Moda’da yaşayanlara gıpta etmemek zor

ABD’de, Google, Facebook, Microsoft gibi şirketlerin senede 100 bin dolar ve üstü kazanan çalışanları şehir hayatını değiştirdi. Onların gittiği yerlere kafeler de gitti.

Haberin Devamı

Oysa bizim modern kafeler zaten varlıklı semtlerde açılmıştı. Moda’daki Story ve Rafine’yi ziyaret ettikten sonra Modalılara gıpta etmemek zor açıkçası!
'entry’ kelimesini ilk kez 40 yıl önce Boğaziçi Üniversitesi’nde Faruk Birtek Hoca’nın ‘tarih sosyolojisi’ dersinde duymuştum... ‘Landed gentry’, toprak sahibi soylu sınıf... Aldığım dersin zengin içeriği Faruk Hoca’nın derin bilgi ve sentez yeteneğiyle birleşince benim ilgi alanım ekonomiden sosyolojiye kaydı. Ama bu ayrı bir konu...
İki sene sonra Berkeley, Kaliforniya’ya gittiğimde ‘gentry’ kelimesini daha sık duymaya başladım. Daha doğrusu ‘gentrification’ (seçkinleştirme)... İlerici, aktivist sosyoloji öğrencileri San Francisco’nun Castro gibi bazı mahallelerinin ‘gentrification’ından bahsediyor, bu süreci durdurmak istiyordu. Ne olup bittiğini hemen anlayamadım. Amerika’da, 17’nci yüzyıl İngiltere’sindeki gibi toprak sahibi soylu bir sınıf mı vardı? Yoktu tabii ama yaşadıkça gördüm ve öğrendim ki, hem toprak sahibi soylulardan hem de İngiliz krallarından çok güçlü bir kesim vardı: Plütokratlar... Yani sınırsız ekonomik güçlerini kullanarak topluma egemen olan ve gelişme yönünü kontrol eden süper varlıklı birey ve aileler. Güçleri mutlaktı ve benim yaşamım sürecinde de kümülatif artmaya devam edecekti. İngilizce ‘omnipotent’ yani ‘sınır tanımayan güç’ kelimesi, tarihteki ünlü despotlardan çok günümüz plütokratları için uygundu.
Moda’da yaşayanlara gıpta etmemek zor
Kafeler birçok amaca
hizmet ediyor
Aynı bunun gibi ‘gentrification’ da karşı konulmaz bir süreçti. Sermaye birikiminin yönü ve imalat sanayisinin Batı’da öneminin azalmasıyla birlikte yüksek teknoloji internet ve finans ile ilgili şirketlerin yıldızının parlaması kent merkezlerini yaşamak için cazip yerler haline getiriyordu. En kârlı ve pazar kapitülasyonu yüksek şirketler merkezlerini San Francisco ve civarına taşıyor ya da zaten burada kuruluyorlardı. Gayrimenkul fiyatları almış başını gitmişti. Geleneksel olarak Amerika’da beyaz orta sınıf ‘suburb’ denen büyük şehirlerin dışındaki birbirine benzer banliyölerde yaşıyordu ama bu süreç değişiyordu. Google, Facebook, Microsoft (Seattle) gibi şirketlerin senede 100 bin dolar ve üstü kazanan, hisse senedi opsiyonları da olan 35 yaş altı çalışanları anne-babaları gibi yaşamın monoton ve sıkıcı olduğu suburb’lerde yaşamak istemiyorlardı. Çok çalışıyorlar ama yaşamın zevkini de çıkarmak istiyorlardı. Farklı ve egzotik yemekler, iyi kokteyller, evlenme zorunluluğu olmadan ve daldan dala atlayarak cinsel dürtülerini tatmin etme özgürlüğü...
En önemlisi de iyi kahve. Kahve derken içeceğin kalitesinden öte kafenin ortamı... Hoş, çekici ve hem çalışmaya hem müzik dinlemeye hem arkadaşlarla buluşmaya hem de partner bulmaya uygun bir ortam. Batı dünyasındaki ‘developer’ denen girişimci müteahhitler bunu hemen fark etti. Bu yüzden eski ve yoksulların yaşadığı büyük kent mahallesini varlıklı insanlar için cazip kılmak, yani ‘gentrify’ etmek için buralarda bu insanları çekecek kafelerin açılmasını planladılar.
Ekşi maya ekmeği de
‘sticky bun’ da çok iyiydi
Bizde ise modern kafeler zaten varlıklı ve yaşama bakış tarzları Batılı kesimin ağırlıkta olduğu semtlerde açıldı. Nişantaşı, Karaköy, Moda gibi. Örneğin Story Café... Moda’da eski bir evin giriş katında. Çok hoş bir mekân. Rahatça müzik dinler, kitabınızı okur ya da arkadaşlarınızla sohbet edebilirsiniz. Dekor hem şık hem rahat hem de abartısız. Etiyopya menşeli kahveleri iyi. Ben Cortado içtim. Güzel bir sandviç yedim. Ev yapımı acuka sos ve yumurta da ekşi maya ekmeği de iyiydi. ‘Sticky bun’ ise çok iyiydi. Amerika’da bile bu kadar iyisi az bulunur. Kahveye de iyi eşlikçi. Yengemin yediği meyveli krep de oldukça lezzetliydi. Rozbif ve cheddar peynirli sandviç ortalamaydı. San Sebastian cheesecake de bana göre standarttı. Philadelphia yerine labne’den yapılmış.
Cheesecake deyince... Moda’da iyi bir cheesecake için Rafine Espresso Bar’a gidin. Kaan Bey, mascarpone ve farklı bir krem peynirden yapıyor. Bir zaman küflü bir keçi peyniri de kullanıyormuş. Çok iyi fikir. Benim favorim Züberoa lokantası bunun benzerini yapıyor. Rafine’nin ‘Paris-Brest’ tatlısı da nesnel olarak çok iyi, benim damak tadıma göre biraz fazla şekerli. V60 ile yaptıkları Honduras kahve de çok iyiydi. Moda’da yaşayanlara gıpta etmemek zor!

Yazarın Tüm Yazıları