Paylaş
Herkes kentin daha yaşanılır olması için bir öneri getiriyordu o görüşmelerde. Durduğu yerden bakıyordu çoğu. Yine pek çoğu, diğerini yerden yere vuruyordu. Kimi çevreyi öne alıyor, kimi daha çok iş diyor, kimi ise trafik diyordu.
*
Gerçekten bu kentin en çok neye ihtiyacı vardı?
Turizm, tarım, sanayi ve insan gücü açısından verimli bir kent, ne olursa daha yaşanılır bir kent olurdu?
Sonda değil başta söyleyelim. Bu kentin ve Türkiye’deki tüm kentlerinin özümsenmiş bir kentlilik bilincine ihtiyacı var. Bu bilinç öyle bir oluşmalı ki, yapılan kent planları ortak bir platformda belirlenmeli ve belirlenen kent planı, çıkarlar ve siyasi gerekçelerle asla bozulmamalı. Plan derken, yeter artık bu kent 3.5 milyonu geçmeyecek denmesini kastediyorum. Fark ettiyseniz 500 bin de fazladan söyledim. Bir yerde durması gerektiği bu büyümenin kesin olarak belirlenmeli.
Bu kenti yönetmeye talip olanlar, bu kentte yaşayan ve buradan geçimini sağlayanlar, kent planına sahip çıkmadıkça gerisinin boş olduğu ortada. Planın olmadığı yerde, birisi 0.50 emsal diyerek yoğunluğu artırırken, diğeri bunu engelleyerek başka sıkıntılara neden oluyor.
*
Belediye başkanları, kendileri de ifade etmekten çekinmiyorlar, Avrupa’da görüştükleri kent yöneticilerinin plan değişikliğinin ne demek olduğunu bilmediğini. O özendiğimiz kentlerde 50 yıldan aşağı plan değişikliği yapılmıyor çünkü. Biz de ise 25 yıllık binalara eski gözüyle bakıyoruz. Hadi bina neyse yıkar yaparsınız. Ancak, Bursa’yı hala sanayi açısından bir çekim merkezi yapmak doğru mu? Planları buna karşı yapmak gerekmez mi? Endüstri 4.0 gerçeğini de gözeterek, insan yoğunluğunu artırmayacak bir Bursa yaratmak teoride mümkün. Ancak planlara uymamakta ustalaştığımız için birkaç kuşak sonra da isyan etmeye devam edeceğiz. Kent yöneticileri de bize eşlik edecek üstelik.
Kentlerin yaşanılacak yerler olduğu, rant kapısı olmadığı kültür olarak benliğimize işlerse, belki bir şansımız olur. Aksi halde 25 yıl önce 1 milyon 100 bin olan Bursa’ya öykünüp dururuz. Çözümü de hep başkalarından isteriz.
*
Gelişmenin hormonlu bir büyüme olmadığını hatırlayıp ona göre davranmalıyız. Sadece bireysel hayatlarımızın değil, o bireysel hayatlarımızın kesiştiği yerler olan kentlerin de üzerimizdeki etkisini unutmadan hareket etmeli ve şehrin (varsa) kimliğini korumak için azami gayret sarf etmeliyiz. Hal böyle olunca artık ortak bir değer olan çeşmenin, bir kumaş satış yerine feda edilmemesi için orayı satın alan kişi de dahil olmak üzere, çözüm üretmeye çalışmaz mı?
O zaman en başa dönelim. En çok neye ihtiyacımız var? Bir kentlilik bilincine ve o bilincin yansıması bir kent planına. Siz ne dersiniz?
Kalın sağlıcakla.
Paylaş