Paylaş
Türkiye bu örgütün kurucu üyesi, üstelik örgüt içindeki en faal üyelerden de biri. Dolayısıyla iyi tanımakta yarar var.
Avrupa'da soğuk savaş koşullarının yumuşamaya başlamasıyla birlikte ortaya çıkan olumlu hava 1970'li yılların başında Doğu ve Batı bloku üyesi ülkelerin bir ortak güvenlik ortamı yaratılabilmesi için arayışlara girmelerine yol açmıştı. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) işte bu maksatla 1973 yılında Helsinki'de başlamış ve 1 Ağustos 1975 tarihinde imzalanan Helsinki Nihai Senedi ile sonuçlanmıştır.
AGİK'in hedefi Helsinki Nihai Senedi ile belirlenen temel ilkelerin konferansın katılımcı ülkeleri arasındaki ilişkilerde izlenmesini sağlamak olmuştur. Egemen eşitlik, sınırların dokunulmazlığı, içişlerine karışmama, toprak bütünlüğü, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı bu temel ilkeler arasındadır.
AGİK özünde bir ortak güvenlik birlikteliği oluşturuyordu. İnsan hakları ve temel özgürlüklere saygı esasının güvenliğin bir unsuru haline getirilmesinin ardındaki amaç bu saygının Doğu Bloku ülkelerinde eksik olduğu düşüncesinden kaynaklanıyor ve bu ülkeler üzerinde bu konuda baskı oluşturulmasını hedefliyordu.
1975 Helsinki Nihai Senedi ile başlayan süreç onbeş yıl sonra Doğu Bloku'nun dağılmasına, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasına ve o blokta yer alan ülkelerdeki totaliter rejimler altında zulüm gören halkların daha insancıl ve demokratik yaşam koşullarına kavuşmalarına yardımcı oldu. 1994 yılında ise AGİK Budapeşte'de yapılan Zirve toplantısıyla kurumsallaşarak bir örgüt haline dönüştü ve o tarihten itibaren de AGİT adını aldı.
Soğuk savaşın sona ermesi ve AGİT'in insan hakları ile güvenlik ve işbirliği arasındaki bağı önemsemesi temel hak ve özgürlükler ile ilgili konuların ülkelerin iç işi olarak nitelenmesinin de ortadan kalkmasına yol açtı.
Bu açıdan bakıldığında, AGİT kendi üyesi olan devletlerin vatandaşlarının temel özgürlüklerinin de ihlal edilmemesine özen gösteriyor. Hatta, böyle bir ihlal içinde olan devleti uluslararası toplum içinde güvenilmeyen, üstelik diğer ülkelerin güvenliklerine de tehdit oluşturan bir aktör olarak değerlendiriyor.
AGİT'in bu nitelikleri zaman içinde bütün bu ilke ve prensiplerin gözetilmesi maksadıyla kendi içinde yeni kurum ve mekanizmalar oluşturmasına yol açtı. Üye devletlerin özellikle insani boyuttaki yükümlülüklerinin hayata geçirilmesi ve bu bakımdan onlara destek olunması amacıyla kurulan Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi (DKİHO), Milli Azınlıklar Yüksek Komiserliği ve Medya Özgürlüğü Temsilciliği bu kurumlar arasında yer alıyor.
DKİHO yıllardan beri AGİT üyesi ülkelerde seçim gözlemciliği yapıyor. Türkiye de bu kurumun çalışmalarına katkıda bulunuyor, kurumun seçim gözlemi için oluşturduğu heyetlere temsilci veriyor, böylelikle birçok ülkede bu kurum tarafından yapılan seçim gözlemciliği görevlerinde etkin olarak yer alıyor. Türkiye'de yapılan seçimlerde de bu kurumun gözlemcileri görev yaptılar.
16 Nisan referandumunda da benzer bir heyet Türkiye'de referandum oylaması vesilesiyle gözlemde bulundu. Bu heyetin asıl raporunun hazırlanması iki ay sürecek. Ancak heyet referandum oylaması sırasındaki ilk gözlemlerini ön raporunda dile getirdi.
Ön rapordaki tespitlerin küçümsenmemesi gerekir. Heyetin Türkiye'deki referandum oylamasını uluslararası standartları karşılamakta yetersiz bulması Türkiye için üzüntü verici bir durum olarak görülmelidir.
Türkiye'nin AGİT'le ilişkileri örgütün 1973 yılında temellerinin atılmasıyla başlamış ve bugün çok ileri düzeylere erişmiştir. Türkiye 1999 yılında İstanbul'da AGİT Zirvesi'ne ev sahipliği yapmıştır. Birçok ülkede AGİT ofislerinde Türkiye'den seçilmiş temsilciler görev yapmışlardır.
Rusya'nın 2014 yılında Kırım'ı gayrimeşru ilhakı ve Ukrayna ile arasında bir krizin ortaya çıkması sonucu AGİT derhal bir Ukrayna Özel Gözlem Misyonu oluşturdu. Bu misyonun başkanlığı emekli bir Türk Büyükelçi tarafından yürütülüyor.
Aynı şekilde, AGİT üyesi ülkeler coğrafyasında yaşayan vatandaş ve soydaşlarımızın maruz bırakıldıkları hoşgörüsüzlük, yabancı düşmanlığı, ayırımcılık, ırkçılık ve nefret söylemi gibi eylemlerin gözlenmesi, önlenmesi gibi işlevleri de olan Müslümanlara Karşı Ayrımcılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Özel Temsilciliği'ni yine bir Türk profesör yürütüyor. Örgütün Ekonomi ve Çevre Faaliyetleri Koordinatörlüğü görevi de yine bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı tarafından sürdürülüyor.
Türkiye son zamanlarda Avrupa ülkelerini kendine düşman olarak görme ve bu bakış açısından dolayı da sürekli olarak bu ülkeleri suçlama eğiliminde. Uluslararası toplumun üyesi olan Türkiye'nin bu davranışı, içinde bulunduğu toplumun diğer üyeleri tarafından en hafif deyimiyle yadırganıyor.
Türkiye'nin üyesi olduğu, hele kuruluşundan beri içinde yer aldığı uluslararası örgütleri suçlaması ise bu örgütlerdeki Türkiye algısını olumsuzlaştırıyor. Bu da Türkiye'nin uluslararası toplum içinde giderek ayrışmasına, yalnızlaşmasına yol açıyor.
Kurucu üyesi olduğu örgütlerin ve kurumların ilke ve prensiplerinin oluşmasında zamanında katkı sağlamış olan ülkemizin bugün aynı kurumlar tarafından o ilke ve prensiplere uzak konumda görülmesi üzücü. Bu konudaki eleştiriler karşısında örgütleri küçümsemek yerine o örgütlerin küçük düşürücü eleştirilerine maruz kalmayacak önlemleri almak uluslararası toplumun saygın bir üyesi olarak kalabilmenin asgari koşulunu oluşturuyor.
Paylaş