Paylaş
Neydi bu hedef? Afrin ile Cerablus arasında, Türkiye-Suriye sınırı boyunca ve Suriye toprakları içinde bir derinlik yaratarak bu bölgeyi bir bakıma güvenlikli bir yaşam alanına dönüştürebilmek ve Suriye'li mülteci akımını Suriye toprakları içinde göğüslemek.
Bu taktik hedefi Türkiye yıllardır savunuyor. Bunun gerçekleştirilmesinin önünde engel olarak hep böyle bir "IŞİD'den arındırılmış bölge"nin güvenliğinin sağlanmasının sahada askeri varlık bulundurmadıkça mümkün olamayacağı söylendi, uçuşa yasak bölge ilanının da Suriye ile savaş hali anlamına geleceği, uluslararası koalisyonun böyle bir amacı olmadığı ileri sürüldü.
ABD "sahada asker konuşlandırmama" adı altında böyle bir bölgenin güvenliğinin ABD askerleri tarafından sağlanamayacağını Suriye politikasının temel unsurlarından biri haline dönüştürdü.
Geriye ne kalıyordu? Ya Türkiye böyle bir taktik hedefi tek başına gerçekleştirecek, böylelikle bir bakıma Suriye ile savaş haline girecek, doğal olarak da önemli bir askeri ve siyasi yükümlülük alacaktı; ya da bu bölgenin güvenliğini Suriye muhalefeti adı altında anılan, bir türlü birleşik muhalefet unsuru haline gelemeyen, bu sebeple de bir türlü askeri caydırıcılık oluşturamayan dağınık birimler üstlenecekti.
İkinci düşüncenin gerçekleştirilmesi için çalışılmadı denemez. Fiyasko ile sonuçlanan "eğit-donat" faaliyeti bu hedefin hayata geçirilmesini amaçlıyordu. Bu olmadı.
Olmamasının sebebi Türkiye ile ABD'nin kendi aralarında "eğit-donat" programıyla hazırlanarak Suriye'de sahaya gönderilecek olan askeri unsurların kiminle savaşacağı konusunda anlaşamamış olmalarıdır.
ABD bu oluşumun IŞİD'le savaşmasını istiyor, Türkiye ise, "IŞİD'le savaşır ama Esad güçleriyle de savaşmalıdır" diyordu. Görüş ayrılıkları bir türlü "eğit-donat"ın etkin bir eğitim ve donatımla Suriye probleminin çözümüne katkı sağlamasına fırsat vermedi.
Bu gecikme ve eğit-donat'ın başarısızlığı bir yandan IŞİD'e bir yandan da Suriye'li Kürtlere yaradı. IŞİD giderek palazlandı, Türkiye'nin oluşturulmasını istediği güvenlikli bölgeyi kontrolü altına aldı, Türkiye sınırını da lojistik maksatlarla kullanmaya başladı.
ABD'nin Suriye'de bir numaralı hedef olarak belirlediği IŞİD'le mücadelede en etkin ve sahada en donanımlı güç olarak PYD kaldı. Bu durum PYD'nin de palazlanmasına yol açtı.
İyi de, bütün bunlar olurken Türkiye ne yapıyordu? Türkiye o sıralarda "dış politika engelli" bir dönemden geçiyordu. Suriye'de uluslararası koalisyonla birlikte ortak bir hedef belirleyemiyordu zira herkes IŞİD derken Türkiye ille de Esad ve PYD diyordu. Sonra bu "Suriye'deki anti-Türkiye unsurlar"a bir de Rusya eklendi. Hatta, PYD ile arasındaki ilişkiler nedeniyle ABD bile bu "anti-Türkiye" unsurlara yakın bir konum içinde algılanmaya başlandı.
Malum, son birkaç aydır Türkiye'nin dış politikasında bir "zihin açıklığı" dönemi başladı. İsrail ile normalleşme, Rusya ile normalleşme, Suriye'de Esad'ın geçiş döneminde birlikte çalışılabilecek bir aktör olduğu gibi gelişme ve anlayışlar belirdi.
