Paylaş
Deveye “Boynun niye eğri?” diye sormuşlar. “Nerem doğru ki!” diye cevaplamış.
Ülkece içinde bulunduğumuz hali çok iyi özetliyor.
Acınacak ya da gülünecek çok yanımız var. Ama “Neden bu böyle?” diye sorduğunuz an iki tür cevap geliyor. “Neremiz doğru ki?” ya da “Bu kadar sorun varken sen neye takmışsın?”
Benim uzun süredir tabiri amiyaneyle ‘taktığım’ ya da kafama takılan birçok soru var. Bunlardan biri de çoğumuzun mustarip olduğu bir kafa karışıklığı. Bir pandemi ama endemik hale gelmiş. Sürü bağışıklığı da oluşmuş. Yani hasta tavırlar benimsenmiş. Tepki görmüyor.
Garip istekleri hakkımız sanıyoruz
Neden mi bahsediyorum? Belki ülkemizde çok yaygın olduğu için tam Türkçe karşılığı da yok. İngilizcesi ‘entitlement’. Kendinde ‘hak görme’ ve ‘yetki sahibi olduğunu düşünme’ diyelim. “Acaba tutar mı?” diye düşünüp şansını sonuna kadar deneme de bu olayın bir parçası.
İşin özeti şu: Biz aslında hakkımız olan ve hesap sormamız gereken alanlarda sus pus oluyoruz. Hakkımız olmayan alanlardaysa pusulayı şaşırıyor ve başkalarından garip isteklerde bulunmayı kendimizde hak görüyoruz. Bu istek karşılanmayınca da sitem ediyoruz. Daha kötüsü, bu sitemi ‘eleştiri’ ile karıştırıp “Eleştiriye gelemiyorsun” diyoruz.
Lokanta alanından örnekler vereyim. Lokantaya gittik. Hesap pusulası geldi. Sanki bir karıncanın el yazısı. Okumak mümkün değil. Tek tek her kalemi açık seçik yazmalarını istemek hakkımız. Bunu yapmazsak yanlış sinyal veriyoruz ve kafaya göre hesap yazma pratiğini özendiriyoruz. Ama çoğumuz, ben dahil, utanır ve sorgulamadan hesabı öderiz.
Rezerve masa için ısrar edenler...
Öte yandan, diyelim lokantaya gittik ve deniz kenarındaki masada oturmak istedik. Deniz kenarında tek masa kalmış ve masada ‘rezerve’ levhası var. Çoğumuz, ben dahil, o masada oturmak için ısrar ederiz. Düşünmeyiz ki aslında böyle bir hakkımız yok. Belki o masayı kız arkadaşına evlenme teklif edecek genç, bir ay önceden ayırtmış. O insanların hakkını yemiyor muyuz? Garsonu o masayı vermediği için azarlayarak kalbini kırmıyor muyuz?
Dikkat ederseniz iki kez “ben dahil” diye yazdım. Sonuç olarak hepimiz, politik duruşumuz ne olursa olsun, aynı kültürü paylaşıyor, aynı -bugünlerde daha temiz!- havayı soluyoruz. İnsan davranış ve beklentilerini belirlemede sosyolog Bourdieu’nun deyimiyle ‘habitus’ en az gelir düzeyi ve sınıf kökeni kadar belirleyici.
Bir paragraf açayım. “Ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler” diyenler ne güzel demiş. En zoru insanın içinde bulunduğu şeyi görmesidir. Balıklar denizdedir ama su nedir bilmezler. Habitus soluduğumuz hava gibi. Ancak farklı havayı soluyunca iyice oturmuş kültürel kalıplarımızın farkında olmaya başlıyoruz. ‘Hak etme’ de bu kültürel kalıpların biri. Ancak farklı açılardan görünce eleştirel olmaya başlıyoruz.
Bu yüzden ben “Vedat Bey, sizden lokantaları hijyenik açıdan değerlendirmenizi bekliyoruz, bu göreviniz” diyenlere kızamam. Kızamam çünkü ben de çok zaman kendimde başkalarından, özellikle yakınlarımdan, hakkım olmayan şeyleri isteme yetkisini kendimde gördüm. Yanlış beklentilere girdim ve bunlar karşılanmayınca haksız yere başkasını suçladım.
Bunlar haksız ve tehlikeli talepler
Eleştirmenden hijyen değerlendirmesi beklentisi hem haksız hem tehlikeli. Belki bu yüzden hiçbir ciddi kurum, örneğin Le Monde, New York Times, Michelin lokantayı değerlendirenlerin bu konuda not vermesini istemez. Hiçbir rasyonel izleyici de eleştirmenden böyle bir istekte bulunmaz.
Böyle bir beklenti haksız çünkü eleştirmene ek bir yük getiriyorsunuz. Başkasının yani devlet görevlilerinin görevi olan bir işi ona, lokanta eleştirmenine yüklüyorsunuz.
Aynı zamanda tehlikeli. Tehlikeli çünkü eleştirmen sizin paşa gönlünüz olsun diye bu işe soyunsa da kaş yapayım derken göz çıkarma ihtimali büyük. Uzmanlığı olmayan bir alana soyunduğu an yanlış yargılara varma ihtimali kuvvetli. Lokantacılara istemeden haksızlık yapma veya torpil geçme durumu da söz konusu.
Haftaya devam edelim...
Paylaş