söz konusu kıza benzerliğimden dolayı alıkonulmamın gerçekleşmesi uyarısını da emniyetin yaptığını öğrendik.
Bir hukuk fakültesi öğrencisi olarak hukuka güvenim zedelendi.
Nil Merve ÇELİKBAŞ
Görev aşkı olan bürokratlar
GEÇEN hafta bir iş ziyareti için bir kaç günlüğüne İzmir, Menemen'de bulundum. Yaklaşık bir yıldır gitmediğim Menemen, eski haliyle, bildiğim kadarıyla kelimenin tam anlamıyla bir 'Teksas' idi. Trafik, özellikle motorbisiklet, motorsiklet ve traktörler yolları tam bir keşmekeşe çeviriyordu. Sürücüler, hiçbir kural tanımıyorlardı. Hırsızlık, gasp, kavga, dövüş gün içinde herkesin şahit olduğu rutin olaylar haline gelmişti. Ancak bu gidişimde buna son veren çok değerli bir bürokratın sihirli elini beldenin hemen her sokağında ve caddesinde gördüm. Müthiş bir trafik düzeni ve her köşe başında bunu sağlayan trafik görevlileri... Şehrin hassas denilebilecek bölgelerinde her an göreve hazır polis ekipleri, sabaha kadar devriye ekipler ve bunların sonucunda huzur içinde bir belde... İlçe Emniyet Müdürlüğü hemen her dükkanın vitrinine bir afiş asmış. Bu afişte özetle "155 numaradan bizi her an arayabilirsiniz, ortalama 2 dakika içinde yanınızda olacağımızı biliniz" yazıyor ve bu söylemde kalmayıp uygulamaya da geçiyor(muş). Tüm Menemenliler buna şahit.
Sonuç olarak; bu güzel ülkede görev yapmak isteyen, devletine milletine borcunu ödemek isteyen, değerli bürokratlarımız da var çok şükür. İstenince yapılabiliyormuş demek ki! Tabii ki Menemen halkı bu sonuçtan çok memnun, emniyet müdürleri ve ekibiyle iftihar ediyorlar. Darısı diğer kent ve özellikle illerin başına...
A. Muzaffer DAĞLI
Arat'tan TGC Başkanı Erinç'e çağrı
ULUSAL STKB Yönetim Kurulu adına dönem sözcüsü Prof. Necla Arat, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Erinç'e şu çağrıyı yaptı:
"Ülkemizin ciddi bir kavram kargaşası yaşadığı şu günlerde, kimi basın-yayın organlarının çeşitli kaynaklardan gelen kışkırtmalarla huzursuz bir ortama sürüklenen halkımızı ve kamuoyunu, doğru haberlerle bilinçlendirmek, düşünce bölünmelerine meydan vermeyecek yatıştırıcı yayın yapma görev sorumluluğunu üstlenmek yerine aksi yönde bir yayın politikası izlediğini görmekten sonsuz üzüntü duymaktayız.
Bizler basının bu sorumluluğu üstlenmesini beklerken, bu kez daha da tehlikeli bir durumla karşılaşmakta, doğruların yanında olan ve doğruları seslendirerek kamuoyunun haber alama özgürlüğüne katkıda bulunan kimi basın mensupları ile kurum ve kuruluşlarının ifade, söz ve yazı özgürlüklerini, otoriter-baskıcı bir zihniyet ve faşizan bir tutumla bastırılmak istendiğine tanık olmaktayız.
Kanaltürk'ün çalışanları ile Hürriyet ve Cumhuriyet yazarlarının mal varlıklarının ve banka hesaplarının Maliye Bakanlığı'nca inceleme ve izlenmeye alınması girişimi, kanımızca bu otoriter baskının bir sonucu olup böyle bir uygulamanın hukukla bağdaştırılması olanaksızdır.
