Kadrajlarıyla tarihe tanıklık etmişti

4dk okuma

‘Lee’ eski bir modelin zaman içinde 2. Dünya Savaşı’nda cepheye gidip tarihi kadrajlara imza atan bir savaş fotoğrafçısına dönüşmesini anlatıyor. Ellen Kuras imzalı filmde dirayetli, vicdanlı, cesur bir kadın portresi sunan ana karakter Elizabeth ‘Lee’ Miller’ı Kate Winslet canlandırıyor. İngiliz oyuncu izlemeye değer, gerçeklik çizgisinde bir performans sergiliyor.

Haberin Devamı

Fransa’da, 2. Dünya Savaşı esnasında Nazi işgalinden kurtulma aşamasındaki Saint-Malo adlı sahil kasabası... Başında miğfer, yoğun kurşun yağmuru altında fotoğraf çekmeye çalışıyor ama bir patlamayla dağılıp gidiyor... Yanına gelen asker onu daha uygun bir yere götürmeye çabalıyor. Sonrasında zaman 1977’ye atlıyor. İngiltere’de, Sussex-Farleys’deki çiftlik evinde artık yaşlanmış bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. Genç bir gazeteci ona sorular yöneltiyor ve anlattıkları eşliğinde geri dönüşlerle tarihsel bir yolculuğa başlıyoruz...

Görüntü yönetmeni olarak tanınan ama sonraları yönetmen kimliğini de üzerine geçiren Ellen Kuras imzalı ‘Lee’, hayat serüvenine farklı noktalarda başlayıp nihayetinde bambaşka çizgilere ulaşan güçlü, dirayetli, vicdanlı bir kadının gerçek öyküsüne kulak veriyor. Söz konusu odak noktası 1907’de New York’ta doğan Elizabeth Miller. Vogue dergisi için modellik yapan, bohem çevrelere takılan, avangart fotoğrafçı Man Ray’in gözdesi olarak dikkat çeken bu genç kadın 2. Dünya Savaşı sırasında kendine yeni bir rota çizmiş, önce British Vogue dergisi için bombardıman altındaki Londra’dan yakaladığı kadrajlarla ön plana çıkmıştı. Daha sonra cepheye giderek burada savaşın dehşetini tüm gerçekçiliğiyle yansıtan kareleriyle çığır açan bir sanatçıya dönüşmüştü.

Haberin Devamı

Kadrajlarıyla tarihe tanıklık etmişti

‘Lee’ onun bir anlamda takma adıydı, çünkü bu cinsiyet ayrımını yok eden isim sayesinde savaş ortamında kadınların giremediği yerlerde çekim yapabilme imkânına kavuşuyordu. Ellen Kuras’ın yapıtı Elizabeth ‘Lee’ Miller’ın serüveninde gezinirken koca bir hayattan geri dönüşler eşliğinde pasajlar alıyor ve genel resmi seyircisinin tamamlamasını istiyor sanki. Bu pasajlarda ne var derseniz önce Miller’ın yaşadığı ‘tatlı hayat’tan kesitler izliyoruz. Onu, 1938’de Fransa’nın güneyinde model ve sanatçı arkadaşlarıyla eğlence dolu bir dünyanın içinde buluyoruz. Kendi ifadesiyle resim yapıyorlar, yiyip içiyorlar, dans ediyorlar... Lee bu ortamda ressam, tarihçi ve şair Roland Penrose’la tanışıyor, âşık oluyor ve yaptığı teklifi kabul ederek onunla birlikte Londra’ya yerleşiyor. Derken savaş kapıyı çalıyor. Miller bu dönemi şöyle tarif ediyor: “Bir sabah kalktık, Hitler Avrupa’nın en güçlü adamı olmuştu.”

Haberin Devamı

Sonrasında onun savaş ortamında British Vogue’a başvurmasını, burada derginin ünlü editörü Audrey Withers’la işbirliğini, dönemin ünlü fotoğrafçılarından Cecil Beaton’la çekişmesini izliyoruz. Lee dirayetli kişiliği, tuttuğunu koparan yapısıyla çok geçmeden cepheye uzanıyor ve burada hafızalara kazınacak kareler yakalıyor. Life dergisi için çalışan David Scherman’la birlikte hareket ediyor, Paris’in kurtuluşuna tanıklık ediyor, peşi sıra Dachau Toplama Kampı’na girip soykırıma, yaşanan zulme ilişkin ilk kareleri çekiyor. Ve nihayetinde Scherman’la, Hitler’in Eva Braun’la birlikte intihar ettikleri gün Führer’in Amerikalı askerler tarafından işgal edilen Münih’teki evine giriyorlar ve burada banyodaki o meşhur pozu çekiyorlar...

