Paylaş
Bu da, Musul operasyonuyla birlikte ayyuka çıkan soruyu gündemin en tepesine taşıdı: Türkiye neden “Musul” deyip duruyor? Hangi temele dayanarak burada sözsahibi olmak istiyor?
*
Ankara’nın Musul’a hangi siyasi sebeplerle müdahil olmak istediğini iki haftadır yazıyorum. Ve aslında derdimizin, Irak’ta kartlar yeniden dağıtılırken sözsahibi olmak olduğunu anlatıyorum. Bunu ise aslında Musul operasyonuna asker göndererek değil, orada eğittiğimiz yerel güçleri destekleyerek yapmak istiyoruz.
Ancak Ankara’nın bu isteğinin arkasında sadece siyasi gerekçeler yok. Aynı zamanda tarihi ve hukuki sebepler de var.
Misak-ı Milli Sınırları
Musul’un Türkiye için anlamı aslında 4 tarihi ve hukuki ayağa dayanıyor. Bunlardan 1.si, Misak-ı Milli (Ulusal Ant).
Bugünkü Irak, Osmanlı zamanında 3 vilayetten oluşuyordu: Musul, Bağdat ve Basra.
Dolayısıyla Musul Vilayeti yüzyıllar boyunca Osmanlı’ya bağlıydı. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken 17 Şubat 1920’de ilan edilen Misak-ı Milli’de de, “Misak-ı Milli sınırları” içindeki toprak parçalarından biri olarak belirtilmişti.
*
Ankara’nın Musul’la ilgili 2. referansı ise, 1925’te yayınlanan uluslararası rapor.
Musul meselesi 1923’te imzalanan Lozan Anlaşması’nda çözülememişti. Çünkü Türkiye, Musul’un Misak-ı Milli sınırları içinde yer aldığını söyleyerek işgalci İngiltere'den Musul'u kendisine bırakmasını istemişti.
Akabinde 1923-25 arasında 2 yıl boyunca Türkiye ve İngiltere ikili görüşmelerle bu konuyu çözmeye çalıştı. Çözemeyince de, meseleyi o zamanın Birleşmiş Milletleri olan Milletler Cemiyeti’ne taşıdılar.
*
Bu kuruluş da 1925’te çok kapsamlı bir rapor yayınladı. Raporda Musul, İngiltere mandası altındaki Irak Krallığı’na bırakılıyordu. Ancak şartlı olarak: Musul, Türkiye ve Irak arasında “tartışmalı bölge” ilan edilmişti. Ve bu bölgede yaşayanların azınlık haklarının ve özel mülkiyet haklarının korunması koşuluyla Irak’a bırakılmıştı. Ki bu koşulluluğa uluslararası hukukta “uluslararası ilgiye mazhar prensipler” deniliyor.
Bunu da aslen Musul nüfusunun çoğunluğunun Irak’ın değil, Türkiye’ninkine yakın olmasına dayandırıyordu. Yani çoğunluğun etnik olarak Arap değil, Türkmen ve Kürt olmasına.
Irak’ın Bağımsızlığı
Ankara’nın 3. hukuki dayanağı ise, 1926’da Türkiye ve İngiltere arasında imzalanan Ankara Anlaşması. Bu anlaşmayla Türkiye, Musul’un Irak’a ait olduğunu kabul etti. Ancak Milletler Cemiyeti’nin raporunun belirttiği aynı koşula bağlı olarak.
Bununla birlikte; bu anlaşmaya göre Musul’dan çıkan petrol gelirinin yüzde 10’u, 25 sene boyunca Türkiye’ye verilecekti.
*
Türkiye’nin bugün Musul söyleminin 4. hukuki ve tarihi dayanağı ise, Irak Krallığı’nın 1932’de İngiliz mandasından çıkıp yayınladığı bağımsızlık ilanı.
Bu ilan da yine Milletler Cemiyeti’nin raporuna dayanıyordu. İlandaki 9. ve 11. maddeler; Musul’daki azınlıkların, yani Türkmenlerin ve Kürtlerin haklarına riayet edileceğini belirtiyordu.
Metinde; nüfusun çoğunluğu Türkmen olan kazalarda “resmi dil Arapça ile birlikte Türkçe olacaktır” ibaresi yer alıyordu. Yine bu kazalarda “devlet memurlarının yeterince Türkçe bilecekleri” garanti ediliyordu. Kısacası Musul’a bir nevi kültürel özerklik de tanınmıştı.
Referandum
Gelelim bugüne... Uluslararası hukukta “tartışmalı bölge” kavramı, bu tartışmanın taraflarına birtakım haklar tanıyor.
Murat Sofuoğlu, özellikle Musul konusundaki çalışmalarıyla tanınan bir hukukçu. Önce Ekopolitik adlı düşünce kuruluşunun, şimdilerde de Süreç Araştırma Merkezi’nin direktörü olarak; 2007’den bu yana bu konuda çalışıyor.
Sofuoğlu, “Musul’da istikrarsızlık artarsa ya da bölünme riski belirirse, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’e başvurma hakkı var. Tıpkı İngiltere gibi” diyor. Bundan kastı da, Ankara’nın Musul’un statüsü için referandum düzenlenmesini talep etmesi.
*
Ekopolitik’in kurucusu Tarık Çelenk de, 1992’den beri Musul konusunda çalışan bir sivil toplumcu. Bölgeye de sık sık gidip gelen Çelenk, Türkiye’nin Musul’da sözsahibi olmasının meşru olduğunu savunuyor. Ancak önemli bir uyarıda bulunarak: Musul’un nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Sünnilerin “hamisi” olarak algılanmanın, Türkiye’nin haklılığına zarar vereceğini vurguluyor.
Peki bu nasıl başarılabilir? Türkiye haklılığını yitirmeden ve meselesini dünyaya doğru anlatarak, hedefine nasıl ulaşabilir? Cumartesi devam edeceğiz.
Paylaş