Paylaş
Amerikan oyuncak devi Hasbro’nun 60’lı yıllarda piyasaya sürdüğü ve çok tutulan ‘G.I. Joe’ serisi 2000’lerde sinemaya taşınmıştı. Özel bir birliğin dünyayı ele geçirmek isteyen kötülere (özellikle de Kobra örgütüne) karşı verdiği savaşa dayalı bir metne sahip olan serinin ilk adımı 2008 tarihli ‘Kobra’nın Yükselişi’ydi (‘G.I. Joe: The Rise of Cobra’). İkinci hamle 2013’te çekilen ‘Misilleme’ydi (‘G.I. Joe: Retaliation’). Uzun bir zaman aralığının ardından yeni bir ‘G.I. Joe’ filmi daha huzurlarımıza geliyor. Adı, ‘Snake Eyes: G.I. Joe Origins’.
Bu kez öykü bir tür kökenlerde dolaşıyor. Los Angeles’ta gözünün önünde babası öldürülen Uzakdoğu kökenli bir çocuk büyüyor; yanında her daim intikam hırsını taşıyor. Yolu Yakuza’yla (Japon mafyası) kesişiyor, daha sonra kurtardığı kişinin bir klanın çok önemli üyesi olduğunu fark ediyor ve onun kanatları altında Tokyo’da yeni bir hayata yelken açıyor.
Robert Schwentke imzalı yapım, ‘Snake Eyes’ adlı ana karakterin, 600 yıllık Ninja gelenekleriyle sistemi koruyan Arashikage klanına kabul edilme süreci etrafında bir yapı inşa ediyor. Klanı ele geçirmeye çalışan, aileden uzaklaştırılmış eski bir üye ve bütün dünyaya hükmetmeye çalışan Kobra örgütü de meselenin mücadele alanları... Arka plandaysa iyi-kötü rollerinin çabuk değiştiği, gücün karanlık yanına geçme hamlelerinin sıkça yaşandığı, gelenekle modern arasında gidip gelmelere fiziksel ve ruhsal anlamda vurguların yapıldığı, aksiyonu yüksek bir hikâye izliyoruz.
Tam da Olimpiyat Oyunları döneminde vizyona giren film bizi zaman zaman Tokyo’da da yolculuğa çıkarıyor. Örneğin, her gün ‘Tokyo 2020’ canlı yayınlarında önümüze gelen asma köprü, filmin aksiyon mekânlarından biri olmuş. Öte yandan Arashikage klanının konumlandığı geniş arazi bir anlamda Japon geleneksel mimarisinin ve yaşayış biçiminin ifadesi sanki. Ana karakterlerin motosikletlerine atlayarak arada bir aksiyon hamlelerine soyundukları Tokyo’nun merkeziyse bir nevi kaosun, modernizmin, yüksek binaların genel bir kolajı. Bu arada ilk ‘G.I. Joe’ filminde Eyfel’in yıkılmasına şahitlik etmiştik, ikincisinde hedefte Londra vardı. Üçüncü adımda şehre yönelik hamleler pek yok.
70’li yıllar Uzakdoğu dövüş sporlarının hâkim olduğu birçok filmin sinemalara uğradığı dönemdi. ‘Snake Eyes’ sanki o filmlerin, “Anglosaksonlar da izlesin” diyerek çekilmiş hali gibi. Bir yandan eller, öte yandan kılıçlar kullanılıyor ve arada bir hayata dair felsefi tanımlamalar, bilgelik ifadeleri, ruh güzelliği, temiz kalp, gözlerde okunan onur, gurur vs. gibi ifadeler karakterlerin ağzından çıkarak seyirci bir anlamda huzur sokağına çağrılıyor!
