Paylaş
“İyi olmuş” ifadelerine, “Biz ne zaman bu hale geldik” tepkisi verildi. Hala bazı konularda tepkilerimizin sürüyor olması ne güzel. Tepkilerin, zaman zaman işe yaradığı da görüldü oysa. Akit TV’nin programcısının kışkırtıcı, toplumu bölen sözlerine gelen tepkiyle ekrandan uzaklaşması bile aslında duyarlıklarımızı dile getirince sonuç aldığımızı gösteriyor.
Peki gerçekten bize ne olduğunu merak ediyor muyuz? Ya da şöyle söyleyelim. Bize ne olduğunu anladığımızda ortaya çıkan sonuca göre kendimize gerçekten çeki düzen verecek miyiz? Şüpheliyim.
Topluma bakan ve gidişimizi merak eden bir birey olarak, son 38 yılımızdaki değişimleri, çocuk, genç ve orta yaş aklımla, edindiğim tecrübeler ve okuduğum kaynakların da yardımıyla analiz etmeye çalışırım. Son yıllarda “Bize ne oldu?” sorusu en çok karşılaştığım soru. Ama şunu belirteyim ki, bu soru benim kuşağım ve üstü için geçerli. Çünkü, bizler 80 kuşağıyız. Büyüklerimiz ise, 70’ler, 60’lar. Neden böyle? Benim gözlemlerimden vardığım hipotez, bu kuşakların şöyle ya da böyle toplumcu ortamlarda büyümüş olmalarıdır.
KIRILMA 1980...
1980 darbesinin ardından yapı hemen değişmedi ve 1990’lara kadar o toplumcu yapıyla büyümemizi sürdürdük. Ancak, 1990 sonrası, darbenin sonuçları tamamen ortaya çıktı. Hem yeni gelen kuşaklarda toplumculuk kendini daha az göstermeye, hem de eski kuşaklarda “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, “bedava sirke baldan tatlıdır”, “köprüden geçene kadar ayıya dayı demek” atasözlerimizde ortaya dökülen bencil duygularımız pompalandı. Dayanışma yerini, ‘kendini kurtar’a evrildi. Hal böyle olunca, örgütlenme yapımız bile değişti. Eskiden toplumsal kurtuluşu hedefleyen örgütlenme yapımız, yerini grupların kurtuluşunu hedefleyen bir yapıya büründü. Mesleki örgütlenmelerden tutun da sendikal örgütlenme ve siyasi örgütlenmelere kadar, başa geçip kendi çevresini kalkındırma anlayışına dönüştü. ‘Eskiden de vardı’ diyenlere; hiç bu kadar arsız olmamıştı. Yapılsa da utanılır ve gizli kapaklı yapılırdı diyebilirim. Toplumun bir bölümü dışlanır oldu. Genlerimizde var olan ama Cumhuriyetle birlikte silinmeye çalışılan, çalışmadan kazanma isteği pompalanmaya başladı. Eskiden topluma faydalı olmak önemliydi; ‘beni bu toplum okuttu’, ‘karşılığını vereyim’ (Yani pastayı büyüteyim) kaygısı yerini, ‘ben ne kadar zenginleşirim’ hem de bir şey yapmadan, hatta ‘zenginleşemesem de zenginleşenlerin artanlarından nasıl yararlanırım’ duygusuna (Pastadan ne kadar büyük dilim alırıma) bıraktı.
VERMEK YERİNE ALMAK...
Eskiden, ‘bir elin verdiğini öbürü görmesin’ düsturu, yerini iftar çadırlarında gülerek sıra bekleyen insanlara bıraktı. ‘veren el alan elden üstündür’ ise tamamen yerle yeksan oldu. Vermeyi bir kenar bırakın almak hem de doymaz bir iştahla almak makbul hale geldi.
Hadi bunla ilgili kısa bir anekdot anlatayım size, değişimi siz de hissedin:
Tarih 2003 Eylül başı. Yer, maaile çıkılan uzun yurt seyahatinin ağırlıklı durağı eşimin doğduğu topraklar Kilis. Bu küçük Güneydoğu Anadolu kentinin sokaklarını bir çırpıda arşınlarken sıcak havanın da bastırmasıyla kendimizi seyyar meyan şerbeti yapan bir amcanın el arabasının önünde buluyoruz. Paradan sıfırlar atılmamış daha. Meyan şerbeti 250 lira. Eşim, ben ve baldız birer bardak içiyoruz. Nur yüzlü amcaya bin lira veriyorum, üstü kalsın diyorum. O bakışı nasıl tarif etmek gerekir. İnsanın tamahkar olmamasının, cömertliğinin, insana olan umudun doruğa ulaştığı bir kaç saniyeyi bedenimden uçmuş havada izliyorum sanki. Amca büyüyor büyüyor saf iyilik, güzellik oluyor. Bir bardak daha şerbet doldurup sokakta oturan çocuklardan birine uzatırken bardağı, “O’nun hakkı” diyor. İnsan sen ne güzelsin.”
Ya işte böyle. Tamahkarlık pompalanınca, dizilerde gördüğü zenginlerin kıyafetlerinin çakmasını giyen ve onlara öykünen, ama hayata ve yaşadığı topluma ilişkin hiç bir üretimde bulunmayan onun yerine öfke besleyen nesillerle karşılaşıyoruz. Hal böyle olunca yarım yamalak ifade biçimleriyle bu öfke, sosyal medyadan öykünülen noktalara kin sözleriyle karşımıza çıkıyor.
Tekrar soralım “Bize ne oldu” diye? Biz ‘biz’ olmayı unuttuk. Cumhuriyetin üreten ve birlikte büyürüz zihniyeti kayboldu. Uçurumlar büyüdü. O büyüdükçe öfke ve kin arttı. Toplumdaki farklılıklar artık tolere edilemez hal aldı. Kısaca kimyamız bozuldu.
Ne yapsak toplumsal ilaç tedavileri mi bulsak? Yoksa en yakın çevremizden başlayarak, reklamlardaki gibi çayları doldurup dayanışmamızı mı artırsak?
Kalın sağlıcakla.
Paylaş