Paylaş
Villa Maçakızı
Geçen hafta 10-13 Mayıs tarihleri arasında Türkbükü’ndeki Maçakızı Hotel’de düzenlenen Med Bodrum isimli bir festivale iştirak ettim. Festivalin teması gastronomi, müzik, sanat ve sürdürülebilirlikti. Elbette ki önemli olan trend konuları seçmek değil, onların içini doldurmak. Yıllar önce biraz da tesadüfen Antakya’da yabancı şeflerin davet edildiği bir etkinliğe katılmıştım. Aralarında önemli şefler vardı. Organizasyon darmadağın, düzenleyenlerse şeflerin ne yapmak istediklerinden bihaberdi. O gün 1 Michelin yıldızlı İspanyol bir şefle tanıştım. Daha doğrusu onu tekrar gördüm çünkü Barselona’daki lokantasında yemek yemiştim. Daha önceden yapacağı yemekleri ve ona gereken malzemeleri festival yetkililerine bildirmişti. Adama her şey hazır demişler ama kendisi bana, gittiğinde hiçbir şeyin hazır olmadığını gördüğünü söyledi. Paniğe kapılmıştı. Kalp sorunları da varmış. Çok tedirgin ve mutsuz gözüküyordu. Gene de elinden geleni yaptı. Aynı otelde kalıyorduk. Sabahın 4’ünde korkunç gürültülerle uyandım ve koridora fırladım. Ambulans gelmişti çünkü adamcağız kalp krizi geçirmişti! O sabaha karşı şefi kaybettik. Kader deyip omuz silkebiliriz ama ben bundan önemli bir ders çıkarmıştım. Tanınmış şefleri ülkemize davet etmek, gastronomi festivallerinde işin kolay kısmı. Zor olan, yetkililerin bu işi ciddi ve profesyonel ahlaka uygun olarak yapmaları. Aksi takdirde güzel bir şölen mutsuz biten bir Yunan tragedyasına dönüşebiliyor.Festivalin ikinci günü verilen yemek Maçakızı Restaurant’daydı (sağda)
Geçmişte bu deneyimi yaşadığım için Med Bodrum’a biraz da korkarak katıldım. Sadece önemli şefler değil, dünyada kendini ispat etmiş ressamlar, sanatçılar ve müzisyenler de katılıyordu. Örneğin, Mercan Dede, İlhan Erşahin, Bob Marley’nin torunu Skip Marley, Romen ressam Mircea Cantor gibi. Şef olarak da 8-9 ünlü isim vardı. Bunlardan İtalya Bergama’daki Da Vittorio lokantasının şefi Enrico Cerea iyi tanıdığım bir isim. Londra’da 2 Michelin yıldızlı Trivet lokantasının şefi Jonny Lake’i ilk kez festivalde tanıdım. Bu lokantanın diğer ortağının ve iş temsilcisininse uluslararası camiada haklı bir şöhreti olmasına rağmen son derece mütevazı bir insan olan master sommelier İsa Bal olduğunu belirteyim.Otelin işletmecisi Sahir Erozan, konuk şefler Enrico Cerea ve Carlo Bernardini (sağda, soldan sağa) ile birlikte.
Organizasyon mükemmeldi. Sadece Türkiye için değil, uluslararası açıdan kıyaslarsak bile çok üst düzeydeydi. Maçakızı Hotel’in ve içindeki restoranın işletmecisi Sahir Erozan hem çok tecrübeli hem de her şeyin en iyisini yapmaya çalışan ve bu işin gerçek profesyonelleriyle işbirliği kurmayı bilen biri. Katılımcılar çok iyi seçilmiş ve onlara rahat edebilecekleri bir ortam sunulmuş. Maçakızı’nda yıllar önce kalmıştım. O zamandan bu yana odaların konforu artmış ama mekânın şahsiyeti hiç değişmemiş. Ruh aynı ruh. Kurucusu ve Sahir Bey’in annesi olan Ayla Hanım’ın (Erozan) damgasını taşıyor. Birçok lüks otelimizin aksine abartı ve gösteriş yerine daha rafine bir estetik anlayışını temsil eden, doğayla çok iyi bütünleşmiş bir mekân.Aslanbalığıyla yapılan balık-cips tabağı (en sağda) - Ünlü şefler festival için özel tabaklar hazırladı. (en solda)
Aslanbalığı ticarileşmeli
Ciddiyetleri sürdürülebilirlik konusuna yansımış. Son zamanlarda sürdürülebilirlik çok moda bir terim. Ama işin derinine inilip pratik çözümler pek üretilmiyor. Sahir Bey laf olsun diye değil, gerçekten doğa ve hayvan dostu. Festivalin son gününde Akdeniz Koruma Derneği’nin etkinlikleri vardı. Denize dalıp koyun temizliği için sudan birçok şey çıkardılar. Bunun dışında istilacı balık türlerine dikkat çekildi. Denizlerin kirliliği ve bilinçsiz avcılık yetmezmiş gibi bir de başımıza bu istilacı türler çıktı. Avrupa’da bu konu çok konuşuluyor. İstilacı mavi yengeç ve denizkestanesi giderek çoğalıp diğer türlere büyük zarar veriyor. Bir de aslanbalığı denen bir balık var. Bildiğimiz balıklar için tam bir felaket. Çözüm balıkçılarımızın bu balığı yakaladıkları zaman denize geri atmak yerine ticarileştirmeleri. Yani lokantalara satıp para kazanmaları. Festivalin son gününde ben bu balığı hem pişmiş hem de çiğ, ceviche olarak denedim. Bayağı lezzetli. O denizlerimizdeki zenginlikleri tüketmeden bizim onu yiyerek yok etmemiz bu işin çözümü gibi gözüküyor. Size bu festivalin özelliğini ve temalarını anlattım. Peki neler yedin, ondan bahset diyeceksiniz. Yediğim nefis yemeklerden de bir sonraki yazımda bahsedeceğim...
Paylaş