SERİNİN EN İYİSİ
Film ayrıca çokuluslu oyuncu kadrosuyla dikkat çekiyor. Mesela Snake Eyes rolündeki Henry Golding Malezyalı. ‘Kan kardeşi’ Andrew Koji İngiltere doğumlu, klanın güvenlik şefi Haruka Abe Japon, eğitimcilerden ‘Hard Master’ı canlandıran Iko Uwais Malezyalı, bir diğer eğitimci ‘Blint Master’ı oynayan Peter Mensah Ganalı...
Haruka Abe, filmde Akiko rolünde.
Sonuçta, bildik limanlara uğrasa da ihanet ve sadakat gibi değerler eşliğinde gelişen öyküsüyle bu Uzakdoğu aksiyonu, bence ‘G.I. Joe’ serisinin belki de en mütevazı (öyle ki bilgisayar efektleri bile sadece dev anakondalar için kullanılmış sanki) ama en iyi filmi olmuş.
KIZIM NEREDE?
Bir yanda kızları bir süre önce kaybolan siyah bir çift… Öte yanda eski formuna kavuşmak için fırsat bekleyen yerel bir gazeteci… Editörü, Christian Baker’dan 12 yaşındaki Monique Watson vakasını deşmesini ister, o da soluğu küçük kızın babası Michael ve annesi Tiffany’nin yanında alır. Vlad Feier, ilk uzun metrajı ‘Kayıp Kız’da (‘Still Here’) yaşanmış bir hikâyeye dayanan bir dramayı perdeye taşımış. Oyunculuklar bazı yerlerle amatör ama ailenin yaşadıkları seyircinin yüreğinde hissediliyor. Senaryosunu Vlad Feier’in Peter Gutter’le birlikte kaleme aldığı yapımda kayıp kızın öyküsü aile, gazeteci ve polis cephesinden anlatılıyor. Bu üçlü yapı içinde gazetecinin derdi aslında olayın çözümünden ziyade kendisini tekrar ayağa kaldırabilecek bir haberin varlığı. Resmi kayıtlara göre ABD’de yaklaşık 70 bin kayıp siyah kadın vakası varmış, Feier’in imzasını taşıyan ‘Kayıp Kız’ın öyküsü sırtını bu gerçeğe dayandırırken kimi anları itibariyle etkileyici sahneler sunuyor. Öykünün örgü ağı içinde yer yer ‘Black Lives Matter’ (‘Siyah Hayatlar Önemlidir’) meselesinin altı çiziliyor ama öte yandan ‘kurtarıcı’ rolüne ‘beyaz bir gazeteci’nin soyunması da, senaryonun hâlâ o eski ve bilinen reflekslere sırtını dayadığını gösteriyor.
Duygusal gelgitlere sahip, genel doğrulara uğrayan ama kimi bölümleri klişe olan orta karar bir yapım ‘Kayıp Kız’…
VE DİĞER SEÇENEKLER
David Lowery imzalı ‘Yeşil Şövalye’ (‘The Green Knight’), Kral Arthur’un yeğeni Sir Gawain’in yeşil tenli dev yabancıyla mücadelesini anlatıyor. Malgorzata Szumowska’nın yönettiği ‘Bir Daha Asla Kar Yağmayacak’ta (‘Sniegu juz nigdy nie berzie’) hikâye şöyle: Büyük bir Doğu Avrupa şehrinin sisli bir sabahında, yanında yatak taşıyan gizemli bir adam oturma izni alabilmek için büyülü teknikler uygular ve bir banliyö sitesinde masör olarak çalışır. Oh Yoon Dong ve Jung Su Yee’nin yönettiği ‘BLACKPINK: The Movie’ Güney Koreli sevilen müzik grubunun 5’inci kuruluş yılı nedeniyle yapılmış bir çalışma. Filmde grup üyeleri Jisoo, Jennie, Rosé ve Lisa başrolde. Sam Barrett imzalı gerilim filmi ‘Lanetli Kardeş’se (‘Dark Sister’) kâbuslarının bir gün gerçekleşmesiyle hayatı altüst olan bir kadının öyküsü...
Paylaş