GILLES Roudy, 18 aydır Carrefoursa'nın Genel Müdürü olarak Türkiye'de görev yapıyor. Roudy ile perakende sektörünü konuşuyoruz. Önce Carrefoursa'daki hedefini veriyor: ‘‘2005'te sektörün zirvesini zorlarız.’’
Carrefoursa, çoğu İstanbul'da 10 hipermarket ve 3 market, toplam 13 mağazayla yılda 65 milyon kişiyi ağırlıyor. Zincire yakında İstanbul Bayrampaşa da ekleniyor. Fransız Roudy, mağazaları gezip, gözlem yapıyor. Krizlerin alışveriş alışkanlığını nasıl değiştirdiğini şöyle aktarıyor:
‘‘Müşteri fiyata çok duyarlı. İyiyi, ama ucuzunu bulmak için rafları dikkatli inceliyor. Gözü kapalı alışveriş yapana artık rastlanmıyor.’’
Fiyat duyarlılığı, sektörün diğer önemli zincirleri gibi Carrefoursa'yı da ‘‘market markalı ürün’’e yönlendiriyor. Henüz iki olan market markalı ürün sayısını önümüzdeki günlerde 150'ye çıkarmayı planlıyor.
Roudy, halkı enflasyondan koruma misyonu yüklenmiş gibi konuşuyor: ‘‘Her malın en ucuzunu müşteriye sunmaya çalışıyoruz. Kimi ürünlerde fiyat artışları enflasyonun 10 puan kadar altında bulunuyor. Ucuzluk arayışı içinde doğrudan üreticiden mal alımı yapmaya yöneliyoruz. Örneğin, taze balıkta bunu yaptık. Şimdi yaş meyve sebzede de bazı arayışlarımız var.’’
Gilles Roudy, Türkiye'ye bakışını da şöyle anlatıyor: ‘‘Türk insanı çok dinamik, yeniliğe açık. Genç ve atak bir nüfusunuz var. Bu sizin için büyük avantaj. İnsanların elinde son model cep telefonları dolaşıyor. Alım gücüne bakmaksızın, ‘en yeni model bende olsun' yarışı var. Belki de prestij aracı olarak görüyorlar. Dinamik insan gücü potansiyeli Türkiye'yi daha ileri noktalara taşıyabilir. Elbette bunun için itici güç lazım.’’
Ya marketler için ‘‘şehir dışına çıkın’’ zorunluluğu gelirse?
Roudy, yanıtlıyor: ‘‘Kayıtdışı ekonomi sorununuz var. Kayıtlı ekonominin en önemli araçlarından biri de bizim sektör. Hükümet bunu dikkate almalı.’’
Peki market zincirlerinin sayısı fazla değil mi?
Roudy, öyle düşünmüyor: ‘‘Türkiye'nin potansiyeli çok büyük. Biz buna bakıyoruz. Türkiye'ye daha çok yatırım yapmayı düşünüyoruz.’’
Onlar yayıldıkça, alışveriş kayda giriyor. Aralarındaki kıyasıya rekabet, zamanla tüketiciye yarayacak gibi görünüyor.
Tam, ‘‘Irak Savaşı bitti, artık ekonomi toparlanma sürecinde’’ diye sevinirken, bu kez 6.4’lük Bingöl depreminin acısı çöküyor.
Roudy'nin ‘‘dinamizmine’’ hayran kaldığı Türkiye, depremi Bingöl'le hatırlıyor. Çöken okul yatakhanesi, ‘‘çürük kamu binaları’’na yeniden dikkatleri çekiyor. Vatandaşın, ‘‘elimle yaptığım ahırım çökmedi, devletin binası çöktü’’ sözü birilerinin suratında tokat gibi patlıyor.
Türkiye, ‘‘çürük binaları’’ can pahasına hep depremle mi ayıklayacak?
Hükümete bakmam Türkiye'yi savunurum
IRAK Savaşı, ABD'yle ilişkileri eski seyrinden çıkardı. Türk-Amerikan İş Konseyi Başkanı Vural Akışık'ın deyimiyle, Türkiye ABD için artık ‘‘vazgeçilmez’’ değil. Ancak, Akışık ve ekibi yine de işin peşini bırakmıyor. Eyaletlere kadar inip, ilişkilerin gelişmesine çaba harcıyor.
Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) de ABD konusunda kendine düşeni yapmaya çalışıyor. Bu çerçevede hem TİM, hem de Türk-Amerikan İş Konseyi, ABD Senato Üyesi Robert Wexler'i geçen pazar ayrı ayrı ağırladı. Demokrat Partili Wexler, Kongre'deki Türk Grubu'nun kurucusu ve başkanı.
Ankara'da hükümete, ‘‘Yönünüzü Suriye'ye mi çeviriyorsunuz?’’ diye soran Wexler, Oğuz Satıcı'nın başkanlığındaki TİM'de ise sıcak mesajlar verdi: ‘‘Benim için hükümetler değil, Türkiye önemli. Hükümetlere bakmam, Türkiye'yi desteklerim. Sorunların zamanla çözüleceğine inanıyorum.’’
Araya tezkere soğukluğu girse de işadamları ABD'ye asılıyor. ABD'de ‘‘Türk dostu Wexler’’lerin sayısı artsın diye uğraşıyor.