Paylaş
Türkiye'nin AB ile gümrük birliği anlaşmasını imzalaması ileride AB'ye üyeliği için de önemli bir hamle olarak görülüyordu. 2005 yılında başlayan üyelik müzakerelerinde de gümrük birliği önemli bir kolaylaştırıcı olarak algılanıyordu.
Aradan geçen bunca yıldan sonra Türkiye'nin AB üyeliğinin hala gerçekleşmemiş olması bir yana, gümrük birliğinin dahi yeterince başarılı bir uygulama içinde sürdürülemediği ortaya çıktı. Bu nedenledir ki, Türkiye ile AB arasında gümrük birliği uygulamasının gözden geçirilmesi ve günün koşullarına uygun olarak uyarlanması maksadıyla çalışma başlatıldı.
Bu çalışma ile Türkiye'nin değişen dünya ekonomik ve ticari koşullarına göre AB ile ilişkilerinde dezavantajlı bir konumda kalmaması hedefleniyor. Ancak Türkiye'nin önünde sadece gümrük birliğinin uygulanmasında karşılaşılan sorunlar yok. Türkiye ile olan ilişkiler de AB'nin gündeminde öncelikli bir yer taşımıyor. Avrupa Birliği öncelikle kendi geleceğine dönük olarak nasıl bir yol haritası çizeceğinin arayışı içinde.
Böyle olunca da, Türkiye'nin aslında AB'nin geleceğine ilişkin tartışma ve çalışmaları yakından takip etmesi ve ileride şekillenecek yeni yapının Türkiye'ye nasıl uygulanabileceği hakkında hazırlık yapması daha büyük önem kazanıyor.
Birleşik Krallık'taki parlamenter sistemin ve kuvvetler ayrılığının sağladığı demokratik karar verme mekanizması nedeniyle ülkenin AB'den ayrılmasına yönelik hukuki süreç henüz tam anlamıyla başlatılamadı. Bununla beraber, bir kez başlatıldıktan sonra da iki yıl içinde tamamlanması Lizbon Anlaşması'nın 50. Maddesi uyarınca şart. Bu durumda 2019 yılından itibaren AB Birleşik Krallık'ın içinde yer almadığı bir yapıyla varlığını sürdürmek zorunda kalacak.
Brüksel'de AB Komisyonu bu yeni yapının nasıl şekilleneceği konusunda bir çalışma başlattı. Hazırlanmakta olan "Beyaz Kitap", basına sızan bilgilere göre AB'nin önünde beş senaryo olabileceği üzerinde duruyor.
İlk senaryoya göre bugün mevcut olan durumdan farklı bir görüntü yok. Üyeler birlik içindeki entegrasyonun daha da derinleşmesine yönelik çalışmalar üzerinde yoğunlaşacaklar ve ağırlıklı olarak tek pazarın işlevselliğini artırmaya yönelecekler. Dış politika ve savunma konularında da eşgüdümü artırmak için çaba harcayacaklar.
İkinci senaryo biraz daha farklı ve birliğin yoğun olarak ortak pazar özelliği üzerinde durulması fikrini öne çıkarıyor. Birçok ülke ulusal egemenlik bakımından bu senaryonun kendilerine tanıyacağı yetkilerden memnuniyet duysalar da, bu durumda ortak karar verme mekanizmalarından feragat edilmesinin gerekeceğini ve bunun birliğin ideallerinden sapma anlamına geleceğini düşünüyorlar.
Üçüncü senaryo bu ilk iki senaryonun sentezi gibi. Hedef daha az ve seçilmiş konularda entegrasyona yönelmek ve işlevselliği artırmak. Örneğin, savunma, güvenlik, ticaret, teknolojik yenilenme gibi alanlar bu bakımdan öne çıkıyor. Ancak bu durumda da üyelerin tümünün aynı konulara öncelik vermeyebilecekleri ileri sürülüyor.
Dördüncü senaryo ulusal egemenliğin tamamen devreden çıkarıldığı ve Brüksel'in her konuda artan bir entegrasyon için karar verici merkez haline geldiği durumu ortaya koyuyor. Bu da Avrupa Birliği'nin federal bir yapılaşmaya gitmesini savunanların öne çıkardıkları senaryo.
Beşinci alternatif ise çok vitesli Avrupa modelini yeniden gündeme taşıyor. Buna göre, farklı üyeler farklı konularda birbirleriyle işbirliği yapacaklar. Örneğin, bazı ülkeler savunma, güvenlik ve dış politika alanında daha çok eşgüdüm ve entegrasyona gidecek, bazı üyeler ticari ve ekonomik konularda böyle bir bütünleşme sağlayacaklar. Bu senaryonun da birlik içinde statü farklılıkları yaratabileceği ileri sürülüyor.
AB'nin kendi geleceğini aradığı bir sırada, Türkiye AB tarafından kendisine karşı yapılan uygulamalardan şikayetçi olmaya devam ediyor. Bu uygulamalardan duyulan rahatsızlık ve bu rahatsızlığın diplomatik olmayan üsluplarla dile getirilmesi Türkiye'nin AB üyesi ülkeler ile arasındaki mesafenin açılmasına yol açıyor.
AB'de Türkiye'nin evrensel değerlerden uzaklaştığı, insan hak ve hürriyetlerinin, özgürlüklerin ve hukuk devleti uygulamalarının genel geçer standartlardan sapma gösterdiği algısının yükseldiği bir ortamda Türkiye ancak sınırlı konularda AB ile işbirliği yapabilecek bir ülke olarak düşünülüyor. Türkiye bu algının düzelmesi için gerekli çabayı göstermiyor. Bu durumda yukarıdaki senaryolar içinde belki de Türkiye'ye en uygun görülebilecek olan son senaryo oluyor.
Oysa Türkiye ile AB'nin değişen dünya koşullarında birbirleriyle nasıl bütünleşebileceklerine dair arayışın birlikte yapılması ve geleceğin ortaklık ilişkilerinin parametrelerinin şimdiden birlikte belirlenmesi gerekiyor.
Bunun önünde ise Türkiye'deki AB algısının giderek kötüleştiği ve taraflar arasındaki mesafenin giderek açıldığı mevcut ortamın dikte ettiği koşullar engel yaratmaya devam ediyor.
Paylaş