Türkiye dış politikasındaki bu dönüşümü ve yaşanan tıkanıklıkların temel sebebinin yanlış Suriye politikaları olduğunu açıklayınca üzerinden bir yük kalktı. "Açıklayınca" demek daha doğru olur, zira "anlayınca" demek insan zekasına hakaret olur. Suriye politikasının yanlış olduğu biline biline engellenememiştir.
Cerablus harekatının gerçekleşebilmesi de Türkiye'nin üzerindeki bu dış politika yükünün kalkması ve akılcı bir politikanın tozlu raflardan indirilerek karar vericilerin önüne yeniden koyulabilmesiyle mümkün olmuştur. Bugünün ortamında ABD, Rusya ve muhtemelen onun ikna ettiği Esad rejimi bu harekata karşı görünmemektedirler. İran da Esad rejiminin ses çıkarmaması nedeniyle bir itirazda bulunmamaktadır.
Şimdi ne yapılmalı? Nihayet hayata geçirilebilen bu taktik hedefin genel stratejik hedefle uyumlu biçimde sürdürülebilir kılınması önem taşıyor. Taktik hedef güvenlikli bölge yaratılması ise stratejik hedef de Suriye'deki insani trajedinin bir an önce sona erdirilmesi, barışın sağlanması ve ülkenin yeniden imarının başlatılmasıdır.
Bu hedefler bakımından kimsenin tereddüdü yok, olmamalı. Türkiye, bir bakıma elini taşın altına sokarak, Suriye'nin bekası için önemli bir hamle yapmış ve ciddi riskler üstlenmiştir. Türkiye'nin bu atılımında yalnız bırakılmaması gerekir.
Ancak, Türkiye bu hedefini adım adım gerçekleştirirken hedef aşımı, yeni hedefler belirlenmesi gibi "kervan yolda düzülür" anlayışına yönlendirilirse hem kendi başını derde sokar, hem uluslararası camia nezdinde yaratmış olduğu olumlu algıyı yeniden kaybeder, hem de bugün itiraz etmeyen çevrelerden sesler yükselmeye başlar. Askeri bir harekatın siyasi başarısızlığı bu gibi durumlarda ortaya çıkar.
Daha şimdiden Cerablus harekatının devamının güneye ve El-Bab istikametine mi, yoksa batıya ve Mare istikametine mi olacağı tartışmaları başladı. Bu tartışmaların şimdilik daha çok Suriye'de Türkiye'nin desteklediği ve Cerablus harekatında birlikte hareket ettiği unsurların kendi içlerindeki bir tartışma olduğu söyleniyor.
Bu tartışmalara yön vermesi ve harekatın askeri-siyasi, taktik-stratejik hedeflerini iyice belirlemesi gereken taraf Türkiye'dir, öyle olmalıdır. Şunu unutmamakta yarar var: Bir güvenlikli bölge yaratılması için çalışılıyor, bu bölgenin güvenliğini de Suriye'li muhalefet unsurlarının üstlenmesi bekleniyor.
Türkiye yaratılmak istenen güvenlikli bölgenin güvenliğini sağlamaya muktedir unsurların yetiştirilmesi, eğitilmesi ve donatılması faaliyetini sahada da sürdürmelidir. Hatta bu faaliyeti, zamanında akim kalan "eğit-donat"ın bir tür ihyası haline dönüştürerek ABD'nin de desteğini sağlamalıdır. Zira bu unsurlar ileride hem IŞİD ile, hem PYD ile, hem de Esad rejiminin unsurlarıyla karşı karşıya kalacaklar.
Türkiye bu karşı karşıya kalma durumlarında muhalefetin yine başarısız olup dağılması halinde onların muhataplarıyla yalnız başına mücadele etmek zorunda kalacaktır. Bu Türkiye'nin istediği bir sonuç değildir, olmamalıdır.
Paylaş