Paylaş
belirsiz bir şehir, belirsiz bir zaman dilimi... Kyra (bir şirkette yöneticidir) ve Jake (çay dükkânı işletmektedir) çifti Çin’den bir kız evlat edinmişlerdir. İkili, kızları Mika’nın kültürel bağlarını canlı tutmak için Yang adlı bir android’i de düzenlerine dahil etmiştir. Dünya çapında ailelerin katıldığı son derece eğlenceli bir dans yarışmasının ardından teknik adı ‘technosapiens’ olan robotları devre dışı kalır. Bu durum dengelerini bozar. Öncelikle Mika abisini, can yoldaşını ve kültürel rehberini kaybetmiştir. Jake bu durumun üstesinden gelmek için Yang’ı tekrar çalıştırmanın (hayata döndürmenin) yollarını arar. Sistem, eskiyen ya da fonksiyonlarını tamamlayan robotları yenileriyle değiştirme esası üzerinde yükselmektedir. Jake, Yang’ı bu tür bir alışverişin dışında tutmak adına bağımsız çalışan bir tamirciden yardım ister. Çok geçmeden bu eski model ‘tekno’nun, kayıtların toplandığı bir çipe sahip olduğunu fark ederler. Konunun uzmanı bir teknoloji müzesi küratörü olan Cleo, çipteki verilerin Yang’ın anıları olduğunu söyler. Bu durumda Jake, verilere göz atarak ailenin eski üyesinin geçmişine uzanır...
Yang’dan Sonra
Yönetmen: Kogonada
Oyuncular: Colin Farrell, Jodie Turner-Smith, Malea Emma Tjandrawidjaja, Justin H. Min, Haley Lu Richardson, Orlagh Cassidy, Ritchie Coster,
Sarita Choudhury, Ava DeMary, Clifton Collins Jr.
ABD yapımı
Robotlar, android’ler, cyborg’lar ya da klonlar; ne derseniz deyin gelecekte hayatımızın en önemli parçalarından biri olmalarını beklediğimiz bu varlıklar üzerine yapılan filmlerin çoğunun ana ekseni ‘varoluşsal’ meseleler oluyor. Yani makine, giderek insanlaşır ve kendi benliği üzerine düşünür; eğerki izlediğimiz yapım bir aksiyonsa çoğu kez gücün karanlık tarafına geçenlerle geçmeyenler arasındaki mücadeleyi izleriz. Ya da Spielberg’ün ‘Yapay Zekâ’sında (AI) olduğu gibi bedenden sonra ruhunu da arayan, sevgi, şefkat isteyen modellerin tutunma, insanlığa eklenme çabasını... Yukarıda konusunu özetlediğimiz ‘Yang’dan Sonra’ (After Yang), varoluşsal meselelere uğruyor ama asıl güzergâhı bellek, aile olgusu, yitip giden değerlerin geride bıraktığı izler ve doldurulması zor boşluklar, inanç, yaşamdaki öncelikler, hayatı algılama ve yorumlama biçimlerimiz gibi unsurlar etrafında tanımlanmış. Alexander Weinstein’ın ‘Saying Goodbye to Yang’ adlı kısa öyküsünden Kore doğumlu Kogonada’nın uyarlayıp yönettiği yapım, lirik bir anlatıma sahip. Yönetmen, kariyerindeki bu ikinci uzun metrajda (ilki ‘Columbus’tu), öyküdeki ‘technosapiens’ karakter üzerinden hayat denklemlerine dalmıyor, daha çok anlara ve bu anlar eşliğinde duyduğumuz hazlara, tatlara yoğunlaşıyor.
“Film Asya kültürlerindeki asıl gizemin hayatın kendisi olduğuna dair öğretilerin altını çizmeye çalışıyor.”
