Paylaş
Bu yüzyılın daha sadece onaltı yılını geride bıraktık. İnsanlık adına başarı hanesine yazılabilecek bir durum gördüğümüzü savunabilmek zor. Zor, zira her geçen gün insanlığın değil zulmün, anti-demokratik uygulamaların, insana değer vermeyen anlayışların tutsağı haline gelen otoriter, popülist ve saldırgan davranışların arttığı bir ortamda yaşıyoruz.
Dünya üzerinde demokratikleşmeden nasibini alamamış toplumların yaşadıkları kabus bir türlü dinmek bilmiyor. Acımasız totaliter yönetimlerin ve otoriter dikta rejimlerinin baskıcı ve zalim siyasi uygulamalarının, ekonomik sömürü düzeninin ve hukuksuzlukların alıp yürüdüğü bir ortamda milyonlarca insan çareyi göç ederek bulmaya çalışıyor.
Hep diyoruz ya; "dünya üzerinde yerlerinden edilmiş insanların sayısının İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en yüksek düzeye ulaştığı günlerden geçiyoruz!" Bunu söyleyince insan durup düşünmeli: Ne demek bu? Üçüncü Dünya Savaşı'nı mı yaşıyoruz?
Aslında İkinci Dünya Savaşı ertesinde kurulan dünya düzeninin çöküşünü yaşıyoruz. Doğu ve Batı toplumları bu dünya düzeninin içselleştirilmesinde kendi açılarından yaşadıkları eksikliklerin sıkıntılarını ve bugüne uzanan sorunsallıklarını yaşıyorlar.
Batı'nın demokratik ilkeler, haklar ve özgürlükler bağlamında tüm dünyaya örnek olduğunu ileri sürerek ders vermeye çalıştığı, doğu toplumlarını bu ilke ve standartlardan uzak kaldıkları için eleştirdiği bir ortamda, dün Katalonya'da yaşananlara insan gerçekten hayret ediyor.
Katalanların "bağımsızlık" ifadesi yerine "oy kullanma hakkı" üzerinde diretmeleri demokrasiyi İspanya merkezi hükümetine oranla daha fazla özümsediklerine işaret ediyor. 1 Ekim referandumunu gayrimeşru addederek orantısız güç kullanımı ile referandumu engelleme çabaları ise, hukuken haklı da olsa, Madrid'in davranışının meşruiyetinin sorgulanmasına yol açıyor.
Bu görüntülerle karşılaşınca, 25 Eylül'de Irak'ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) tarafından düzenlenen referanduma Bağdat hükümetinin en azından oy kullanma günü herhangi bir müdahalede bulunmaması farklılık olarak göze çarpıyor. Lakin doğu toplumlarının yaşadıkları sorunlar da 1945 sonrası beliren dünya düzeninin sancılarından kaynaklanıyor.
IKBY'nin de Katalonya'nın da ortak bir sorunu var: Her iki toplum da merkezi hükümetle aralarındaki anlaşmazlıkların giderilmesi için çok uğraştıklarını, sürekli olarak sorunların çözümü maksadıyla diyalog çağrısında bulunduklarını, ancak sağır kulaklara bir türlü nüfuz edemediklerini dile getiriyorlar. Tepkileri de bundan kaynaklanıyor.
Savaş sonrası dünyada sınırların dokunulmazlığı, toprak bütünlüğü, siyasi birlik kavramları üzerine oturtulan, daha çok ulus devlet lehine işleyen bir ortam oluştu. Ancak bu ortam homojen ulus yapıları doğurmadı. Sadece doğuda değil, batıda da aynı topraklar üzerinde farklı halklar ve azınlıklar bir arada yaşamaya başladılar.
Batı farklılıkları yumuşatmak ve entegrasyonu artırmak için demokratikleşmeyi ve hukuk devleti ilkelerini yaygınlaştırmaya uğraştı. Doğu ise, demokratikleşme ve hukuk devleti ilkelerine uzak olduğu için farklılıkları egemen ulusun baskısı altında asimile ederek ortadan kaldırmayı denedi. Hala da deniyor.
Bugün IKBY ve Katalonya'da karşılaşılan durum merkez yönetimlerin sorunları çözmek yerine zamana yayarak unutturmak istemesinden kaynaklanıyor. Toplumsal düzenin ayarsızlıkları ortadan kaldırılmadıkça, toplumsal huzur ve barışı bozabilecek unsurlar uzlaşı yerine zıtlaşma ile baskı altına alındıkça toplumsal patlamalara yol açıyor. Bu tür patlamaların temel sebebini, merkezin egemen ulusçu yaklaşımları ve farklılıkların zenginliğini hazmedemeyen dayatmaları oluşturuyor. Toplumsal uzlaşıyı ulusalcı dayatmalarla ertelemek kimsenin işine yaramıyor.
Halkların baskı altında tutuldukları ve adaletsizliklerle karşılaştıkları zaman buna çare aramaları bir hak mıdır yoksa ilkesel bir kavram mıdır? Uluslararası hukuk her ne kadar böyle bir hakkı kabul ediyor görünse de, ulus devletçi yaklaşımlar ve devletin bölünmezliği ilkesi ile kendi kaderini tayin hakkının aynı anda uygulanamaması günümüzün en önemli tartışmasının temelini oluşturuyor.
IKBY ve Katalonya referandumları karşısında İspanya ve Irak'ın merkezi hükümetlerinin aldıkları tavır sorunların çözümünü erteleme anlayışının yeni bir safhasıdır. Bu erteleme anlayışı her iki ülkenin de toplumsal huzurunu bozma potansiyelini artırmıştır. Referandumlar "yok hükmünde" sayılsalar da, artık Bağdat ve Madrid'in Erbil ve Barselona'ya yeni açılımlar yapmaları gerekiyor.
Paylaş