Paylaş
Yönetmen: Chad Stahelski (BEŞ ÜZERİNDEN ÜÇ YILDIZ)
Oyuncular: Keanu Reeves, Donnie Yen, Bill Skarsgård, Ian McShane, Laurence Fishburne, Hiroyuki Sanada, Shamier Anderson, Lance Reddick, Rina Sawayama, Scott Adkins, Marko Zaror, Clancy Brown
ABD yapımı
Kendisi uzaklaşmaya çalıştıkça geçmişi onu kovalayan ve bir şekilde tekrar eski günlerine dönmek zorunda kalan kovboy… Bu çok bildik western klişesi, hatırlanacağı gibi 2014 yapımı ‘John Wick’te modernize edilerek sahaya sürülmüştü. Keanu Reeves’in sürüklediği yapım, yakın zaman önce kaybettiği karısından hatıra kalan sevimli köpeği öldüren Rus mafyasına karşı silahına sarılan eski bir ‘tetikçi’nin öyküsünü anlatıyordu. Asıl meslekleri dublörlük olan ve dövüş sanatları konusunda danışman-eğitmen kimliğiyle sektörde boy gösteren Chad Stahelski-David Leitch ikilisinin yönettikleri bu çalışma, koreografik yanları güçlü ve son derece estetik sahnelerle bezeli birinci sınıf bir aksiyondu.
Düelloya davet
‘Kırılma Noktası’, ‘Speed’, ‘Constantine’ ve ‘Matrix’ serisi gibi yapımlar düşünüldüğünde kariyerinde fazlasıyla aksiyon bulunan Keanu Reeves’i yeni bir karakterle sunan bu filmin gördüğü ilgi devamlarına kapı araladı ve artık bir seriye dönüşen ‘John Wick’ dördüncü adımıyla huzurlarımızda. İlk hamlenin ardından Chad Stahelski yönetmen koltuğunda yalnız başına otururken baştaki intikam ve sisteme geri dönüş meselesi de sonraki adımlar için yetmedi tabii ki.
Devam adımlarında ‘Yüksek Şûra’ (The High Table) adlı suç trafiğine hâkim bir konsey öyküye eklendi ve bu oluşumun dışında kalan John Wick de öldürülmesi için yüksek meblağlı ödüllerin havada uçuştuğu bir av konumuna taşındı. Yani eski tetikçinin (ya da ‘kiralık katil’in) peşine başka kiralık katiller düştü. İkinci ve üçüncü filmlerdeki temel mantık buydu. John Wick ise karşısına çıkan onca engele rağmen yıkılmıyor ve ayakta kalıyordu.
Serinin son filmi ‘John Wick 4’te (John Wick: Chapter 4) öykü şöyle: ‘Yüksek Şûra’ fırsatı varken John’u öldürmediği için Winston Scott’ın yetkilerini elinden alıyor, buluşma noktası niteliğindeki New York Continental Hotel’i yıktırıyor, genç ve hırslı üyeleri Markiz de Gramont vasıtasıyla da otel sorumlusu Charon’ı öldürtüyor. Wick ise eski dostu Shimazu’nun işlettiği Osaka Continental’a gidiyor. Onun Japonya’da olduğunu öğrenen şûra, bir grup paralı askerle mekânı basıyor. Kanlı sahneler eşliğinde ilerleyen film, nihayetinde bir düello meselesine kilitleniyor. John Wick, kurallarda olduğu üzere Markiz’i bir şafak vakti teke tek düelloya davet ediyor ve eylem yeri olarak Paris’teki Sacré Coeur Bazilikası’nın önü seçiliyor. Wick kazanması halinde özgürlüğüne kavuşacak ve Winston da yeniden New York Continental’ın başına geçecektir…
Ancak birkaç cümle...…
Serinin dördüncü filminde vites arttırılıyor. Bir ölüm makinesi şeklinde hareket eden ana karakter, önüne çıkan herkesi yok ediyor. Zaman zaman eski dostu Shimazu’dan, kızı Akira’dan, yol arkadaşı ve rakibi ‘âmâ’ tetikçi Caine’den, ‘Bay Hiç Kimse’ lakaplı kiralık katilden yardım alıyor ama genellikle işlerin çok büyük bölümünü kendisi hallediyor. Modern aksiyon serilerinde (‘Jason Bourne’, ‘James Bond’, ‘Görevimiz Tehlike’, ‘Hızlı ve Öfkeli’ vs.) hikâye dünyanın çeşitli yerlerine uğrayarak devam eder. Burada da New York, Osaka, Berlin ve Paris ana duraklar. Bu filmin farklılığıysa özellikle Paris’in çok bilinen mekânlarını sıkça kullanması; örneğin Zafer Takı’na bağlanan anayol, Louvre Müzesi (bir sahnede Eugène Delacroix’nın ünlü tablosu ‘Halka Yol Gösteren Özgürlük’ önünde konuşuyorlar), Eyfel çevresi, Sacré Coeur Bazilikası ve buraya çıkan merdivenler filmin en belirgin aksiyon yerleri. Öte yandan yönetmen Stahelski yine koreografik açıdan çıtası yüksek sahneler çekmeyi ve şiddeti estetize etmeyi sürdürmüş. Ama şöyle bir durum var; ilk film şık, heyecan verici, hikâyeye odaklanmış ve sonraki adımlara göre daha sadeydi. Serinin sonraki hamlelerinde fazlasıyla yorucu bir aksiyon ve zorlama hikâyeler vardı. ‘John Wick 4’te aynı formül izlenirken araya hamasi diyaloglar eşliğinde dostluk, sadakat, onur gibi temalar sıkıştırılmış ama bütün bunların dolgu malzemesinden öteye gitmediği aşikâr.