Film zaman zaman geçmişe uzanıp robotun aile bireyleriyle kurduğu ilişkiyi felsefi diyaloglar eşliğinde aktarıyor. Mesela Yang’ın, Jake’le birlikte çay üzerine konuştukları bir sahne var. Burada deneyimli bir uzman olan Jake, izlediği bir belgesel üzerinden meseleyi açarken çay içme işlemine ilişkin “Önce koklaman lazım, içinde sadece tat ve aroma değil tarih de var... Çay işletmeleri kuşaktan kuşağa geçmiştir, belki benim de sana bu işi öğretmem lazım” diyor. Yang’ın Kyra’yla hasbihalindeyse tırtılın kelebeğe dönüşmesi, Çinli düşünür Lao Tzu üzerinden aktarılıyor ve ‘son, bir başlangıçtır’ fikri hatırlatılıyor.
Görsel yanı çok başarılı
‘Yang’dan Sonra’ izleyicisini büyük bir gizemin peşine takıyor gibi davranıyor ama asıl olarak Asya kültürlerinde yer alan asıl gizemin hayatın kendisi olduğuna dair öğretilerin altını çizmeye çalışıyor.
Bu ince, hüzünlü takılan, pastoral kareler eşliğinde yumuşak akan filmin benim açımdan en anlamlı sahnesi şuydu: Jake, çipteki anıların izini sürerken yolu Yang’ın romantik duygular beslediği Ada adlı bir klon kızla kesişiyor. Ona “Yang hiç insan olmak istedi mi” şeklinde bir soru soruyor, aldığı yanıt ise şöyle: “Niye istesin ki, insan olmanın nesi harika?” Günümüzün kötülüklerle dolu dünyası içinde bu cevap, filmin duygusal havasında son derece acımasız ve bir o kadar da gerçekçi bir saptama gibi duruyordu.
‘Azınlık Raporu’, ‘Gerçeğe Çağrı’ ve ‘Gezginler’ gibi filmlerle daha önce de bilimkurgu öykülerinde boy gösteren Colin Farrell, Jake rolünde huşu içinde hareket eden bir babayı canlandırıyor. Android Yang rolünde Justin H. Min’i, Mika’da Malea Emma Tjandrawidjaja’yı, Kyra’da Jodie Turner-Smith’i, Ada’da da Haley Lu Richardson’ı izliyoruz.
Ozu, Bresson, Bergman gibi sinemanın büyük yaratıcılarının izinden gitmek için çabalayan, ismini Ozu’nun senaristi Kôgo Noda’dan alan, Louisville-Kentucky’de büyüyen Koreli Kogonada’nın bu çalışmasındaki fikirler, son derece sert ve vahşi bir dünya tasavvuru için fazla naif kalıyor gibi geldi bana... Filmin Benjamin Loeb imzalı kadrajları ve görsel estetiğiyse birinci sınıf...
Ve diğer seçenekler...
‘Çılgın Hırsız’ (Despicable Me) serisinin yan karakterleri olarak tanıdığımız ve sonrasında bir tür ‘bağımsızlıklarını’ ilan ederek farklı öyküyle seyirci önüne çıkan ‘Minyonlar’ın yeni sinemasal yolculuğu ‘Minyonlar 2: Gru’nun Yükselişi’ (Minions: The Rise of Gru) adını taşıyor. Kyle Balda’nın yönettiği yapımda 12 yaşındaki bir çocuğun, Gru’nun dünyanın en kötüsü olma hayalinin hikâyesi ön planda. Luke Eve imzalı ‘Bir Kızla Tanıştım’ (I Met a Girl), âşık olduğu kızın peşinden Avustralya’ya giden genç bir müzisyenin öyküsünü anlatıyor. ‘Aşkın Gönül Yazısı’nı ise Umut Ertek yönetmiş, oyuncular Melis Tüzüngüç, Sebahat Kumaş ve Hüseyin Elmapınar. Yerli komedi ‘Evlat Olsa Sevilmez’ Cüneyt İnay imzasını taşıyor, filmin kadrosunda Zekeriya Akman, Günay Karacaoğlu, Sadi Celil Cengiz ve Burcu Altın gibi isimler yer alıyor. Yerli gerilim ‘Zir-i Cin’i Hakan Yusufoğulları-Mesut Erbaş ikilisi, ‘Kahran’ı da Ahmet Yaşar Gümüş yönetmiş…
Paylaş