Paylaş
2002 yılından itibaren tek başına iktidar olan görüşün geçirdiği evrelerin tarifi hakkında da değişik yorumlar var. Ancak genel kanaat, 2002-2009 ile 2009-2016 arasında olacak şekilde, başta dış politika olmak üzere, sosyal, ekonomik, siyasi alanlarda da yansımaları görülen yedişer yıllık iki evreden söz edilebileceği yönünde. Bu hafta sonu yapılması beklenen "aşı" ile üçüncü yedi yıllık evrenin başlatılmasının planlandığı anlaşılıyor.
İlk iki evrede başarılar kadar hatalar da oldu. Özellikle dış politika açısından değerlendirildiğinde, hatalar lehinde bir dengesizlik çarpıcı biçimde öne çıkıyor. Yeni bir evreye girilmesi planlanıyorsa, dış politika bakımından nasıl bir yol izlenirse Türkiye Cumhuriyeti ikinci yüzyılını daha güçlü bir konumda karşılayabilir, bakalım.
1. Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğe dönük tarihsel gelişimi ve ilerleyişi Batı ve Avrupa-Atlantik kurumları içinde yer almak, evrensel değerleri özümsemek, NATO ve AB çıpası ile bu yöne uzanan halatı uzun ve gevşek tutmadan, bir diğer deyişle "Batı'ya alarga durmadan" ilerlemek olmalı.
Bu genel ilkeyi tartışmak, sorgulamak ve halatı gevşetmek Türkiye'nin bu konudaki samimiyetinin de tartışılmasına, sorgulanmasına ve "eksen kayıyor" söylemlerinin ortaya atılmasına yol açıyor. Yediyüz yıllık köklü bir devlet geleneğini sürdüren Türkiye Cumhuriyeti'nin bu tür algı oyunlarıyla kaybedecek zamanı yok.
Libya'ya müdahale olduğunda NATO'nun orada işinin ne olduğunu sorgulamak, Suriye bir uçağımızı düşürdüğünde hemen NATO'ya başvurmak, Rus uçağını düşürdüğümüzde de önce NATO ile istişare etmek gibi ikircikli algı yönetimlerinin Türkiye'nin imajını yıprattığını görmek gerekir.
Aynı durum AB ile ilişkilerde de geçerli. 2013 yılında çizilen yol haritasının önüne konan kriterleri o günün koşullarında iç politikada gözlemlenen olumlu süreçlere güvenerek kabul ettikten sonra, 2016 yılında o süreçler bozuldu diye kriterlerin değişmesini istemek de güvenilirlik ve inanılırlık endeksinde Türkiye'nin aşağılara inmesine yol açıyor.
2. Türkiye yakın coğrafyasını ve komşularını iyi tanımalı, onlarla ilişkilerini samimi, şeffaf ve güven verici bir politika izleyerek geliştirmeli.
Komşularla ilişkiler tarafsızlık, iç işlerine karışmama, birbirlerinin iç işlerine müdahale anlamına gelebilecek eylemlerden kaçınma ve bunlara destek vermeme şeklinde hayata geçirilmeli.
Uluslararası hukuk sürekli olarak gelişiyor. İnsan hakları, bireysel hak ve özgürlükler, ifade özgürlüğü gibi kavramların giderek iç işlerine müdahale şeklinde yorumlanmaması gereken alanlar olarak anılmaya başlandığı görülüyor.
Türkiye Cumhuriyeti de bu tür evrensel yaklaşımlarla uyum içinde davranmak istiyor. Ancak iki konuya dikkat etmek gerekiyor. Öncelikle, özgürlüklerin başka ülkelerde savunulmasına sahip çıkarken, başkalarının da Türkiye'deki özgürlükler ile ilgili benzer duyarlılıklar gösterebileceklerini hatırda tutmak gerekiyor.
Daha da önemlisi, Türkiye bu konularda başka ülkelere fikir vermek istiyorsa, bu gayretkeşliğin rejim değişikliğini savunan bir eda ile yapılmaması gerekiyor.
Böyle bir yol izlenmesi Türkiye'nin evrensel değerleri savunan, dolayısıyla kendi coğrafyası ile Batı dünyasını birbirine yakınlaştırmak için samimi çaba gösteren, güvenilir bir ortak olarak görülmesine yardımcı olur. Bu bakımdan, hem Ortadoğu'nun hem Avrupa'nın Türkiye'ye ihtiyacı büyük.
3. Dış politikayı en çok etkileyen faktör iç politika. Türkiye kendi toplumsal uzlaşısını bulamadıkça ve iç barışını sağlayamadıkça, dışarıdaki güçlü, güvenilir ve inandırıcı bölgesel aktör imajını her gün daha fazla zedeliyor.
Bu ciddi bir zaaf. Ne yazık ki, bu zaaf Türkiye'yi aslında Ortadoğu coğrafyasının geleceğinin şekillenmesinde en önemli rolü oynayabilecek ülke olmaktan alıkoyuyor. İşte bu nedenle, Türkiye'ye çok büyük ihtiyaç duydukları halde, ne Ortadoğu ne Avrupa Türkiye'ye güvenemiyor.
4. Soğuk Savaş bitti mi? Bittiyse yenisi yaklaşıyor mu? Yaklaşıyorsa, Türkiye bu yeni gerginliğin ya da kutuplaşmanın neresinde duruyor? Bu sorulara farklı yanıtlar verilebilir. Ancak görünen o ki, artık "Tek Kutuplu Soğuk Savaş Sonrası" dönem denen bir uluslararası ortamdan söz etmek zorlaşıyor.
Rusya, Türkiye'yi çevreleyen yeni bir güç konumlanmasıyla, SSCB'nin yıkılmasının yarattığı psikolojik etkiden kurtuluyor, ne pahasına olursa olsun yeni bir kutup olma yönündeki ihtirasını adım adım gerçekleştirmeye çalışıyor.
Türkiye bu durum karşısında dengeyi tartışmasız biçimde NATO'nun himayesinde aramamalı. Aksine, soğuk savaş döneminde Türkiye'nin dış politikasının en önemli başarısı SSCB ile denge gözetebilen bir NATO müttefiki olabilmek idi. Bugün de dönülmesi gereken politika bu.
Rusya ile ilişkilerin normalleştirilmesi için her türlü gayretin gösterilmesi, özellikle de Karadeniz güvenliği bakımından Türkiye ile Rusya'nın Montreux Anlaşması'nın sürdürülebilirliğini de garanti eden bölgesel sahiplik politikalarına yeniden kuvvetle ve beraberce dönebilmeleri gerekiyor.
2023'ün temelini bu kolonlar üzerinde inşa etmek gerekiyor. Açıkçası, bunun için ne tek parti iktidarına, ne başkanlık sistemine, ne de aynı siyasi partinin iktidarının sürdürülebilirliğine ihtiyaç var.
Türkiye Halkı'nın bütünlüğüne saygı esası içinde bu kolonlar üzerine inşa edilecek bir politikayı yürürlüğe koyacak kadroların varlığı insan kaynaklarımızın zenginliğini oluşturuyor. Farkında olalım yeter.
Paylaş