Paylaş
Hayır, Trani’de yaşamak istemezdim. Ülkemde Trani gibi bir yer olmasını isterdim. Deniz kıyısında lüks marinalar veya çirkin yapılar olmasın. Herkese açık olsun kıyı. Onu çevreleyen rengârenk evler, gece bara dönüşen eğlenceli kahveler, ucuz ve taze deniz ürünleri bulunan lokantalar... Asfalt değil, mermer kaldırım taşları. Ay ışığında ışıl ışıl parlayan...
El ele tutuşup yürüyen, bazen uzun uzun öpüşen âşıklar... Kızlı erkekli grup halinde yürüyen gençler. Gülüyor, eğleniyorlar. Benim gibi yaşını başını almış adamlar ve kadınlar gençleri görünce kınamıyor, “Bizim zamanımızda...” diye başlayan “Ahlak elden gidiyor” tipi nutuklar atmıyor. Aksine; onlar da kendini daha genç hissediyor ve içlerindeki yaşam arzusu kamçılanıyor. Salgın hastalık gibi hoşgörü de bulaşıcı. Yaşam kalitesini dolaysız etkiliyor.
İtalya’nın kalbi; Venedik, Floransa, Milano gibi turistik kentlerde değil, bu minik kasabalarda atıyor.
BURASI İNSANI ADETA KUCAKLIYOR
İtalya’nın ökçesinde, Puglia’daki Trani böyle bir kasaba. Bana göre İtalya’nın kalbi; Venedik, Floransa, Milano gibi turistik kentlerde değil, bu minik kasabalarda atıyor.
Trani, orta-üst sınıf. Buranın sakinleri şık ve bakımlı. Hafta sonları civardaki kasabalardan buraya çok fazla genç geliyor. Bizde Alaçatı’ya gidilmesi gibi. Ama burada yollarda rahat yürünüyor, insanlar balık istifi değil. Fiyatlar da uçuk değil. Bizde zenginlerin uğrak yeri olan kıyı kasabaları kendilerinden olmayanı dışlıyor. Burası ise kucaklıyor.
Gallipoli, Puglia’nın en güneyinde. Burası varlıklı değil. Balıkçı kenti. Sakinlerinin çoğunun elleri nasır tutmuş. Temiz ama basit giyiniyorlar. Arka sokaklara girdiğinizde balkonlarda çamaşır asılı olduğunu görüyorsunuz. Zaman zaman da bu eğri büğrü evlerin birinden Fellini filmlerindekine benzeyen tombul bir teyze fırlıyor. Göz göze gelirseniz “Bende daha iş bitmedi” dercesine gülümsüyor.
Her iki kasabada da harika deniz ürünü lokantaları var. Maalesef bizde -benim beş yıldız verdiklerim dahil- bu düzey yok. Lokantalar kasabaların farklılıklarını yansıtıyor.
Trani’de Corteinfiore, adı gibi, ağaç ve çiçeklerle süslü sofistike ambiyansı olan bir mekân. Sahibi olduğu belli olan orta yaşlı bey, balıkçı yaka siyah kazağı ve tasarım jean’i ve çok pahalı marka ayakkabılarıyla bu sofistikasyonun bir parçası. Son derece de fit.
Bizde bu düzeyde deniz ürünleri servis eden restoran yok. Benim beş yıldız verdiklerim dahil.
100 EURO’YA ÇIKARSINIZ
Gallipoli’deki Puritate düzgün ama basit bir restoran. Elbette keten masa örtüleri ve peçetelerle rahat iskemleler var ama estetik olmak için özel çaba harcanmamış. Lokantanın sahibi kim anlamak mümkün değil. Garsonlarsa Corteinfiore’dekilerden bile daha iyi. Belli ki hepsi müessesenin emektarları.
Her iki lokantada da 20 Euro civarına iyi şaraplar var. Bunlardan birini ısmarlar ve tıka basa yerseniz Corteinfiore’den 150, Puritate’den 100 Euro’ya çıkarsınız. İki kişi...
Ne mi yersiniz? Corteinfiore’desiniz. Çiğ kırmızı karides tabağıyla başlayın. İtalyanlar çiğ deniz ürünlerinde dünya birincisi. Arkasından belki bir ahtapot... Ama minicik ahtapot (moscardini)... İtalya’dasınız. Hamurişlerinde üstlerine yok. Minik kalamarı, denizbiti (çiçala) ve kiraz domatesi, ‘kaneloni’ gibi iri kesilmiş ‘paccheri’ benim favorim. Sonra tuz ve zeytinyağıyla pişirdikleri iri denizkerevitlerinden ısmarlayın. Son olarak da güveçte hazırladıkları patatesli bir balık. Sinarit, dülger, lipsoz. Her gün değişiyor ama üç-dört çeşit var.
Puritate’desiniz. Çiğ balık tabağı iyi ama daha özeli de var: Başka hiçbir yerde görmediğim bir istiridye. Birer tane isteyin. Arkasından bir düzine çiğ veya kızarmış ince ekmek üzerine denizkestanesi... Sonra hamurişi... Palamut balıklı olanı iyi. Ama benim favorim kılıçbalığı yumurtalı ‘linguine’. Körpe kabak, domates, sarmısak, biber ve zeytinyağlı... Son olarak bir düzine karides... Buraya özgü, bizde olmayan kırmızı karides... ‘Gamberoni al sale’. Hanım veya bey bunları yemez mi? Her derdin devası var.
O zaman beni çağırın, geleyim!
Paylaş