Paylaş
Toplumsal olayları belirli kalıplar uyarınca irdelemek ve yargılamak hataya düşmeyi kaçınılmaz kılıyor.
Ceyhun Balcı “27 Mayıs’ın hangi ortamda gerçekleştiğini anımsamakta yarar var!” diyor.
“Küçük Amerika olacağız”, “Her mahallede bir milyoner yaratacağız”, “Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz!” ya da “Odunu koysam milletvekili seçtiririm!” diyen bir seçilmiş irade pek çok şeyi anlatmış olmaz mı?
Olgudaki özneyi üzerlerindeki giysiyle değerlendirmeye kalkarsanız yanılırsınız!
1974’de tankına, tüfeğine karanfil iliştirerek Salazar faşizmini sonlandıran Portekiz ordusu hata mı etmiştir?
Ya da Almanya’da kurduğu düzenle faşizmin kitabını yazan Hitler bir asker miydi? (Elbette vatani görevini yapmıştı ve ancak onbaşı olabilmişti) Ayrıntılara değil sonuçlara bakmalı!
27 Mayıs kuşkusuz hataları olan, yer yer denetimi de elinden kaçıran bir süreçti. Ama, ürünü 1961 Anayasası bugün bile mumla aranıyorsa eğer darbeye değil devrime denk düşen bir devinimdir!
O günleri yaşayanlar 27 Mayıs’la ilgili bakın neler yazmışlar: Dursun Atılgan’ı dinliyoruz:
- Dincilik ve dar görüşlü milliyetçilik yeniden siyasal önem kazandı.
- Din istismarı giderek yaygınlaştı; Menderes dini siyasete alet etmenin öncülüğünü yaptı.
- Ordu NATO’nun emrine verildi (Bu durumun Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında yarattığı sıkıntıyı ve daha önce Amerika Başkanı Johnson’un İnönü’ye yazdığı mektubu anımsatmakta yarar var. Bilindiği üzere, Ege Ordusu, yani 4. Ordu bağımsız olarak oluşturuldu.
- Köyden kente akın başladı, gecekonduculuk başladı. Buna özellikle plansızlık, programsızlık ve oy uğruna ödün verme siyaseti neden oldu.
- Ölçüsüz ve plansız dış yardım alımlarıyla birlikte enflasyon gittikçe yükselmeye başladı. 1958’de dış borçlar ödenemez duruma gelir ve % 320 oranında bir devalüasyon yapıldı.
- Türkiye, giderek dış yardıma bağımlı hale getirildi (Menderes, 500 milyon dolarlık bir yardımı Amerika vermeyince, Sovyetler Birliği’nden almaya hazırlanıyordu ki,
27 Mayıs Harekâtı oldu).
‘Vatan Cephesi’ni unutma
“İSTANBUL Belediye Başkanı Kemal Aygün, devlet hastanesi başhekimi Dr. Mansur Sayın ile genç doktorları çağırdı. DP Başkanı bize partisinin başarılarını sıraladıktan sonra, “Arkadaşlar Vatan Cephesi’ne katılırsanız çok doğru bir şey yapmış olursunuz” dedi. Bu, devlet memurları için onur kırıcı bir baskıydı. DP bölme, parçalama stratejisi uyguladı. Halkın kahveleri, kıraathaneleri, gazinoları, hatta camileri ayrılmıştı. Urfa’ya atanan belediye başkanı benim de hazır bulunduğum bir yemekte, “Orucunu yiyenin katli vaciptir” demişti. Köy ağalarını milletvekili yapan DP’nin ilk icraatı Arapça ezan oldu. Cumhuriyet karşıtı Saidi Nursi’yi ziyaret edip ona saygılarını sundular.
Cumhuriyet devrimlerini, halkın tuttuğu ve tutmadığı diye ayıran, resmi ilanlarla besleme basın yaratan yine bu DP iktidarıydı. 6-7 Eylül olaylarının ve kara sayfasının baş sorumlusu da bu partidir. Ama hiç utanmadan Aziz Nesin’i ve solcuları olaydan sorumlu tuttular. (Aziz Nesin, Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesine karşı çıkmıştı.) Kırşehir DP’ye oy vermediği için ilçe yapıldı. Meclis’te tahkikat komisyonu kurup ona mahkeme yetkileri vererek muhalefeti tasfiye etmek isteyen, Meclis’i yargı yerine koyan DP iktidarıdır.
Köy Enstitülerini ve Halkevlerini iyice silen de adı ‘Demokrat’ olan bu partidir. İktidarın zorbalığına karşı üniversite hocalarını ‘kara cübbeliler’ diye anan Adnan Menderes’tir. Bir
hukuk abidesi Ord. Prof. Sıddık Sami Onar’ı üniversite bahçesinde yerlerde sürükleyen bu iktidarın emrindeki emniyet güçleridir.
Ülkenin bağımsızlığı DP yönetiminde yitirilmiştir. Cezayir’in bağımsızlık mücadelesinde onları değil Fransa’yı destekleyen bu iktidardır.
Şimdi böyle bir iktidarın Türk demokrasisine vurduğu sayısız darbe göz ardı edilecek ve meşruiyetini kaybederek askeri darbe ile devrilen DP yerine gelen askeri yönetimin yaptığı 1961 Anayasası ve onun Türk halkına sağladığı haklardan hiç söz edilmeyecek ve bizim sözde resmi tarih karşıtları tarafından 27 Mayıs kategorik olarak faşist bir yönetim yaratan 12 Mart ve 12 Eylül’le bir tutulacaktır! Bu açık bir haksız yargıdır.
Biz Nâzım Hikmet’i 1961’den sonra dergilerde okuyabildik. Daha çok şey yazabilirim. Bugün tarihi çarpıtanlarla baş başayız.
Bir aydınlanma ve uygarlık savaşıdır bu.”
Gerçekler halktan gizlenmemeli, maksatlı
yayınlar yapılmamalıdır.
Güneş balçıkla sıvanmaz.
GÜNÜN SÖZÜ
“Tarih geçmişin aynası, bugünün habercisi, yarının ise yol haritasıdır.”
(Nurullah Aydın)
Şekersiz rakı olur mu?
GEÇEN hafta gazetelerde rakı ilanı vardı. ‘Sıfır Şeker’ diye de not düşülmüş. Manisa’da üretim yapılan bir alkol fabrikasının yeni piyasaya sürdüğü rakının reklamıydı. Rakı içicileri ilk başta şaşırdılar.
Şekersiz rakı olursa, şeker hastaları da rakı içebilir.
Gerçekten bu olabilir mi?
Bu konuda Bülent Ecevit, Antalya Ekspres’teki köşesinde bir yazı yazmış, konuyu
Antalya’da üretilen Topkapı Rakı’nın CEO’su İsmail Karaman’a sormuş.
Karaman şöyle bir eleştiride bulundu: “Tüketiciyi kandırıyorlar, başka bir şey değil. Şekersiz rakı mı olurmuş hiç. Şekersiz üzüm
mü ürettiler de
bizim haberimiz
yok! Üzüm demek şeker demek. Şekerini azalttık tamam ama sıfır şeker, yok öyle ne yazık ki.
Topkapı Rakı’da binde 1 ila 2 oranında şeker bulunurken, normal rakılarda bu oran yüzde 2-3 dolayında değişiyor”. Rakı içicilere önemle duyurulur...
“Ben tüm sarhoşları dinci üçkâğıtçılardan daha çok seviyorum...”
(Çetin Haspişiren)
Paylaş