Paylaş
Bolu'nun Gerede İlçesi'nden 'vatandaş' kimliği ile yazan Avukat Nurettin Kaptan 'Adnan Hocacılar'ın öteki yüzünü yazıyor.
‘‘Onların milletvekillerine, hákimlere, savcılara, polislere ve bilirkişilere nasıl sızmak istediklerini kamuoyu dikkatle izliyor’’ diyor. Kamuoyuna 'Adnancılar'la ilgili sorular yöneltiyor:
Adnan (Hoca) Oktar cemaati ne anlama gelmektedir?
BAV'ın (Bilim Araştırma Vakfı) onursal başkanı Adnan Oktar'dır. 'Bilim'in arkasına sığınırlarken, mali kaynakları varken neden okullaşmaya gitmezler, üniversite kurmazlar.
Adnan Oktar neden yapıtlarında 'Harun Yahya' takma adını kullanır? Neden İslamcı basın kendilerine açıkça destek verir?
Adnan Oktar, İÜ Felsefe bölümünü bitirdi mi, bitiremediyse neden?
1986'ya kadar, Atatürk'ün anısına hakareti alışkanlık haline getiren, onun için 'deccal', 'beton Mustafa' ve 'kör' gibi sıfatlar kullanan Adnan Oktar ne oldu da birden Atatürkçü kesildi?
1986'larda ağabeyinin evinde, samimi ve 'mütedeyyin' Müslümanlar'la 'halvet' olurken, neden birdenbire sınıf atlama gereğini duydu? Neden, samimi, mütedeyyin, mütevazı Müslüman, mürid ve sempatizan yerine, zengin-kültürlü-güzel-genç kitleyi hedef kitle olarak benimsedi?
Neden Türk-İslam sentezi, Osmanlı sanat ve kültürünün birleştiği, paha biçilmez kasır ve çiftlik evlerini 'Halvet Merkezi' seçti?
Manevi, milli değerler, milliyetçi-muhafazakar ideolojiler, bu eğilimdeki partilerle diyalog ya da parti kurma, devlet sempatizanlığı, 'vatan millet Sakarya' edebiyatı gibi söylemleri dillerinden düşürmemelerine karşın Atatürk'ten çok Atatürkçü tutumunuz sözde iken, 12 Kasım 1999 gecesinde yapılan polis operasyonu üzerine ilk başvuru için aklınıza neden FP Milletvekili Oğuzhan Asiltürk geldi? 'Devletçiyiz' dediğinize göre polisi, savcıyı suçlamanız varlığınızı tartışılır hale getirmiyor mu?
YOKSA MANDACI MISINIZ?
Yeniden yapılanmanız, yöntemleriniz, söylem ve eylemleriniz 1. Dünya Savaşı sonunda, Ulusal Kurtuluş Mücadelesi dönemindeki İngiliz Muhipler Cemiyeti'ni ve 'Mandacılar'ı anımsatmıyor mu? Yoksa bu tavrınız bir rastlantı sayılabilir mi?
BAV'ın ve üyelerinin mali durumu nedir? Banka hesapları neden bulunamıyor? Bugüne dek idari, mali, yargısal denetim sonuçları nedir?
MSB Askerlik Daire Başkanlığı'ndaki Adnan Oktar hakkındaki raporda 'idealist paranoya' yazıyor. Ve Harun Yahya takma adı ile birçok yapıt var. Bu saptama askerliğe engel mi? Engelse hálá hastalık devam ediyor mu?
TCK'nın 46. maddesi 'cezai ehliyeti'ni kaldırır. 'İdealist paranoya', bu hastalık cezaevi ehliyetsizlik kapsamına girer mi?
(İçişleri Bakanı Sadettin Tantan 'Adnan Hocacılar, PKK kadar tehlikelidir' dedi. Bunun yanıtını yargıya havale edelim.)
Samimi, net ve açıkça yanıtlamanızı istiyorum. Yönteminiz ve hedefiniz nedir? FP gibi takıyyeci misiniz?
Laik, demokratik çok sesli, katılımcı Cumhuriyet, üniter sosyal hukuk devleti sizin için vazgeçilmez payda, asgari müşterek, meşruiyet zemini midir?
Rejimini sahiplenen vatandaş kimliği ile doyurucu, bilgi, belgeyle yanıtlamanızı istiyorum.
Şimdi Adnancılar'ın yanıtlarını milletvekillerine -çoğunlukla FP'lilere-, hákimlere, savcılara, polislere gönderecekleri fakslardan ve e-mailler'den izleyelim. (DSP Milletvekili Ahmet Tan'ın Sabah'ta 'İki Hanım Kız' (1.2.2000) başlıklı yazısında Adnancı kızların gruplar halinde Meclis'te en az 120 milletvekiline 'piar' yaptığını anlatan yazısını ilgiyle okuyabilirsiniz.)
