Paylaş
Türkiye'nin iç politikada çok hareketli günler geçirdiği ve bu hareketliliğin önümüzdeki dönemde daha da artabileceği söylentilerinin yoğunlaştığı bir sırada önemli bir dış politika konusunun dikkatlerden kaçmaması gerekiyor.
NATO'nun en önemli özelliğini Ortak Savunma örgütü olması oluşturur. Güvenlik konuları bakımından Türkiye'nin giderek artan meydan okumalarla karşı karşıya olduğu bir ortamda NATO'dan sık sık söz edilir oldu. Suriye tarafından uçağımız düşürülüyor, konu hemen NATO'da ele alınıyor. Rusya hava sahamızı ihlal ediyor, NATO bu konuyu derhal gündemine alıyor. Türkiye bir Rus uçağını düşürüyor, ivedilikle NATO'da istişareler başlıyor.
Türkiye'de bir zamanlar "NATO'nun Ortadoğu'da işi ne?" diye sorulurken bugün "Ortadoğu'nun sorunlarına NATO neden ilgi göstermiyor?" diye hayıflanılıyor. Açıkçası, Türkiye'de bazı çevrelerde NATO'nun güvenliğimiz için ne kadar vazgeçilmez olduğu yeniden kavranıyor. Bu önemli ve olumlu bir gelişme.
Türkiye'nin güvenliği açısından bugün iki coğrafi bölge özellikle öne çıkıyor: Doğu Akdeniz ve Karadeniz. Güvenlik meselelerinin bu kadar yoğunlaştığı bir dönemde Varşova'daki NATO Zirvesi doğal olarak bu iki bölgedeki güvenlik konularını da gündeminde bulunduracak. Hangi bölgenin diğerinden daha önemli ve öncelikli olduğu sorusunu sormanın zamanı değil. "Güvenlik meseleleri" önceliklere göre değil bütüncül olarak ele alınması gereken bir yumaktır.
Rusya'nın son yıllarda her iki bölgede de artan hareketliliği Varşova Zirvesi'nin gündemini belirleyen etkenlerden biri olarak dikkate alınacak. Bu durum Zirve'nin hem NATO, hem Rusya, hem de Türkiye'nin NATO ve Rusya ile ilişkileri bakımından önemini artırıyor.
Suriye sorunu Rusya'nın bu konuya müdahil olmasıyla birlikte önemli bir dönüşüm geçirdi. Bugün artık kimse Şam'daki Emevi Camii'nde namaz kılmaktan söz edemiyor. Suriye'de IŞİD'e karşı verilen mücadelede Rusya'nın önemli katkısının olduğunu tüm dünya kabul ediyor. Şam'la en yakın ve en önemli sınır komşusu olan Türkiye'nin diyaloğu koparmayı tercih ettiği bir dönemde Rusya'nın boşluğu doldurduğu, diyalog kurma ve Baas rejimine belli konularda yol gösterme açısından Batı'nın önemli bir ortağı haline geldiği görülüyor. Doğu Akdeniz'de güvenlik meseleleri konuşulurken Rusya'yı dikkate almamak artık mümkün değil.
Karadeniz'de ise Gürcistan'dan sonra Kırım ve Doğu Ukrayna'da görülen gelişmeler bu defa Batı'nın Rusya ile diyaloğu önemli ölçüde artırmak gerektiğini kavramasına yol açtı. Son haftalarda ABD ile Rusya arasındaki görüşmelerde bir yandan Suriye ele alınırken bir yandan da sürekli Ukrayna konuşuluyor. Rusya Karadeniz havzasını kendi güvenliği açısından ne kadar önemli görürse görsün, artık bu bölgede Batı'yı ve NATO'yu daha çok dikkate alması gerektiğinin farkında.
Türkiye bir NATO üyesi olmanın yanı sıra, soğuk savaş yıllarında Sovyetler Birliği ile doğrudan kara, deniz ve hava sınırdaşı olmasının gerektirdiği özenli, dengeli ve akılcı politikaları başarıyla yürütebilmiş, bu başarısı da NATO müttefikleri tarafından eleştirilmemiş, aksine takdirle karşılanmıştı.
Bugün şartlar değişti. Türkiye yine NATO'nun üyesi, üstelik NATO'nun güncel politikaları bakımından en önemli müttefiklerinden biri olma özelliğini koruyor. Rusya da Türkiye'nin yanı başındaki coğrafyada havadan ve denizden doğrudan, karadan da Ermenistan sınırında dolaylı olarak sınır komşuluğunu sürdürüyor. Ancak Türkiye artık Rusya ile konuşamayan yegane NATO üyesi! Bu da önemli ve olumsuz bir gelişme.
Türkiye'nin dış politikasında hassas dengeler vardır. Cumhuriyet tarihi boyunca bu hassas dengeler dikkatli ve özenli biçimde gözetilmiştir. Bu ince politikanın değiştirilmiş olması bugün Türkiye'yi zorluyor. Dış politikada eylem ve söylem birlikteliği yok. "Kazan-Kazan yaklaşımı" dillerden düşmüyor. Bu söylem aslında dış politikada sorunlara sıfır çözümlü olmayan bir anlayışla bakmak anlamına gelir. Oysa eylemde durum farklı. Kutuplaşmayı körükleyen "ya bizdensin ya onlardan" anlayışı sorunlara sıfır çözümlü "ben kazanayım o kaybetsin" bakışıyla ve "hepsini al" zihniyetiyle yaklaşıldığını gösteriyor.
Türkiye'nin güvenliğinde NATO'nun vazgeçilmez olması Rusya ile ilişkilerin bozuk olmasını gerektirmez. Aksine, Rusya ile olan ilişkilerin bozulması NATO'nun sağladığı güvencenin dayanıklılığının da sınanabileceği durumlarla karşılaşılmasına yol açar. Oysa ortak savunmaya dayalı güvenlik anlayışı asla böyle bir sınamaya tabi tutulmayacak kadar önemlidir. Böyle bir sınamayı zorlamanın sorumluluğunu da kimse üstlenmeye cesaret etmemelidir.
Bugüne dek Karadeniz'de güvenlik Türkiye kadar Rusya'nın da büyük bir özenle uygulayageldiği bölgesel sahiplenme anlayışına dayalı olarak sorun yaşanmadan sağlanabilmişti. Türkiye'nin Rusya ile olan ilişkilerinin 24 Kasım 2015 tarihinden itibaren girmiş olduğu yeni evre bu anlayışa dayalı Karadeniz Güvenliği konusunun da aşındırılması için fırsat kollayan çevrelerin durumdan vazife çıkarmaları sonucunu doğuracaktır. Bu da önemli ve tehlikeli bir gelişmedir.
Yeni Hükümet'in bu hafta göreve başlaması beklenirken Türkiye'nin önünde çözüm bekleyen çeşitli iç ve dış politika meseleleri bulunuyor. Hepsinin önceliği var, hepsi birbirinden önemli. Dış politikada ise Türkiye'nin yeniden sonucu sıfır çözümlü olmayan yaklaşımlara dönmesine ihtiyaç duyuluyor. NATO Zirvesi yaklaşırken Türkiye'nin Rusya ile olan ilişkilerinin bozuk olması Karadeniz'deki dalgaları daha da karartıyor.
Paylaş