Paylaş
Siyah-beyaz görüntüler... Bir Nazi subayı, minik bir kız çocuğunun elini tutan kadını nihayetinde öldürüyor. Derken çocuk Amerikalı bir asker tarafından kurtarılıyor. O, artık kurtarıcısı bellediği askere sımsıkı sarılıyor. Lakin meydana bir kadın geliyor ve onu muhtemelen yetimhaneye götürmek üzere çekip alıyor. Işıklar yandığında salondaki seyircilerden bazıları ağlarken kamera Iris, kız kardeşi Mimosa ve annesine odaklanıyor. Üçlü sinema salonundan çıkarken anne ‘halkın eleştirmeni’ sıfatıyla (!) yorumunu yapıyor: “Eski Amerikan sineması ne güzeldi, büyüleyici hikâyeler anlatırlardı. Şimdi İtalyanlar ne kadar acı varsa onu izletiyor, savaş yetmiyormuş gibi.”
İtalyan Yeni Gerçekçiliği’ne (muhtemelen de Roberto Rossellini sinemasına) atıfta bulunan bu girişin ardından salonun önünde gezinen hayta görünümlü bir genç, Iris’i tarihi bir filmin çekimleri için ertesi gün yapılacak seçmelere davet ediyor. Bu teklif kızların ve annelerinin gönlünü bir şekilde çeliyor,
ne de olsa onlar sinemaya sevdalılar.
Üçlü, seçmelerin yolunu tutarken sakin, minyon tipli Mimosa da şansını deniyor ama olmuyor. Derken stüdyo içinde şaşkın bir biçimde dolaşırken koridorda kılıç ve sandaletlerin hâkim olduğu, Eski Mısır’da geçen filmin Kleopatra’yı andıran ana karakterini canlandıran Josephine Esperanto’yla göz göze geliyor. Uluslararası yıldız çok geçmeden talimat veriyor ve nedimelerden birini onun oynamasını istiyor. Peşi sıra beklenmedik gelişmeler oluyor. Esperanto çekim sonrası Mimosa’yı yanında istiyor, arabasına alıyor, akşam yemeğine davet ediyor ve oradan da bir partiye götürüyor.
Saverio Costanzo son filmi ‘Şafak Sökerken’de (Finalmente l’alba), 1950’ler İtalya’sında Roma’daki ünlü Cinecittà Stüdyoları’na yolu düşen genç bir kızın, bir gün boyu yaşadığı gerçeküstü maceraya odaklanıyor. Kendisini neden yanında istediğini anlamadığı bir Hollywood yıldızının peşinde, tanımadığı ama uzaktan hayran olduğu yıldızlarla dolu bir dünyanın kapısını aralıyor. Ve orada karşısına bambaşka kişilikler, hasletler, karakterler çıkıyor. Ava Gardner, Liz Taylor, Rita Hayworth gibi yıldızların bir karışımı olarak sunulan Esperanto, aralarında bir ilişki olduğuna dair hissiyat yayan rol arkadaşı Sean Lockwood ve sanat simsarı Rufus Priori’yle birlikte yanlarına Mimosa’yı da katıp gerçek kişiliklerini sergiledikleri bir gecenin ortağına dönüşüyorlar.
‘Babylon’u andırıyor...
Genç kızı parti ortamında İsveçli şair Sandy olarak lanse eden Esperanto, narsist kişiliğini ortaya saçıp dökerken ‘yıldızım, her istediğimi yaparım’ı göstermek için çabalayıp duruyor. Lockwood ise Mimosa’daki masumiyete vurulduğunu kanıtlama derdinde. Yıldız olmak isteyen ve cesedi deniz kıyısında bulunan bir kızın hikâyesi filmde alt motif olarak sunuluyor. Bütün bu şatafatlı, bir o kadar da trajedi içeren olaylar zengin birinin malikânesinde geçiyor.
Costanzo ‘Şafak Sökerken’de o pırıltılı görünen dünyaların ardındaki ikiyüzlü kişilikleri, bu ortamın psikolojik açıdan sorunlu karakterlerini anlatırken masum bir genç kızı bir tür ayna göreviyle sahaya sürüyor. Film hafiften Fellini’nin ‘Tatlı Hayat’ına (La Dolce Vita) göndermeler yapıyor ama Mimosa’nın bütün bir gece yaşadıkları ve uğradığı duraklar itibariyle akla daha çok Damien Chazelle’in ‘Babil’i (Babylon) geliyor (Öyle ki sanki oradaki filin yerini aslan almış gibi).Filmdeki en iyi performans emektar aktör Willem Dafoe’dan gelmiş (en sağda).
Josephine Esperanto’da Lily James’i (ki bence rolüne çok oturmamış çünkü havasını yaydığı yıldızlara göre çok genç duruyor), Mimosa’da Rebecca Antonaci’yi, Sean Lock-wood’da Joe Keery’yi izlediğimiz yapımda Willem Dafoe de Rufus Priori’yi canlandırıyor ve bence en iyi performans emektar aktörden gelmiş. Bu arada yeri gelmişken şu istekte bulunalım: Keşke Yorgos Lanthimos’un son dönemdeki kötü filmlerinde oynamaktan da vazgeçse! Bu arada Alba Rohrwacher’ı da bir dönemlerin unutulmaz İtalyan yıldızı Alida Valli rolünde izliyoruz.
Partide, Esperanto’nun Sandy olarak tanıttığı Mimosa’dan bir şiir okumasını istediği sahne, filmin doruk noktası. Yönetmen sanki burada postmodern sanatlara da bir gönderme yapmış gibi geldi bana.
Saverio Costanzo’yu modern dünyanın ebeveynlik sorunlarında gezindiği muhteşem filmi ‘Aç Kalpler’le (Hungry Hearts) tanımıştık. ‘Şafak Sökerken’ yönetmenin 2014 tarihli bu yapıtına göre daha geride bir çalışma. Ama yine de sinema tarihine yönelik referansları ve ışıltılı dünyaların gerisindeki karanlığı göstermesi açısından kayda değer yanlar barındırdığını da söyleyelim.
Ve diğer seçenekler
◊ Eşinden ayrıldıktan sonra akademik çalışmaları için Berlin’e gelen Amerikalı sosyal psikolog Ben Monroe, kızının kendisini ziyaretiyle başlayan süreçte karşısında tuhaf bir tarikat bulur. Jordan Scott’ın yönetmenliğini üstlendiği ‘Tarikat’ta (Berlin Nobody) başrolleri Eric Bana, Sadie Sink, Sylvia Hoeks ve Jonas Dassler paylaşıyor.
◊ Haftanın menüsündeki diğer yapımlarsa şöyle: ‘Son Ayin’ (Lord of Misrule/Yön: William Brent Bell), ‘Acımasız’ (Ruthless/Yön: Art Camacho), ‘Yem’ (Something in the Water/Yön: Hayley Easton Street), ‘Korku Ormanı’ (Horror in the Forest/Yön: Brendan Rudnicki), ‘Cam Kavanoz’ (Yön: Sinan Uzun), ‘Korku Kapanı/Sessiz Çığlık’ (Yön: Bedel Art), ‘Süper Kahramanlar: Taşların Peşinde’ (Happy Heroes 3 Yön: Heiming Huang), ‘Mavi Kaplan ve Fırtına Takım’ (Cosmicrew: Storm Force/Yön: Peng Liu).
Paylaş