Paylaş
İnsan bedeni gibi karmaşık bir yapının oluşması bile en başta iki adet hücrenin, anne yumurtasıyla baba sperminin kavuşumuyla meydana geliyor. İki hücrenin kromozomlarını birleştirerek çoğalttığı yeni hücreler sayısız bölünme, çoğalma ve özelleşmeyle embriyoyu oluşturmaya başlıyor. Birlikte kurdukları biyolojik yapı karmaşıklaştıkça hücrelerin arasında muazzam bir iletişim ve işbirliği gözlenmeye başlıyor.
Biliminsanları, son dönemde hücreler arasındaki bu etkileşimin ‘mikrozekâyla’ ilişkisini sıklıkla inceliyorlar. Popular Mechanics dergisinde bu ay ‘Duyarlı Hücre: Bilincin Hücresel Temelleri’ adlı yeni kitabıyla dikkat çeken evrimsel biyolog William B. Miller söyleşisi vardı. Miller hücrelere bakışımızı baştan aşağı değiştirebilecek yeni bilimsel akımın öncülerinden. Farklı düşünen biliminsanları, hücreleri emir uygulayan pasif robotlar gibi görmeyi bırakmamız gerektiğine inanıyorlar. Aksine, bedenimizi oluşturan 37 trilyon hücrenin her birinin kendi bilinci olduğunu savunuyorlar.
Miller’a göre hücrelerin özgün bilinçleri olduğunu varsaymak, karmaşık biyolojik süreçleri anlamamızı kolaylaştırabilir. Bunlar arasında hücrelerin nasıl iletişim kurduğu ve karar verdiği, hatta bir kök hücrenin nasıl belli bir organa dönüşmeye yöneldiği gibi bilinmezler var.
İnsandaki karmaşık hisleri hücrelere atfetmek söz konusu değil ancak onlar da deneyimler yaşıyor.
Hücrelerin bilinç düzeyi anlaşılabilirse, doku rejenerasyonu, kanser ve çeşitli hastalıklar için yeni tedaviler geliştirmek, hatta plastik yiyen bakteriler gibi çevreye faydalı üretimler mümkün görünüyor. ‘Varoluşsal bilinç’ tabir edilen bu yeni yaklaşımla biyomühendislik alanında önemli ilerlemeler bekleyen Miller, evrim kavramının babası Charles Darwin’in ‘doğal seçilim’ teorisini tartışmaya açıyor. Şayet hücrelerin bilinçli olduğu anlaşılırsa, gizemli bir gücün seçiminden ziyade hücrelerin kararlarıyla ilerleyen bir evrim mekanizmasının daha mantıklı olacağını ifade ediyor. Bilincin kaynağı ve doğası bilenemediğinden, bilim dünyasının bu konuda ortak bir anlayışa varması kolay olmayabilir. Bilinç, en genel tabiriyle ‘Kendisinin, düşüncelerinin ve eylemlerinin farkında olan’ demek. İnsandaki karmaşık düşünceleri, hisleri ve duyuları, en alttaki hücrelere atfetmek söz konusu değil; ancak hücreler de birtakım deneyimler yaşıyor ve farklı eylemler, seçimler yapıyorlar. Miller’a göre örneğin hücre zarından içeri ışığın girmesi, hücreye bir deneyim sunuyor ve hücre, ışığı bilgi olarak analiz edip bununla ne yapacağına karar veriyor. Bazen öngörülebilir, bazen öngörülemez oluyorlar: “Mikroplarsa birbiriyle haberleşiyor, kaynakları paylaşıyor, besin aktarım yolları yaratıyor ya da birbirleriyle rekabet ediyorlar. Problem çözmeyle karar verme becerisi gösteriyorlar ve bu da demek oluyor ki bilişsel bir faaliyet sergiliyorlar.”
“Bir bütün, kendini oluşturan parçaların toplamından fazladır” sözü, bir arada ahenkle yaşayan hücrelerimizin topyekûn ölçüde beden bilincimizi oluşturabileceğini düşündürüyor bana. Hani şu hayatta kalmak için ne yapması gerektiğini zihnimizden daha iyi bilen bedenimizi... Acaba Yunus Emre “Bir ben var benden içerü” derken yüzyıllar önce, içindeki ayrıksı bilinci keşfetmiş olabilir miydi?
KANSER TEDAVİSİNE YEPYENİ BİR BOYUT
Kanser hücrelerinin davranış biçimine üstten bakıldığında ‘bilinçli hücre’ fikrini anlaşılır bulmak kolaylaşıyor. Vücutta ahenk ve işbirliği içinde çalışan trilyonlarca hücrenin içlerinden bazıları, büyük yapıdan ayrı olmak istediklerine karar veriyorlar ve mutasyona uğruyorlar. Peki neden? Bilimsel açıdan sebebi henüz tam anlaşılmış değil. Ancak sezgiler yönüyle düşünürsek; içine dahil oldukları büyük yapı -yani beden- tüm gelişim ihtiyaçlarını karşılamadığı noktada bazı hücrelerin ayrışmaya ‘gerek duydukları’ farz edilebilir. Kanserojen dış etkenler elbette genlerin mutasyona uğramasında rol oynuyor fakat bu da bir antitez oluşturmuyor çünkü geni değişmiş hücrenin ihtiyaçları da değişmiş oluyor ve bunu içinde bulunduğu yapıdan karşılayamaz hale geliyor. Ayrıca kanserojen etkiler her zaman hücrelerin ana yapıdan ayrışma kararı vermesine sebep olmuyor. Her sigara içenin kanser olmadığı gibi... Sezgisel düşünceden rasyonel bilime dönersek Dr. Miller kanser hücrelerinin daha çarpıcı bilişsel faaliyetlerine dikkat çekiyor: İletişim kurmak. Kanser hücrelerinin kendi aralarında haberleştiği biliniyor. Aynı zamanda kanser olmayan hücrelerle de iletişim kuruyorlar. İşin kötüsü, sağlıklı hücreleri ‘ikna edip’ kendi mutasyonlarına çekilmelerini, yani kanserin yayılmasını sağlayabiliyorlar. Kanser çağımızın yaygın ve tehlikelilerinden biri olmakla birlikte ‘mucize kurtuluş’ fenomeninin de sık görüldüğü hastalıklar arasında. Yeterince olduğuna inandığım kişisel gözlemlerimle söyleyebilirim ki; kanserden kurtuluşa eren hastaların ortak noktası, yaşamaya devam etmek için gerçek bir sebep, hayata tutunacak sağlam bir dayanak keşfetmeleri... Kim bilir, o zaman da sağlıklı hücreler hasta olanları kalmaya ikna ediyor olabilir... Dr. Miller, hücre bilinci anlayışı kabul görürse, onların motivasyonlarını ve karar verme mekanizmalarını anlayarak davranışlarına yön verebileceğimize inanıyor: “Bazı kanserli hücrelerin iletişim yollarını bloke ederek yayılmalarını ve tümör oluşturmalarını engelleyebileceğimiz ümit verici tedavi yolları keşfediyoruz. Böylece kemoterapi veya radyasyon gibi hastanın sağlıklı hücrelerine de zarar veren yöntemlerden farklı tedavi imkânları geliştirebileceğiz.”
Paylaş