Paylaş
Göz. Burun. Kulak... Sizinkini bilmem ama benimkiler perişan halde. Etrafa pek bakamıyorum artık çünkü çarpık kentleşmenin içler ürpertici görüntüleri gözümü bozuyor. Burnuma Burgazada’da bile hep mazot ve çöp kokuları geliyor. Kulağım daha da perişan halde. Daha fazla gerilmemek için televizyonu kapasam, sokaktan gelen bağırtı-çağırtı ve yakası açılmadık küfürler beynimi zonklatıyor.
Boynumda bir tasma var: Akıllı telefon. İsteyen istediği anda tasmamdan çekiveriyor. Ayrıca sosyal medya canavarı beni de tutsak almış durumda. Zaman zaman elimde olmadan asabım bozuluyor. Kaçmak istiyorum. Kimseye söylemiyorum gideceğim yeri. Paradoksal şekilde ‘hiç tanınmamış’ olmasıyla ‘tanınan’ bir Yunan adası seçiyorum. Cyclades (Kikladik) denen adalar grubunda bir ada: Sifnos. Başkaları Mykonos, Santorini, Paros ve Antiparos’a gitsin. Ben giderim tersine... Bir haftam var ve o ada senin, bu ada benim, dolaşmayacağım. Tek bir mekânda demirleyip, fişimi çekeceğim!
Atina, Pire Limanı’ndan feribota atlıyoruz. Üç saat sonra, Sifnos’un limanı Kamares’teyiz.
“İlk intiba önemlidir” derler. Benim bildiğim ada limanları hep bir curcuna ve keşmekeş içindedirler. Kamares ise sütliman. Feribot yanaşırken bir an hareketlenme oluyor, o kadar. Nefis bir kumsal. Yunanlılar pek konfor aramıyor, havlularını atıp sere serpe yere uzanıyorlar. Tek tük denize girenler var. Ama çoğunluk kahvelerde tembel tembel ‘freddo cappuccino’ ve ‘freddo espresso’larını yudumluyor. Önceden rezerve ettiğimiz arabamızı kiralamak için elde bavul, 400 metre yürürken, pareolu ve çıplak ayaklı güzel bir kızla burun buruna geliyorum. Tebessüm ediyor ve “Kalimera” diyor: “Merhaba!”.
Hemen anlıyorum ki doğru yerdeyim. Kendi ülkemde ortak bir selamlaşma dili yok. Örneğin taksi şoförlerinin yarısı, “Merhaba”, “İyi günler”, “Günaydın” vs. cevap vermiyor. Buradaysa hafif bir gülücük ve “Kalimera” farklı kesim-kültür-dil-yaş grubundan insanlar arasında hemen ortak bir dil ve gizli bir bağ oluşturuyor. Kalacağımız Vathi’ye arabayla mesafe 20 dakika. Etrafıma bakınıyorum. Bitki örtüsü tipik Akdeniz. Ada 82 kilometre uzunlukta ve bunun 70 kilometresi kumsal. Yollar güzel, çok az araba var. Yerleşim alanları birbirine mesafeli. Bembeyaz, mavi panjurlu evler ve erişilmez gibi gözüken yamaçlara serpiştirilmiş kiliseler...
Burgazada’nın tam tersi
Ama beni en çok etkileyen ışık. Gün batımına yaklaşıyoruz ve betonlaşmayla dejenere olmamış ışık, dokunduğu her nesneyi adeta efsunlu hale getiriyor. Deniz türkuaz, kumsal adeta altın rengi, mavi panjur ve kubbeler laciverte çalmış, yeşillikler zümrütümsü bir ton almış, beyaz evler uzakta lekesiz inci taneleri gibi dizilmiş. Ufuktan gelen gerçek Bursa şeftalisi benzeri bir renk gözünüze çarpıyor ve uzanıp dokunmak, koklamak istiyorsunuz. Yorgun gözlerim hem dinleniyor, hem canlanıyor.
Vathi’ye varıp arabayı dışarıda park ediyoruz. Vathi eski günlerin Gümüşlük’ünü andırıyor. Sifnos’ta arabanızı hep yerleşim alanlarının dışına park etmeniz gerekiyor. Motor gürültüsü yok. Çöp kamyonu da yok ama her taraf tertemiz. Sonradan öğreniyoruz ki çöpler gece yarısı sonrası toplanıyor ve adanın ıssız bir köşesinden gemiye yükleniyor. Burgazada’nın tam tersi.