Keanu Reeves’in robotvari bir şiddet gösterisine soyunduğu, “Yeaahh” dışında birkaç cümle sarf ettiği (!) filmde başta Ian McShane olmak üzere birçok oyuncu ‘poz kesiyor’. Öykünün kötüsü Markiz de Gramont’da Bill Skarsgård fazlasıyla karikatürize. Ben en çok şûranın bir tür hakem olarak sahaya sürdüğü karakteri canlandıran, eski göz ağrılarımızdan Clancy Brown’ı beğendim. Sonuç olarak serinin önceki filmlerini beğendiyseniz bu son adımı da beğenirsiniz diye umuyorum…
Üç filmde 299 kişi sizlere ömür!
‘John Wick’ sinema tarihinde en çok insanın öldürüldüğü seri olabilir. ‘Chapter 4’a dair rakamlar henüz belli değil (Yazıyı kaleme alırken internete göz attım, kimi bahis siteleri kaç kişi öleceğine dair bahislere başlamış bile!) ama ilk üç filmdeki dağılım şöyle:
John Wick - 77 kişi
John Wick 2 - 128 kişi
John Wick 3 - 94 kişi
Toplam - 299 kişi
‘Benim meskenim dağlardır, dağlar’
SEKİZ DAĞ (BEŞ ÜZERİNDEN ÜÇ YILDIZ)
Yönetmenler: Felix van Groeningen Charlotte Vandermeersch
Oyuncular: Luca Marinelli, Alessandro Borghi, Filippo Timi, Elena Lietti, Elisabetta Mazzullo, Cristiano Sassella, Lupo Barbiero, Andrea
Palma, Surakshya Panta
İtalya, Belçika, Fransa ortak yapımı
Son dönemde çeşitli nedenlerden dolayı zamanla bozulan dostluklar moda. ‘The Banshees of Inisherin’, ‘Yakın’ (Close) derken sırada ‘Sekiz Dağ’ (Le otto montagne) var. Biri kentli (Pietro), diğeri de taşralı (Bruno) iki çocuğun arkadaşlıkları yazları bir dağ yöresinde (İtalyan Alpleri) başlar. Pietro’nun babasıyla yetişkinliğine kadar olan sorunları, Bruno’nun eğitimini sürdürmeyip bir tür ‘doğa insanı’ rolüne sığınması derken sevdiğimiz Belçikalı yönetmen Felix van Groeningen, eşi Charlotte Vandermeersch’le birlikte çektiği bu yapımda bir tür modernizm eleştirisine de soyunuyor.
Paolo Cognetti’nin ödüllü romanından uyarlanan yapım, izlediğinizde neler anlattığını ya da nerelere vurgu yapmak istediğini filmden ziyade sizin hissiyatınızla çözebileceğiniz türde... Senaryoda çok zorlama bölümler var ve bazı virajlarda öykü inandırıcılığını kaybediyor, kimi sahnelerin halledilememiş olduğu duygusuna kapılıyorsunuz.
Filmi çok beğenmesem de birçok yabancı eleştirmenin göklere çıkardığını belirtmeliyim.
Ve diğer seçenekler...
İyi kalpli bir adam ve onu kendisine oyuncak olarak seçen Fransa’nın en zengin çocuğu… Kadrosunda Jamel Debbouze, Daniel Auteuil ve Simon Faliu gibi isimlerin olduğu ‘Özel Bir Hediye’ (Le nouveau jouet), Francis Veber’in 1976 tarihli ‘Le jouet’sinden esinlenerek çekilmiş, yönetmen James Huth. Haftanın yerlileriyse şöyle: ‘Kestik Babacım’ (Yön: Atakan Şatıroğlu), ‘Motelde Katliam’ (Yön: Murat Kuşçu) ve ‘Gerçek Cinler 2’ (Yön: Onur Aldoğan). ‘Demon Slayer: Kimetsu No Yaiba-To the Swordsmith Village’ adlı animasyon ise Hauro Sotozaki imzasını taşıyor.
Paylaş