Yalnızca Türk basınının değil, Türkiye'nin aydınlık çağdaş ve uygar geleceğini ciddi ve tehlikeli bir çıkmaza sürükleyecek bu girişimleri, Türkiye'nin özgür, bağımsız sesinin savunucusu olduğuna inandığımız Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin ivedilikle ve tüm üyeleri ile protesto etmesini bekliyoruz. Örnek olacağınız böyle bir protestonun ülkemizin aydınlarını ve kuruluşlarını da basın ve haber alam özgürlüğünü savunma yönünde harekete geçireceğine olan inancımızı vurgulayarak saygılar sunuyoruz."
DİĞER TEPKİLER
- BAŞBAKAN ve tayfası Kanaltürk'e resmen şantaj yaptı. Halkımızın güvendiği gazetecilerde tık yok. Hiç olmazsa dün veya bugün köşelerinin sonunda bir tek kısa cümle ile bu şantajın yanlış olduğunu belirtebilirlerdi. Yazıklar olsun.
Oral ANTMEN
- EL Kaide'ye parasal destek sağladığı dünyaca bilinen Yasin El Kadı için "Yasin Beye kendime inandığım gibi inanıyorum" diyerek kefil olan Başbakan ve başında bulunduğu iktidar partisi, Suudi sermayesiyle kurulmuş ve faaliyetlerini yıllardan beri yürütmekte olan Al Baraka Türk ile Volkan Gazetesi benzeri yayınlarla dini siyasete alet eden, nifak yayan Vakit Gazetesi hakkında herhangi bir denetimci işlem yaptırmıyor ama laik, demokratik, üniter, halka dayalı ve halk mayalı cumhuriyetimize sahip çıkan Kanaltürk'ün yöneticilerini töhmet ve şüphe altında bırakmak istiyor.
Eğer bu denetimci işlem eş zamanlı olarak tüm Türk basını ve tüm TV kanalları için istenmiş olsaydı, hiç kimse itiraz etmezdi. Amacı, her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmayı sürdürmek olan AKP iktidarının bu aymaz tutumunu kınıyoruz ve şu gerçeği anımsatmayı çok sevdiğimiz ülkemiz ve ulusumuz açısından olağanüstü önemli buluyoruz. Kendisinden ders alınmadığı için tekerrür ettiği yakın geçmişteki örnekleriyle bilinen tarih, AKP iktidarına lâyık olduğu dersi verecektir.
Dursun ATILGAN
Avrupa ADD Federasyonu Genel Başkanı
- KANALTÜRK'e yapılan rezalet ve uygulanan baskı, bu ülkenin çağdaş, aydınlık yüzlü insanlarına, yani bizler uygulanan bir baskıdır. Türkiye Cumhuriyeti, hukuk devletidir. Birilerinin at oynatma mercii değildir. Bu hukuksuzluğu yapanların gün gelip de aynı hukuk dışı davranışa uğradıklarında bağırmaya hakları olmayacaktır. "Biz demokratız" diyenlerin anladığı demokrasi "Ben ne dersem o olur" anlayışında bir demokrasi... Yani tam onlara yakıştığı gibi, 'yeşil demokrasi'...
D. EREL
- KANALTÜRK'e yapılan bu zalim, hukuksuz siyasi baskıyı kınamayan, halkı bu konuda bilgilendirmeyen, baskı sonlanana kadar köşelerinde bu olaya yer vermeyen ve demokrat geçinen Türk basınını suçluyorum. Kanaltürk'ü, Tuncay Özkan ve arkadaşlarını asla yalnız bırakmayacağımızı, bu ülkeden, Atatürk Türkiyesi'nden asla vazgeçmeyeceğimizi hiç ama hiç unutmamaları gerektiğini hatırlatıyorum.
Yaprak AYDIN
Mesaj Panosu
- KÜÇÜK Mustafa Paşa Mahallesi'ne Kadir Has Üniversitesi tarafından bir sağlık ocağı yaptırılmaktadır. Fakat bunun karşılığında da parkın spor salonunun bu üniversiteye verildiği söylenmektedir. Semt sakinlerinin ve çocukların tek oyun yeri olan parkın üniversiteye verilmesini kınıyoruz. Bu soruların cevabını verecek bir yetkilide bulamıyoruz. İnşaat devam etmesine rağmen tek bir belediye yetkilisi ortalıkta gözükmüyor.
Cemil ERSANLI-FATİH
Paylaş