KAPTAN ve dalgıç Ersin Süeren, "Size Trabzon’da oturan bir İstanbullunun feryadını yolluyorum" diyor. Mektubu gönderen O.Kulaç. Alıcısı Süeren...
Kulaç mektubunun başında, eski gemilerimizin değerini bilmediğimizi, halbuki bunlardan ’Kurtaran’ gemisinin müze yapılabileceğini, "Dumlupınar olayında görev yapmış olan bu geminin denizkurdu tatbikatında hedef gemi yapılarak batırıldığını" sitemkár bir şekilde anlatıyor. Ve buna tepki göstererek sistem üzerindeki eleştirileri şöyle yazıyor:
"Bu kafa eski manastırlarına sahip çıkar mı? Bir gelseniz sizi Gümüşhane’ye götürsem, orada eski Rum köyleri var, evler duruyor. Yunanistan’dan gelenler ’İşte babamın evi’ diyerek evi buluyor, ziyaret ediyorlar. Yunanistan’da bu isimde köyler var ve eski köyleri için internet sayfaları açmışlar.
O evleri devlet korumaya almalı. Kültür bakanlıkları arasında ortak projelerle on binlerce Yunanlı gelir. Zaten sanayi yok, bir elma ile geçim mi olur? Gümüşhane boşaldı, parayı bulan gidiyor, göç veriyor. Kafa çalıştırılırsa, burası bir Rum kültür sit alanı ilan edilir ve onların gelmesi sağlanır. Lokantalar da o yemekleri yapar, müziğini çalar.
Bunları Ruslara yaptık ve kazandık, ama kızlar parayı fazlasıyla geri alıp :))) Rusya’ya götürdüler. Burada öyle durum yok, gelen Rumlar yaşlı insanlar.
Evler yazlık da kiralanabilir. Hatta Kıbrıs gibi, burada evini yaptırıp yazın kalan Rumlar gibi olur. Tamir parasını Rum verir.
Pontus korkusu
Ama Pontus korkusu saldılar, bu paranoyadır. Yunanistan burayı işgal edemez, halkı da kışkırtıp isyan ettiremez a be eblehler...
Bakınız Sumela Manastırı dünyaca hacı olunacak yerlerden biri. Efes’ten önemli. Kafası çalışanlar diyor ki, Sumela’yı haftada 3 gün ibadete açın, 1 yılda en az 200 bin kişi gelir. Her gelen 500 dolar bıraksa kalacak parayı hesaplayın, kaldı ki hacı olan daha fazla bırakır; hediyelik eşya, Trabzon bileziği vs. alır. Ama bu ufuktur; o da buralarda yoktur. Olsa işsizlikten, parasızlıktan ağlamaz millet. Rodos’u biliyorsunuz, kış sezonu geceleri Atina’dan gelen lisan öğretmenleri yaşlı, genç halka lisan öğretiyorlar. Niye? Çünkü bacasız fabrikanın işçileri onlar.
Ben sinema konusunda bilgili biriyim. Hadi Antalya’yı bıraktık, Konya’da, Eskişehir’de, Bursa’da film festivali oluyor ve o şehirlere artistler, film yapımcıları, rejisörler, basın, sinema yan ürünleri yurtdışından geliyor. Biz bir Spielberg’i, Woody Allen’i getiremeyiz ama Akdeniz’in, Doğu Avrupa’nın yeni yönetmenleri var. Ve Japonlar var, hatta İranlılar. Bunlar filmlerini alır gelirler. 25 adet sinema salonumuz var ve üniversite salonlarıyla bu işi yapabiliriz, sponsor da bulabiliriz. Bunu yazdım mahalli bir sitede.
Bir AKP milletvekili adayı yanıt verdi. ’Trabzon filmle değil bilimle kalkınır(!)’ dedi. Sağ sanata sağırdır, sanata düpedüz engeldir.Bu kafayla bu iş olmaz.
Bu sene son, evime dönüyorum, İstanbul’a. Artık yalnızlığa tahammül edemiyorum; çünkü burada hep ben veriyorum. İnsanlardan öğreneceğim, alacağım bir şey yok. İşte sizi buldum dünya şey öğrendim; bilmem beni anlıyor musunuz. O. Kulaç."
Duy da inanma!
OKURUMUZ A.E., bize İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti ile ilgili hazırlıkları yürüten Kültür 2010 Ajansı’ndan ilginç haberler veriyor. Diyor ki:
"KÜLTÜR 2010, operasyonel olarak bitmiş bir projedir. Önce birilerinin ’kulübü’ oldu; şu anda Murat Yalçıntaş’ın kulübü gibi görünüyor.
