Paylaş
The Flash (BEŞ ÜZERİNDEN ÜÇ BUÇUK YILDIZ)
Yönetmen: Andy Muschietti
Oyuncular: Ezra Miller, Michael Keaton, Sasha Calle, Ben Affleck, Michael Shannon, Ron Livingston, Temuera Morrison, Kiersey Clemons, Maribel Verdú;
ABD yapımı
Zamanda yolculuk edebilme yeteneğinin farkında olan ‘The Flash’, namı diğer Barry Allen geçmişe giderek küçük yaşta kaybettiği annesiyle ilgili trajedinin önüne geçebileceğini, onun hayatta kalmasını sağlayabileceğini düşünür. Ve bu fikrini uygulamaya koyulur. Lakin zamanın akışıyla oynayıp ait olduğu ana döndüğünde karşısında sıradan bir insan olarak hayatını sürdüren kendisini bulur. Sonrasında her şeyin tıpkı ‘Geleceğe Dönüş’ filminde olduğu gibi farklı bir kaderi yaşadığını fark eder. Örneğin, Batman yaşlanmış ve ortalıktan el ayak çekmiştir. İşin kötüsü Superman’in en büyük düşmanı General Zod, Kripton’dan kalkıp gelmiş ve Dünya’yı ele geçirmeye koyulmuştur. Ortada ona karşı koyacak ne Superman ne Wonder Woman vardır...
Daha önce ‘Batman ve Superman: Adaletin Şafağı’ (Batman v Superman: Dawn of Justice, 2016) ve ‘Adalet Birliği’ (Justice League, 2017) filmlerinde ara karakter olarak gördüğümüz DC Comics ailesi üyelerinden ‘The Flash’ın ilk ‘solo albümü’ niteliğindeki yapımın konusu özetle böyle. Stephen King’in ‘O’sunun iki bölümlük yeniden çevrimleriyle tanınan Andy Muschietti’nin yönettiği çalışma, öyküsünü bu araların favori konusu ‘çoklu evren’ meselesinde biçimlendiriyor. Bu aslında aynı sularda yüzen ‘Örümcek-Adam: Örümcek Evrenine Geçiş’ (Spider-Man: Across the Spider-Verse, 2023) eleştirisinde de belirttiğim gibi bir dönem ‘zamanda yolculuk’ olarak adlandırdığımız olaylar bütününe artık ‘çoklu evren’ dememizden kaynaklanan ‘tanımsal’ bir değişiklik, yoksa her şeyin özü H.G. Wells’in klasik romanı ‘Zaman Makinesi’ne (The Time Machine) dayanıyor elbet...
‘The Flash’ filmi karşımıza sıkça çıkan bir koridordan ilerlese de senaryoya imza atan Christina Hodson (hikâye ise Joby Harold, John Francis Daley ve Jonathan Goldstein üçlüsüne ait) metne zekice dokunuşlar katmayı başarmış. Bir kere filmin açılış sekansı görsel etkileyicilik açısından kendi adıma son dönemlerde seyrettiğim (böyle bir kategori var mı bilmiyorum ama) en iyi ‘süper kahraman açılışı’ diyebilirim. Barry’nin sabah işe giderken her zaman uğradığı kafede sandvici hazırlanırken ‘The Flash’ kimliğine bürünüp Gotham City’ye yardıma gitmesi ve hafiften ‘Potemkin Zırhlısı’na (Bronenosets Potemkin, 1925) selam yollayan sahneler eşliğinde yıkılan hastaneden bebekleri kurtarması bölümü enfesti. Keza kendi zamanında Batman’i Ben Affleck olarak izleyip evren değiştirdiğinde karşısına yaşlanmış Batman’in Michael Keaton olarak çıkması da zekice bir hamleydi. Öyküde sık sık vurgu yapılan bilimkurgu klasiği ‘Geleceğe Dönüş’e (Back to the Future, 1985) ilişkin muhabbetlerde zamanla oynanmasının ardından ana karakterde Michael J. Fox yerine Eric Stoltz’un oynadığını öğrenmemiz, dahası ‘Top Gun’da Tom Cruise yerine Kevin Bacon’ın şöhret olduğu bilgisine ulaşmamız vs... Bütün bunlar zamanın eğilip bükülmesi sonucu ortaya çıkan ‘kelebek etkisi’nin hikâyedeki yansımalarıydı.
Keaton göz kamaştırıyor
Öykü ‘çoklu evren’ meselesinde gezinirken belli ölçülerde özgünlüğünü yitiriyor. Ancak hikâye ana karakter ‘The Flash’ üzerinden ilerlerken ‘DC Comics’ ailesinin ifadesi olan ‘Adalet Birliği’ (Justice League) üyelerinin filme akıllıca hamlelerle eklenmesi bence Andy Muschietti’nin yapıtının en büyük erdemi olmuş. Özel hayatında sorunlu bir çizgisi olması, kimi olaylara karışması, suçlu olarak adalet karşısına çıkması ve para cezası ödeyip özür dileyerek durumu kurtarmaya çalışması haberleriyle gündeme gelen Ezra Miller ‘The Flash/Barry Allen’ rolünde gayet iyi bir performans sergilemiş. Fakat filmin bence asıl yıldızı yaşlanmış Batman’de karşımıza çıkan Michael
Keaton olmuş.
Günümüz ‘süper kahraman filmleri’ fazla fabrikasyon. ‘The Flash’ tamamıyla olmasa da birçok yönüyle orijinal, farklı ve zekice detaylara sahip. Kaçırmayın derim. Son olarak yaşlı Batman’in çubuk makarna yardımıyla zamandaki kırılmaları anlattığı bölümün de çok iyi olduğunu belirteyim...
