Paylaş
Aslında bu yüzyıl oldukça hızlı ve çarpıcı başladı. 2001 yılında New York'ta Dünya Ticaret Merkezi'ne yapılan terör saldırısıyla birlikte dünya yeni bir döneme girdi. Uluslararası terör artık boyut değiştirmiş ve gelişmiş ülkelerin kalbinde tüm dünyayı sarsacak eylemler yapabilir bir nitelik kazanmıştı.
O günlerde tanımaya başladığımız El Kaide terör örgütü zaman içinde özellikle Ortadoğu coğrafyasında yayılmaya başladı. Vahşet bugün kendini Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) diye adlandıran yapı halinde sürüyor.
Bu yüzyılın başında yaşanan ve ileriye dönük olarak siyasi konjonktüre damgasını vuran önemli gelişmelerden biri de Rusya'da Vladimir Putin'in devlet başkanı seçilmesiydi.
Putin, yirminci yüzyılın bitimine on yıl kala yıkılan Sovyetler Birliği'nin yarattığı moral bozukluğu ve hayal kırıklığı ile yüklü bir halkın duygularına tercüman olmayı başarabildi. Devlet Başkanı olarak seçilmesine yol açan seçim kampanyasında "Rusya'yı yeniden büyük devlet yapmak" sloganıyla hareket ediyordu. Bu da halkın beklentilerine yanıt veriyordu.
ABD uluslararası terörle mücadelede ön alan ve uluslararası toplumu da bu amaçla yönlendiren bir liderliğe soyundu. Afganistan ve Irak'a yapılan müdahaleler bu hedefe yönelik olarak tarif edildi. Ancak her iki ülkede de ne terör bitti ne halkın barış içinde bir arada yaşayabilmesini mümkün kılacak yönetimler kuruldu.
2011 yılına gelindiğinde ABD uluslararası terörle mücadele çabasında köklü çözüm getiren bir sonuç alamamış olmanın yarattığı yıpranmanın etkilerini yaşıyordu. Rusya'da ise Putin iki dönem devlet başkanlığı yaptıktan sonra Başbakanlığa geçmişti ama yerine gelen devlet başkanı Medvedev'in politikalarını yeterince başarılı görmüyordu. Yeniden devlet başkanlığı için seçime gireceğini açıkladı.
2012 yılında ABD'de Obama Rusya'da da Putin yeniden başkan seçildi. Putin'in 2012 yılında seçimine yol açan seçim kampanyasında farklı bir üslup, farklı bir ittifak vardı. Bu defa hedef artık kurulu düzeni temsil eden yapılardı. Putin'in yeniden seçilmesinde en önemli desteği sermayeyi kontrol eden kentli, elit ve refah düzeyi yüksek kitlelere karşı tepki gösteren kesimlerden aldığı belirtiliyor.
Donald Trump'ın ABD'de başkan seçilmesine varan sürece bakıldığında Putin'in izlediği başarı grafiği ile bazı benzerlikler dikkati çekiyor.
Her ne kadar 2012 yılında Obama yeniden başkan seçilmişse de, aradan geçen dört yılda ABD halkının beklentilerine yanıt verdiği söylenemez. 2016 seçimlerine gelindiğinde, ABD'de seçmenin ağırlıklı olarak "ABD'yi yeniden büyük devlet yapmak" sloganına prim veren bir anlayışa yöneldiği görüldü.
Böyle bir beklentiye yanıt verebilmek için Demokrat Parti'nin Hillary Clinton yerine Bernie Sanders'ı aday göstermesinin daha farklı bir sonuç doğuracağı görüşünü savunanlar giderek artıyor. Clinton yerleşik kurulu düzeni temsil eden bir aday olarak algılandı. Kitleler değişim istedi.
Putin ile Trump'ın seçim başarıları arasındaki bu benzerlikler dünya üzerinde yeni otoriterleşmenin temel taşları olarak algılanıyor. Rusya'da bu akımın iyice yerleştiği söylenebilir. Trump ile birlikte benzer bir akımın ABD'de de yerleşip yerleşmeyeceğini zaman gösterecek.
Bu yeni otoriterleşme eğilimi başka ülkelerde de kendini gösteriyor. Genellikle tek adam hegemonyası üzerine kurulu siyasi parti yapıları desteğini sağladığı seçmen kitlesi üzerindeki kontrolünü kaybetmeme ve bunu daha da genişletme tutkusuyla hareket ediyor. Lider ve ekibi sürekli olarak seçim kampanyası atmosferini canlı tutuyorlar. Seçim olsa da olmasa da...
Milliyetçilik ruhu yükseltiliyor, halkın hangi konuda ne gibi beklentiler içinde olduğu düzenli ve sık aralıklarla yapılan kamuoyu araştırmaları ve yoklamalarıyla belirlenmeye çalışılıyor. Gündem sürekli değiştiriliyor. Sorunlu konular tespit ediliyor, bunların çözümü için halkın duygusal tepkisinin nasıl harekete geçirileceği düşünülüyor. Sorunun çözümü için başka alternatiflerin olamayacağı gösterilmeye çalışılıyor, varsa da bu alternatifler itibarsızlaştırılıyor, ortadan kaldırılıyor.
Tabii böyle bir yöntemin sürdürülebilir olması için yazılı basın ve görsel medya olabildiğince etkin biçimde kullanılıyor, kontrol ediliyor. Siyasi muhalifler acımasız yöntemlerle etkisizleştiriliyor.
Bu özellikler, Putin'in 2012 seçim kampanyası ile Trump'ın 2016 seçim kampanyası arasındaki en önemli paralellikleri oluşturuyor.
Yeni otoriterleşme çağın giderek büyüyen tümörü. Demokratik hak ve özgürlüklerin önündeki en büyük engeli oluşturuyor. Buna karşı yeni bir siyasi söylem, halkın önüne koyulabilecek yeni politikalar ve beklentilerine yanıt verebilecek yeni yaklaşımlar gerekiyor.
ABD'de daha şimdiden Demokrat Parti'nin gelecek seçimlerde göstereceği adayın Bernie Sanders'ın temsil ettiği anlayışı ve insancıl söylemi kullanarak yeni bir siyasi alternatif oluşturacak bir kişilik olması için arayışlar başladı.
Dünya üzerinde demokrasinin zayıflatılmasına ve temel hak ve özgürlüklerin otoriter rejimlerin baskısı altında ortadan kaldırılmasına karşı böyle arayışların yaygınlaşması gerekiyor. Otoriter rejimlere karşı mücadelenin en önemli boyutunu da bu yolda verilecek uğraşlar oluşturuyor.
Paylaş