Eniştezadesi Vehbi Kılıç, ajansa danışman olmak üzere, ajansın koridorlarında elinde dosyalar gezip duruyormuş. Geçenlerde İTO’nun Meclisi’nde Vehbi Bey yüzünden kavga çıkmıştı. Murat Bey, eniştezadesini danışman olarak atamış meğer İTO’ya... Şimdi de Kültür 2010’a danışman olmak üzere imiş. Yürütme Kurulu’nun başında ise Murat Bey’in yardımcısı Sekib Avdagiç var. Sekib Bey’in kültür ve sanat ile nasıl bir ilişkisi var, hálá merak ediyoruz. Mesela son gittiği konseri, tiyatro gösterisini ya da izlediği son filmi, merak ediyoruz. Ayrıca iletişim direktörü olan Yusuf Bey’in hem Lorbie Tanıtım Ajansı’nda çalışıp hem nasıl olup da Kültür 2010’da çalışabildiğine şaşırıyoruz. Üstelik günde 1 saat uğrayıp ajansa gidiyormuş. Mesela basın danışmanı Serra Hanım’a ajansa uğramadan ayda şu kadar para ne hakla veriliyor? Merak ediyoruz. Ve daha birçok insanın, kiminin danışman, kiminin uzman, kiminin direktor sıfatıyla, ajansa uğramadan paraları nasıl hüplettiğini merak ediyoruz.
Şimdi yeniden organize olmaya çalışıyorlarmış. Bugüne kadar neredeyse iki senedir adam gibi bir proje yapamamış bir ajans, 2010’a 6 ay kala reorganize oluyor. Başarı muhakkakmış. Duy da inanma...
Ford ve Anadol Sunay/Johnson
"BEN, Özden Anıl (67) Bodrum’dan yazıyorum. Size bir anımı ve önerimi yazacağım.
ABD’ye ilk Ford otomobillerimizi ihraç ettik... Yıl 1968. Nisan sonu. Cumhurbaşkanımız Sayın Cevdet Sunay, ABD Başkanı L.B.Johnson’ın resmi davetlisi olarak ABD’yi ziyaret ediyor. Resmi ziyaretin sonunda bir ABD turu başkanlığın özel uçağı ’Blue Bird’ ile yapılıyor. Bir tam gün de Detroit’te Ford otomobil fabrikası geziliyor. Müzesinden başlanıp bütün imal safhaları görülüyor. Öğle yemeği fabrikada yeniliyor. Resmi davetliler bir salonda, refakatçiler de yanındaki salonda ağırlanıyor. (Önüne gidince yana açılan otomatik kapıyı ilk defa orada gördük). Fabrika Genel Müdür Yardımcılarından birisi, refakatçilere ev sahipliği yapıyor. Yemek arasında da bir nezaket konuşması yaptı. Grubun en yaşlısı Duayen Burhan Felek, en genci de ben (Köşk görevlisi olarak). Uçakta, limuzinde, yemekte hep yan yana oturuyoruz. Ev sahibinin konuşması bitince, rahmetliye ’Hocam, en büyüğümüz olarak sizin de bir cevabi konuşma yapmanız lazım’ dedim. ’Evladım ben ne diyeyim, İngilizcem de kifayet etmez’ dedi. Hocam siz Türkçe söyleyin, tercüme edilir dedim. ’E peki öyleyse söyleyeyim’ dedi ve başladı: Önce davetiniz ve konuşmanız için teşekkür ederiz. Ford’un doğuşunu, gelişmesini ve büyümesini gördük, memnun olduk. Beyleri ben de Türkiye’ye davet ediyorum. Gelsinler ve de Türkiye’de Ford’un, Anadol’la nasıl öldüğünü görsünler... Tercümeyi -yanlış hatırlamıyorsam- Sayın Melih Akbil yapmıştı. Sayın Cüneyt Arcayürek ve Kenan Onuk hayattalar ve o gün beraberdik, hatırlarlar. Bugün ise "tereciye tere satmak" güzel...
Galoş giyme
Bir de önerim var: Brezilya Cumhurbaşkanı ve eşi İstanbul’da turistik bir gezi yapmışlar. Sultanahmet Camii’nide gezmişler. Camiye girişte ayakkabılarını zorlukla çıkarıp giymişler. Artık, doktor muayenehanelerinde bile olan ’otomatik galoş giyme’ aparatları var. Camilerimizi ziyaret edecek VIP konuklar için bu aparatlardan Diyanet İşleri Başkanlığı birer tane alamaz mı acaba?"