Wes Anderson yormaya devam ediyor
Asteroit Şehir (BEŞ ÜZERİNDEN İKİ YILDIZ)
Yönetmen: Wes Anderson
Oyuncular: Jason Schwartzman, Scarlett Johansson, Bryan Cranston, Tom Hanks, Jeffrey Wright, Tilda Swinton, Edward Norton, Adrien Brody, Liev Schreiber, Hope Davis, Steve Park, Maya Hawke, Steve Carell, Matt Dillon, Willem Dafoe, Margot Robbie, Tony Revolori, Jeff Goldblum
ABD yapımı
Yıl 1955... Fotoğrafçı Augie Steenbeck eşinin kaybını çocuklarına açıklayabilmek adına çıktığı yolculukta arabasını tamir için nüfusu 87 olan ücra bir çöl kasabasında konaklar. Burada ‘Kıdemsiz Yıldız Gözlemcileri ve Askeri Uzay Öğrencileri Kongresi’ne gelmiş çizgi dışı karakterler vardır. Bir de işin içine gemisiyle gelen uzaylı karışır...
Wes Anderson son filmi ‘Asteroit Şehir’de (Asteroid City) o tuhaf, alabildiğine eksantrik dünyasını bir kez daha inşa ediyor. Sıradışı karakterler ve olaylar, retro ortam, kimi görsel oyunlar, hikâyedeki sanatsal referanslar derken Amerikalı yönetmen bence uzun bir süredir kendini tekrarlıyor. Başlarda ilgi gören sineması artık büyüyemeyen bir ergenin yeni bir rota, yeni bir ruh bulamadan çektiği filmlerle yoluna devam ediyor. Hayatla olan ilişkisi ideolojik bir tabana oturmadığı için filmlerindeki varoluşçu dertler, modernist sorunlar ‘ilginçlik’ kriteri dışında hiçbir yerden destek alamıyor. Her filmde karşımıza çıkan son derece parıltılı kadronun (mesela ‘Asteroit Şehir’de de koroya Tom Hanks ve Scarlett Johansson katılmış) ve irili ufaklı rollerde karşımıza çıkan yıldızların da Wes Anderson’ın sıkıcılaşan ve kendini yenilemekten uzak sinemasına çare olamadığını söylemeliyim…
Bastırılmış hayatlar…
Joyland (BEŞ ÜZERİNDEN DÖRT YILDIZ)
Yönetmen: Saim Sadiq
Oyuncular: Ali Junejo, Rasti Farooq, Alina Khan, Sarwat Gilani, Salmaan Peerzada, Sameer Sohail, Sania Saeed, Ramiz Law, Honey Albela,
Priya Usman Khan
Pakistan-ABD ortak yapımı
Lahor’da ataerkil bir aile… Tekerlekli sandalyedeki Abba, iktidarı elinde tutar. Nucchi’yle evli, büyük oğlu Saleem bir türlü erkek evlat sahibi olamaz. Karısı çalışan küçük oğlu Haider ise evde takılır. Haider günün birinde erotik dans gösterileri yapan bir yerde iş bulur ama bunu ailesine nasıl anlatacaktır? Asıl kafa karışıklığı transseksüel başdansçı Biba’ya yakınlık duymasıyla başlar…
Saim Sadiq imzalı ‘Joyland’, Pakistan toplumunda geleneksel reflekslerin ve inançların belirlediği baskıcı hayat tarzları arasında yolunu kaybeden bir grup insanın yaşamlarından kesitler aktarıyor. Son derece yalın ama bir o kadar da çarpıcı bir öykü sunuyor. Ülkesinde tartışmalar yaratan, önce yasaklanan, daha sonra kimi sahneleri sansürlenerek gösterime giren ‘Joyland’ insani portrelerin tasvirine soyunuyorken erkek egemen bir coğrafyada faturanın her koşulda kadınlara kesildiğinin de altını çiziyor. ‘Joyland’ kimi klişe bölümlerine rağmen yılın en iyi, en dokunaklı filmlerinden biri.
VE DİĞER SEÇENEKLER
Ateş, su, toprak ve hava gibi temel elementlere ait halkların uyumlu yaşadıkları bir şehirde babasının çalıştırdığı dükkânı devralmak için gün sayan Alev, kimi gelişmeler sonucu karşısına çıkan Deniz adlı gence ilgi duyar. Lakin biri ateşten, diğeri sudan yaratılmıştır ve aşkları için önlerinde birçok engel vardır. Peter Sohn imzalı Disney-Pixar işbirliğinin yeni animasyonu ‘Elemental: Doğanın Güçleri’, minikler için son derece uygun bir seçenek, yetişkinler içinse fazla didaktik. ‘Benim Babam Bir Kahraman’da Altan, eşi öldükten sonra oğlu Can’la hayatın tüm zorluklarına dayanabilecekleri küçük bir dünya kuran, düştükleri en zor durumda bile bunu bir oyuna çevirebilen ve en trajik anda dahi etrafındakileri güldürebilen bir babadır. Belediyede çöpçü olarak çalışan Altan, İstanbul’un zengin semtlerine komşu bir gecekondu mahallesinde oğluyla yaşamaktadır. Can’ın ise bütün dünyası çizgi romanlardır. Orçun Benli’nin yönettiği filmde başrolleri Ufuk Bayraktar, Mahir İpek, Selim Erdoğan ve Mehmet Emin Güney paylaşıyor. Yerli gerilim ‘Obsesyon’u Eray Altay, ‘Hüddam 3: Lamia’yı da Utku Uçar yönetti.
Paylaş