Paylaş
G-20 zirveleri esas itibariyle ekonomi alanındaki konuların görüşüldüğü bir ortam. Bununla birlikte, zirve sırasında ikili görüşmeler de yapılıyor ve bu görüşmelerde ülkelerin önemsedikleri diğer konular, bu çerçevede siyasi sorunlar da ele alınıyor.
Türkiye dünyanın önde gelen siyasi sorunlarının da G-20 zirvelerinde gündeme alınmasını savunan ülkelerden biri. Ancak Türkiye'nin bu beklentisi daha çok zirve sırasında yapılan ikili görüşmeler sırasında gerçekleşiyor. Bu defa da öyle olacağa benziyor.
Sayın Cumhurbaşkanı'nın 3 Eylül'de Putin, 4 Eylül'de Obama ile yapacağı görüşmelerde gündemin en önemli maddesini Suriye ve doğal olarak Türkiye'nin bir hafta önce başlattığı Cerablus harekatı oluşturacak.
Cerablus harekatı başlarken birçok başkentten gelen tepkiler olumlu, Türkiye'nin askeri harekatını destekleyici tonlardaydı. Bu rüzgar bir haftada değişti. Bugün artık Vaşington'dan da Moskova'dan da kaygı beyan eden açıklamalar yapılıyor. Bu durum Çin'de yapılacak görüşmelerin önemini de artırıyor.
Türkiye'nin Cerablus harekatı Suriye'deki denklemi daha da karmaşık bir hale getirdi. Bu karmaşıklığın sebeplerini biraz açmakta yarar var.
Aslında Türkiye 2011 yılından beri Suriye'nin kuzeyinde güvenlikli bir bölge oluşturulması görüşünü savunuyordu. Böyle bir bölgenin oluşturulması halinde güvenliğin sahada asker bulundurmadan sağlanamayacağını ileri süren ülkeler bu konuda Türkiye'nin ön almasını bekliyor, hatta teşvik ediyorlardı.
Türkiye ise böyle bir harekatta ancak uluslararası hukuk çerçevesinde, BMGK tarafından bu yönde bir karar alınması halinde ve uluslararası toplumun diğer üyelerinin de bu karara ve harekata katılmaları durumunda yer alabileceğini dile getiriyordu. Hep kullanılan bir söylemdi: Suriye sahasında gerçekleştirilecek bir askeri harekata Türkiye tek başına katılmayacaktır!
Türkiye'nin bu ilkeli tutumu birçok ülkenin içine sinmese de uluslararası hukuk bakımından kabul ediliyor ve itiraza yol açmıyordu.
2015 yılının yaz aylarından itibaren Türkiye Suriye'de IŞİD ile mücadele eden uluslararası koalisyona katıldı. İncirlik Üssü'nün kullanımına bu sayede olanak sağlanmış oldu. Hatta Türkiye başlangıçta IŞİD'e karşı sürdürülen hava harekatına kendi Hava Kuvvetleri'ne ait uçaklarla da katıldı.
Ne yazık ki, Türkiye'nin bir Rus askeri uçağını düşürmesiyle birlikte dengeler değişti. Türkiye ile Rusya arasındaki gerginlik Türkiye'nin Suriye'deki askeri operasyonlara katılma olanaklarını önemli ölçüde sınırladı. Hava Kuvvetlerimizin Suriye hava sahasına girmelerinin risk taşıdığı bir dönemde Kilis'e yapılan roket saldırılarına karşı Türkiye sadece top ve roket atışlarıyla mukabele edebildi ve IŞİD hedefleriyle mücadelesini bu şekilde sürdürebildi.
Bu arada Suriye'de sahadaki durum da değişti. PYD/YPG Fırat nehrinin batısında etkin bir konum kazandı. Suriye muhalefeti iyice zayıfladı, rejim Suriye toprakları üzerinde kontrolü kaybettiği bazı yerlerde yeniden etkinlik elde etti. Halep büyük ölçüde Suriye rejiminin denetimine girdi.
Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin yeniden normalleşme sürecine girmesi ise Türkiye'nin Suriye'deki operasyonlara fiilen ve aktif olarak katılabilmesinin yeniden önünü açtı.
Cerablus harekatı tüm dünya için Türkiye'in IŞİD ile yeniden aktif bir mücadeleye geri dönüyor olduğunun işaretiydi. Bu nedenle de herhangi bir itirazla karşılaşmadı, hatta destek gördü. Türkiye'nin böyle bir operasyonu tek başına yapmayacağına dair daha önce ısrarla vurguladığı, uluslararası hukuka saygılı, ilkeli tutumundan neden vazgeçtiği ise kimse tarafından sorgulanmadı.
Türkiye Cerablus harekatı ertesinde Suriye içindeki hedeflerini genişletip PYD/YPG ile de mücadele edeceğinin sinyallerini verince destek ortadan kalktı. Uluslararası toplumun Suriye'deki askeri varlığımıza ilişkin algısı da değişti.
Türkiye, PYD/YPG'yi yıllardır savaştığı PKK terör örgütünün Suriye'deki uzantısı olarak görüyor. Bu açıdan bakıldığında, IŞİD'den farkı olmadığını, Suriye içindeki askeri harekatının terör örgütlerine karşı yürütüldüğünü, maruz kaldığı terör saldırıları karşısında uluslararası hukuk çerçevesinde meşru müdafaa hakkını kullandığını belirtiyor.
Uluslararası hukuk açısından Suriye konusuna bakan diğer ülkeler ise çerçeveyi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 2254 ve 2268 sayılı kararları doğrultusunda okuyorlar. Bu kararlara göre Suriye'de terörle mücadele bağlamında savaş IŞİD, her ne kadar adını değiştirmişse de Al-Nusra ve diğer cihatçı terör örgütlerine karşı sürdürülüyor. PYD/YPG ise böyle bir terör örgütü olarak kabul edilmediği gibi, aksine bu mücadelede ittifak yapılan bir unsur olarak görülüyor.
Türkiye'nin Eylül gündemi Çin'de G-20 Zirvesi ile birlikte bu konuya odaklanacak. Hem Putin'e, hem Obama'ya, belki de Hollande'a, Merkel'e ve daha birçok diğer lidere Türkiye'nin Suriye'de sürdürdüğü terörle mücadelenin maksadı anlatılacak. Anlaşılacak mı, ya da kabul edilecek mi, orası bilinmez. Ama Türkiye'nin PYD/YPG ile de sıcak çatışma içinde olmasının bu unsurun zayıflamasına, dolayısıyla IŞİD'le mücadelede etkinliğini kaybetmesine yol açacağını düşünenler anlamayacak, kabul etmeyecek.
Türkiye de bunun karşılığında Cerablus harekatına girilirken desteklemiş olduğu Özgür Suriye Ordusu ve diğer Suriye'li muhalif grupların IŞİD ile mücadelede PYD/YPG'nin yerini alabileceklerini dile getirecek.
Bu sağırlar diyaloğu Çin'de bir sonuç doğurmayacağı için konu Eylül ayının ilerleyen günlerinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu sırasındaki ikili görüşmelere taşınacak.
Rusya'nın birlikte hareket ettiği Şam yönetimi, ABD'nin kayırdığı PYD/YPG ve Türkiye'nin desteklediği Suriye muhalif unsurları Suriye'yi paylaşmaktan vazgeçip de IŞİD'e karşı ortak mücadele etmeye karar verene kadar bu karmaşa devam edecek. Bir çıkış planı görünmediğine göre Türkiye'nin Suriye'deki varlığı sürecek.
Eylül ayının Suriye gündemi böyle. Darısı Ekim'in başına.
Paylaş