Paylaş
‘Yeni Dünya’ ona da yeni ufuklar açmıştı. Tiyatro oyuncusu olmak istiyordu, önce Yale School of Drama’ya gitti, daha sonra da ünlü oyunculuk eğitmeni Lee Strasberg’in Group Theatre’ına dahil oldu. Oyuncu olarak da boy gösterdi ama asıl olarak sanat yolculuğunu yönetmen olarak biçimlendirdi.
1948’DE OSCAR’A UZANDI
İlk uzun metrajı 1945 tarihli ‘Bir Genç kız Yetişiyor’du (‘A Tree Grows in Brooklyn’). Bizde ‘Namus Sözü’ ismiyle gösterilen ‘Gentleman’s Agremeent’ 1948’de sekiz dalda Oscar’a aday oldu, ‘En İyi Film’ ve ‘En İyi Yönetmen’ olmak üzere üç kategoride heykele uzanmayı başardı. 1951’de çektiği ve kadrosunda Vivien Leigh, Marlon Brando ve Kim Hunter’ın yer aldığı ‘İhtiras Tramvayı’ (‘A Streetcar Named Desire’), muhteşem bir Tennessee Williams uyarlamasıydı. Bir boksörün liman işçisi olarak sisteme olan isyanını ve arkasına aldığı işçilerle başkaldırışını anlattığı, yine Marlon Brando’lu ‘Rıhtımlar Üzerinde’ (‘On the Waterfront’) de 1955’te tam 12 dalda Oscar’a aday gösterildi ve sekiz dalda ödülün sahibi oldu. Filmografisindeki en ünlü adımlardan biri olan John Steinbeck uyarlaması ‘Cennet Yolu’ (‘East of Eden’), genç yaşta hayatını kaybeden sinemanın en büyük ikonlarından James Dean’in rol aldığı nadir yapımlardandı.
Bir başka unutulmaz filmi de Meksikalı devrimci Emiliano Zapata’nın gaddar diktatör Porfirio Diaz’a karşı verdiği mücadeleyi anlatan ‘Viva Zapata!’ydı. Unutulmaz finaliyle zihinlere kazınan yapımda Marlon Brando’nun yanı sıra Jean Peters ve Anthony Quinn de rol almıştı. Kazan’ın sinema macerasındaki önemli dönemeçlerden biri 1963 tarihli ‘America America’ oldu. Film, biri Rum (Stavros), diğeri Ermeni (Vartan) iki gencin İstanbul’dan Amerika’ya göç etme hayalleri üzerine bir öyküyü anlatır. Osmanlı’nın son dönemindeki kaotik ortamda geçen öykü, ortamı pek de hayırla anmaz.
SİNEMAYA İKİ ÖNEMLİ ADIM
Elia Kazan’ın muhteşem filmlerinin yanında sinema tarihi için iki önemli adımı vardır. Biri Cheryl Crawford ve Robert Lewis’le birlikte ‘Actor’s Studio’yu kurması. Ki Lee Strasberg direktörlüğünde geliştiren bu stüdyoda oyuncuların kendi hayat deneyimlerinden yola çıkarak oynadıkları karakterler olmayı ön plana çıkaran ‘Metod’ tekniğini öğretiyordu. Bu ekolün öğrencileri arasında Marlon Brando’nun yanı sıra Montgomery Clift, Julie Harris, Eli Wallach, Maureen Stapleton, Karl Malden gibi isimler bulunuyordu.
ARKADAŞLARINI İHBAR ETTİ
Kazan’ın en derin ve affedilmeyen hamlesi ise eski bir Komünist Parti üyesi olarak ünlü ‘McCarthy soruşturmaları’nda kurulan komiteye ifade vermesi ve burada kimi arkadaşlarını ihbar etmesiydi. Böylelikle ‘Cadı avı’na o da katılmış oldu ve başta Arthur Miller, Orson Welles olmak üzere bazı isimlerle arası sonsuza dek açıldı. Bu ihbarcı kimliği, hayatının sonraki bölümünde üzerinde bir leke olarak kaldı. ‘Rıhtımlar Üzerinde’de emekçileri anlatan bir film çekti ve birçok eleştirmen bunu, bir anlamda kendini affettirme hamlesi olarak gördü. Akademi 1999’da ona başarılarından dolayı özel bir ödül verdi. Ödül, Martin Scorsese ve Robert De Niro tarafından takdim edilirken salondaki birçok isim (aralarında Nick Holte, Ed Harris, Ian McKellen, Amy Madigan vs. vardı) Kazan’ı alkışlamadı, ayağa kalkmadı ve protesto etti.
‘BEN ANADOLULUYUM’ DERDİ
Elia Kazan, köklerini hiçbir zaman unutmadı. Zaman zaman Türkiye’yi ziyaret etti, Kayseri’deki köyüne (Germir) gitti. Zülfü Livaneli (birlikte Kayseri’deki köyünü ziyaret etmişlerdi) ve ‘rahmetli’ Yaşar Kemal’le dostluklar kurdu, hatta Livaneli’nin ‘Sis’ adlı filminde küçük bir rolü de vardı. Yılmaz Güney onu, o Yılmaz Güney’i severdi; ‘Duvar’ filminin çekimleri sırasında Fransa’da seti ziyaret etmişti. Kendini ‘Anadolulu’ olarak tanımladı; “Ben ne Rumum ne Türk ne de Amerikalı. Ben Anadoluluyum” derdi, diye naklediyor Zülfü Livaneli.
28 Eylül 2003’te, 94 yaşında Manhattan’da hayata veda etti. ‘İspiyoncu’luğuna dair öz eleştiri yapmadı. Filmlerinin başarısında komisyonda verdiği ifadelerin de etkili olduğu yazılıp çizildi ama bu doğru bir yargı değildi, yapıtları sinemasal açıdan gerçekten etkiliydi. Ama insanlık sınavında, beyazperdedeki kadar başarılı olduğu söylenemezdi.
Meraklısına: Zülfü Livaneli’nin, ünlü yönetmenin doğduğu yer olan Kayseri’ye yaptığı yolcuğu kaleme aldığı, Karakarga yayınevinden çıkan “Elia ile yolculuk” isimli bir kitabı bulunuyor.
‘ÖZÜR DİLEMİYORUM’
Ünlü yönetmen, Nisan 1988’de İstanbul Film Festivali’nde (o zamanki ismi ‘Sinema Günleri’ydi) ‘Uluslararası Yarışma’nın jüri başkanıydı. O yıl beş filme sansür uygulanmak istendi. Olaylar öyle gelişti ki, başlarda duruma müdahale etme niyeti olmayan Kazan, festival yönetimiyle görüşerek tepki verme yolunda adım attı. Ardından da baskıyı protesto eden bir metni, şimdilerde yıkılmış olan İstiklal Caddesi’ndeki Cercle d’Orient’teki SESAM’da Türkçe okudu. Peşi sıra da Türk sinemacılarla birlikte Galatasaray’dan Taksim Meydanı’na kadar yürüdü. Kazan, 1997’de de İstanbul Film Festivali’nden ‘Onur Ödülü’ almıştı. Bu dönemde Cumhuriyet gazetesinden Ahu Antmen’le bir söyleşi yapmış ve orada McCarthy dönemi’nde sinemacı arkadaşlarını ihbar etmesine ilişkin “Doğru olduğuna inandığım şeyi yaptım. Özür dilemiyorum. Utanmıyorum. Ve beni mutsuz etmiyor” demişti.
Paylaş