Vathi’de harika bir kumsal, dokuz taverna, bir kilise ve kumsalın karşısında bazıları minicik beyaz evler var. Biz bu plaj evlerinden birinde kalıyoruz. Terası da var. Yanımızda minik bir bakkal. Evde cezve buluyorum. Bakkalın sahibi, 70’lik delikanlı Sotiris aynı zamanda buranın balıkçısı. Haftada iki gece denize açılıp taze barbun, çipura, orfozla dönüyor. Sotiris’e Türk kahvesi satıp satmadığını soruyorum. Biraz şaşırıyor çünkü ilk kez bir turist böyle bir istekte bulunmuş. Kahve var.
Lavanta kokuları
Kaldığımız altı bütün gün hep aynı ritm. Sabah deniz ve kahve. Bütün gün terasta kitap okuyup, müzik dinleme ve ara sıra denize dalma. Öğle yemeğini bir gün hariç hep kendimiz hazırlıyoruz. Roka salatası ve adanın nefis taze keçi peyniri... Adı ‘mizitra’. Bir de kaşarlı tost. Arkasından karpuz. Öğlen içki içmiyorum. Bu kendi kendime koyduğum bir kural. Bir başka kural da bilgisayarımı tatile getirmemek ve sosyal medyayla ilgilenmemek. Günümüzde tatiller tatil olmaktan çıktı ve iş dünyasının deniz kenarındaki uzantısı haline geldi. Benim katı kurallarım şunlar: İş konuşmak yok; e-maillere cevap vermek yok; Instagram ile uğraşmak yok; fotoğrafsa nadiren ve doğaçlama çekilmeli!
Tatil gerçek anlamda tatil olunca sadece gözüm değil, kulağım ve burnum da bayram ediyor.
Her akşamüzeri farklı bir yeri keşfe çıkıyor ve bol bol yürüyoruz. Apollonia adanın merkezi gibi. Ana sokağında yürürken birbirinden güçlü çiçek kokuları başımı döndürüyor. Begonvil, mimoza, lavanta... Buradaki O Drakakis lokanta-bar, Apollonia’nın kalbi gibi. Bir masaya kurulup rakomelo denen geleneksel içkiyi ağır ağır yudumlarken hem gözünüz hem burnunuz bayram ediyor. Rakomelo sıcak sunuluyor. İçinde anason olmayan bu sıcak rakının aroması ve lezzeti bal, tarçın ve karanfille zenginleştirilmiş. Başka bir akşam O Drakakis’e bir dakika mesafede Rabagas bar-lokantada güzel kokteyller yudumlarken burnum yoğun yabankekiği ve adaçayıyla doluyor. Apollonia’daki Botzi de çok hoş bir bar. Afro-Küba tınılarda Fransız ve Yunan turistler dans ediyor.
Apollonia adanın merkezi ama bana göre daha da ilginç iki köy var. Soylu Artemonas’ta dolaşırken burnunuza kapari ve sardunya çiçekleri, portakallı ve bademli geleneksel bisküvi aromaları geliyor. Artemonas’taki rakı-bar Mosaica’da bir umami bombası olan, kavrulmuş tatlı soğan ve kapari çiçeği salatasını tadarken etrafı seyrediyorsunuz ve damağınız kadar burnunuz ve gözünüz de nirvanaya çıkıyor.
Artemonas’ta varlıklı Atinalıların yazlık evleri var. Ama bana daha cazip gelen Kastro. Venediklilerin imzasını taşıyan bir Ortaçağ köyü ve daha çok, genç veya gönlü genç bohem bir kesime hitap ediyor. Burada uzaktan gerçeküstü gibi duran ‘7 Şehitler Kilisesi’ni ziyaret etmek elzem.
Biz Vathi’de denize girdik ama biraz hareket istiyorsanız Platis Gialos’a gidin. İyice doğal kalmış bir yer istiyorsanız da Heronissos’a. Buradaki iki tavernada taze ve iyi fiyata ıstakoz var. Öte yandan, göz, burun ve kulak kadar, damak da önemli tabii. Haftaya da adanın lokantalarından bahsedeceğim.
Paylaş