Paylaş
Herşeyden önce ulusal egemenliğimizin simgesi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi darbeciler tarafından hedef alındı. Meclis Türkiye Halkı'nın seçimle yasal temsilcilerini gönderdiği, kuvvetler ayırımı ilkesine dayalı demokratik ve parlamenter rejimimizin üç temel erkinden biri olan yasama erkinin temsil edildiği kurum...Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun, varoluşunun ve sürdürülebilirliğinin maddi ve manevi teminatı...
Darbe girişimi sırasında bu kurumun hedef alınması darbenin demokrasiye ve parlamenter rejime karşı olduğunu açıklıkla gösteriyor. Saldırıya ve bombalamalara rağmen Meclis Başkanı'nın ve parlamenterlerimizin TBMM'yi terk etmemeleri çok önemliydi.
16 Temmuz tarihinde TBMM'de temsil edilen dört siyasi partinin ortak bir bildiri yayımlamaları ise yasamaya hep birlikte sahip çıkıldığının gösterilmesi bakımından en güçlü mesaj oldu. TBMM'nin bu duruşu artık Türkiye'de demokrasinin teminatının parlamenter rejim olduğunu vazgeçilmez ve geri döndürülemez biçimde kanıtlamıştır. Parlamenter sistemi değiştirme heveslilerinin bundan gerekli dersi ve sonucu çıkarması beklenir.
Darbeye karşı gerçek demokratik duruş sergileyen sivil toplumun en önemli unsurlarından birini de özgür basın-yayın organları oluşturdu. Özgür ve demokrasiye sahip çıkan basın olmasaydı, darbecilere karşı sivil toplumun demokratik tepkisini harekete geçirmek için ne Cumhurbaşkanı ne Başbakan ne de Bakanlar halka seslenebilme imkanına sahip olabilirlerdi.
Demek ki, basın özgürlüğü gerçek demokrasinin, sivil toplumun ve bunları ortadan kaldırmak isteyen zihniyetlerin karşısındaki en önemli dayanakları oluşturuyor. Bu belki iş başa düşünce görüldü ve kısıtlanmak istenen özgür basının pek ala demokrasinin kurtarıcısı olabileceği bu zorunlu tecrübeyle anlaşıldı. Bundan sonra asla unutulmamalı.
Ve halk..."Demokrasi" sözcüğünü oluşturan unsurlardan olan "demos" yani Halk kendi iradesine karşı olan bir müdahaleye izin vermeyeceğini gösteren bir duruş sergileyerek, askeri araçların önünü keserek, canını vererek, darbecilerin karşısına dikildi. Halk, demokrasinin aslında halkın iktidarı olduğunu bu cesur duruşuyla gösterdi. Bu da unutulmamalı.
Türkiye bir hukuk devleti. Darbe girişiminde bulunanlar hukuk devletinin gereği olarak adil bir yargı süreci sonunda hak ettikleri cezaları almalılar. Gerekçeleri ne olursa olsun, darbe ile rejime müdahale etme girişiminde bulunanların bu davranışı hiç bir şekilde meşru ve haklı görülemez. Bu eylem ve girişimin cezası da Türkiye Cumhuriyeti'nin Ceza Kanunu ve yasalarıyla belirlenmiştir.
Türkiye çağdaş bir demokratik rejime ve topluma sahip olma yolunda ilerlerken bu süreç içinde idam cezasını da kaldırmıştı. Bugün darbecilere verilecek ceza tartışmaları üzerinden idam cezasının yeniden getirilmesini istemek, savunmak ya da bu tartışmaları bir çırpıda kapatan bir çıkış yapmamak Türkiye'nin toplumsal gelişimini ileriye değil geriye götürecek bir zihniyeti yansıtır.
Unutulmamalıdır ki, idam cezasının kaldırılmasıyla birlikte Türkiye'de idamdan kurtulan birçok hükümlü varken, belli bir olaya ve onun faillerine odaklı olarak idam cezasını yeniden koymak Ceza hukukunun temel anlayışına aykırı olduğu gibi Türkiye'nin hukuk devleti olma özelliğini de tamamen ortadan kaldırır.
Hukuk devleti olma özelliğinden söz ederken, darbe girişimi sırasında darbecilere karşı direnen sivil toplum içindeki bazı kendini bilmezlerin hukuksuz davranışları ve suç oluşturan eylemleri de unutulmamalı. Yazılı ve görsel basında bu eylemleri ve faillerini ortaya çıkaracak yeterince bilgi, belge ve kanıt mevcut.
Darbeciler herşeyi göze alarak eyleme girişirler. Bir yaşam mücadelesi verdikleri için karşılarındaki masum ve sivil halkın can güvenliğini gözetmeyen bir anlayışla hareket ederler. Maalesef darbeye karşı demokratik halk tepkisini gösteren kitlelerin içinde canını kaybedip demokrasi şehidi olmuş vatandaşlarımız, emniyet görevlilerimiz ve darbeye katılmayan askerlerimiz var.
Ancak darbeyi gerçekleştirirken emri veren ile emri uygulayan arasındaki ayırımı gözetmemek büyük bir yanılgı olur. Tezkere bekleyen, zorunlu askerlik görevini yapan, aldığı talimatı yerine getirirken sadece bir tatbikat yaptığını zanneden, ya da öyle kandırılan vatan evlatlarını linç etmeye kalkışan, silahını bırakıp teslim olmuş Mehmetçiği döven, kafasını kesen gözü dönmüş sokak çetelerinin ne IŞİD'den ne darbecilerden farkı vardır.
Türkiye bir hukuk devletiyse, bu tür canilerin de adalet önüne çıkarılmaları gerekiyor. Aksi takdirde Türkiye toplumunun gerçek demokrasiye kavuşması mümkün olamaz.
Son olarak şunu da asla unutmamak gerekiyor. Darbe girişimi sadece bir siyasi şahsiyete veya bir siyasi partiye ve mevcut iktidara karşı değildi. Darbe girişimi Türkiye'nin tüm demokratikleşme sürecini, tüm sivil ve çoğulcu toplum yapısını ve tüm kurumlarını hedef alıyordu. Darbeye karşı duranlar da aslında tüm Türkiye'yi kurtarmışlardır.
Dolayısıyla, demokratik hak ve özgürlüklere, basın özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne ısrarla, saygıyla ve sadakatle sahip çıkmak gerekiyor. Halkın daha önce bu ilke ve prensipler doğrultusunda meydanlara ulaşma isteği her türlü antidemokratik yöntemlerle engelleniyor, bu uğurda insanların canına kastediliyordu.
Şimdi halk aynı meydanlara demokrasiyi savunma adına çağırılıyor. Demek ki yollar yürümekle aşınmadığı gibi meydanlar da dolmakla delinmiyormuş. Meydanların tüm sivil toplumun, tüm halkın ve tüm Türkiye'nin olduğu unutulmamalı.
Türkiye gerçek demokrasiye ancak bu bütüncül, kapsayıcı ve ötekileştirmeyici anlayışla ulaşabilecektir. Darbeci zihniyete karşı en güçlü güvenceyi de bu anlayış oluşturacaktır.
Paylaş