Kuvayi Milliye
ruhu...
SAYGIDEĞER milletvekillerimize, akıl almaz zorluklarla kurulan Cumhuriyetimiz'in ilk günlerinden bir andı iletmek istiyorum:
Uşaklı Kuvayı Milliyeci Hoca İbrahim (Tahtakılıç) Efendi bir gün yazar Şevket Süreyya Aydemir'e şunları söyler:
‘‘Savaşlar bitince beni mebus seçtiler. Ankara'ya yolladılar. Fakat çocuklarım adına bir ahdım var. Büyüsünler, adam olsunlar, son santimine kadar hesabını çıkarıp, şu fakir milletten mebus maaşı diye aldığımız paraları devlet hazinesine geri versinler. Böylece bizim de bir hizmetimiz geçmişse, bari hak yoluna hizmet sayılsın.’’
Biz, bu saygın İbrahim Tahtakılıç gibi bugün milletvekillerimizin maaşlarından geçtik, kendilerinin, eşlerinin çoluk çocuklarının on yıllar boyu akıl almaz ölçüdeki emekli, dul yetim, kıyak maaşlarının hakkaniyet çizgisinde olması gerektiğini düşünmekte 'hak'sızlık mı yapıyoruz?
Aykut SAĞANAK ERENKÖY
Vekile kız vermem
SAYIN milletvekili, kapımı çaldın ve üniversiteyi bitiren kızımı istedin. Olumsuz düşünmemize rağmen kestirip atmadık. Neler yaptığını görmek için Meclis'e girip çıktık. Çalışmalarını yakından izledik. Hayal kırıklığına uğrattın Ekim Ailesi'ni...
Milletvekiline kız vermek kazançlı bir iş.
Ama istemiyorum kazancını. Sayın vekil, yaktın Türkiye'yi. Türkiye'yi yakan kızımı da yakar. Halka eziyet eden eşine de eder.
Uygar bir babayım elbette. Başkasının adına karar vermem doğru değil. Ama düşüncelerim aynı zamanda sevgili kızımın da düşünceleri.
'Kıyak emekliliğe evet diyen milletvekiliyle evlenmem' diyor kızım.
Oy verenlerin on ay dayanamadığına, ölünceye dek dayanamayacağını vurguluyor.
Üzgünüm sayın milletvekili, Ekim Ailesi'nde sana verilecek kız yok.
Süleyman EKİM AFYON
Doktorumuza kıydılar
SAMSUN Terme'den bir grup, ‘‘Bilir misiniz?’’ diye başladıkları fakslarında şöyle diyorlar:
‘‘İlçemizde 7 yıldır görev yapan bir doktorumuz vardır. Halkın sorunlarına sahip çıkar, yoksulları parasız ameliyat eder. Aynı zamanda Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı'dır. Yobazlara karşı direnir, halkı aydınlatmak için çabalar. Bu doktorumuz Devlet Hastanesi'nin genel cerrahi uzmanı Bora Mutlu'dur. Ama doktorumuzu Sağlık Bakanı Osman Durmuş, nedense Şırnak'a sürdü. Durmuş'un partisinden bir milletvekili, doktorumuzdan rahatsızmış. Neden? Atatürkçü olmasından mı, insanlara yardım etmesinden mi? Osman Durmuş Bey yanlış yaptı. Hani, 'cezalandırma yok' diyordu?’’
Söyleyin, doktor kimin çıkarına dokundu da, kıyıma uğradı.
TIP'ta Uzmanlık Sınavı'na (TUS) başvuruların başladığını okudum. Bu vesile ile yetkililere seslenmek istiyorum. 1999 yılında TUS sınavına girerek kazandım ve şu an hálá atama emrini beklemekteyim. Acaba 2000 yılı TUS sonuçlarını da bekleyip 2001 yılında mı atama emrini alacağız?
S. TUNCAY-ADANA
JANDARMA teşkilatında 30 yıldır görev yapan bir okurumuz yakınıyor: ‘‘1989'da İslahiye'de (Gaziantep) görevli iken o zaman gümrüklendirilmiş değeri 28 milyon 103 bin lira tutan kaçak eşya yakaladım. İslahiye Gümrüğü'ne teslim ettim. Yasa gereği kaçak eşya yakalayanlar ödüllendiriliyor. Ancak defalarca yazdım, hepsinde 'ikramiye gelmedi' yanıtını aldım. Bir gazetede 'Gümrükte soygun' (10.1.2000) haberini okudum. Bizim ikramiyelerin neden ödenmediğini anladım. Demek ki, bize gönderilecek ikramiye kalmadı.’’
Paylaş