Haberin Devamı

Ellen Kunas’ın filmi biyografi türüne ait genel sorunları elbette taşıyor. Şöyle ki seyirci olarak Liz Hannah, Marion Hume, John Collee üçlüsünün kaleme aldığı senaryonun odaklandığı dönemin dışında kalan bölümleri merak ediyorsunuz (nitekim ben bu merakın karşılığı olarak Lee Miller hakkında birçok yazıyı okudum). Bu durum bir yandan filmi eksik hissettiriyor ama öte yandan da yönetmenin ve senaristlerinin asıl olarak ele aldıkları karakterin tarihteki derin görünen izlerini takip ettikleri izlenimini veriyor. Filmde en beğendiğim yanlar Paul Éluard’ın, bizde Zülfü Livaneli’nin şarkısıyla popülerleşen ‘Ey Özgürlük’ adlı şiirinin o karanlık günlerde uçaklardan atılarak insanlara umut aşılayan bir işlev üstlendiğinin gösterilmesi ve yine Éluard’ın Nazileri tanımlarken “Hedefleri sadece Yahudiler değildi, fikri olan herkes, ideallerine uymayan herkes hedefleriydi” şeklinde tanımlarda bulunduğu bölümlerdi. Fransız şair bu kesimlerin aniden kaybolduğunu, trenlere bindirildiğini, yaşlı kadınlar, çocuklar vs. hiçbirinin bir daha geri dönmediğini ifade ediyordu.

Haberin Devamı

Kadrajlarıyla tarihe tanıklık etmişti

 

YAPIMCILIĞINI DA ÜSTLENMİŞ

‘Lee’yi taşıyan unsurların başında Kate Winslet’in canlandırdığı karakteri gerçeklik çizgisinde perdeye yansıtan performansı geliyor. İngiliz oyuncu, bu karakter kadar projeye de o kadar inanmış görünüyor ki yapımcılığını da üstlenmiş. Filmde Roland Penrose’da Alexander Skarsgård’ı, David Scherman’da Andy Samberg’ü, Audrey Withers’ta Andrea Riseborough’yı, söyleşi yapan gazetecide Josh O’Connor’ı, Nusch Éluard’da Noémie Merlant’ı, Paul Éluard’da Vincent Colombe’u, Solange d’Ayen’da Marion Cotillard’ı izliyoruz.

Lee Miller’ın oğlu Antony Penrose’un ‘The Lives of Lee Miller’ adlı kitabından yola çıkarak çekilen film bize savaşın acımasızlığını, toplama kamplarındaki vahşeti, en önemlisi savaşın bitiminden sonra bile hayatta kalanlar üzerinde bıraktığı tahribatı, kapanmayan yaraları gözlemlemiş, makinesiyle kayda geçmiş bir savaş fotoğrafçısının varlığını hatırlatıyor. ‘Lee’ bu unsurlarıyla izlenmeyi hak ediyor.

Haberin Devamı

VE DİĞER SEÇENEKLER

Kadrajlarıyla tarihe tanıklık etmişti

◊ Ünlü masal ‘Pamuk Prenses’in (Snow White) son uyarlamasında klasik anlatıya kimi zamane çizgileri eklenmiş, örneğin kurtarıcı prens yerine halktan, asi bir genç görüyoruz. Prenses de feminist duruşa sahip eşitlikçi bir model. Ama bu dokunuşlar dışında birçok şey aynı; yani cadı kraliçe ‘Ayna ayna söyle bana’ diyerek kendisine rakip olan Pamuk Prenses’i yok etmeye çabalıyor, prenses de Yedi Cüceler’le birlikte kötülüğe karşı mücadele ediyor. Müzikal türündeki filmde yönetmen Marc Webb; oyuncularsa Rachel Zegler, Andrew Burnap, Gal Gadot ve Ansu Kabia...

◊ Haftanın menüsündeki diğer yapımlar şöyle: ‘Ayı Paddington: Ormanda Macera’ (Paddington in Peru/Yön: Rosie Alison), ‘Terrifier 2: Special Edition’ (Yön: Damien Leone), ‘Cennet’ (Beyish-Enenin Tamanynda/Yön: Ruslan Akun), ‘Zorla Güvenlik’ (Yön: Caner Çetiner), ‘Mürre: Cin Kabilesi’
(Yön: Cengiz Kaplan).

◊ Ayrıca TME Films, yeni oluşumu Encore Cinema’yla birlikte son 30 yıla damgasını vurmuş kimi yapımları yeniden gösterime sokuyor. Program dahilinde ‘Yüzüklerin Efendisi’ (The Lord of the Rings) serisinin ikinci ve son adımı olan ‘İki Kule’yle (The Two Towers) ve ‘Kral’ın Dönüşü’
(The Return of the King) de bu hafta seyirci karşısına çıkacak.

Yazarın Tüm Yazıları