Paylaş
Hatıraları yerinde bırakmak mı üzerlerinde oynamak mı? Sinema tarihinde ‘klasik’ olmuş kimi yapıtların yeniden çevrimlerinde ya da devamı ‘kılığında’ tekrar perdeye aksettirilme çabalarında, ben hatıralarla oynamamaktan yanayımdır. Tavrım “Rahat bırakın orijinalleri, sonsuza kadar kendi kulvarlarında ‘biricik’ olma vasıflarını sürdürsünler”dir. Lakin Ridley Scott’ın kendi yapıtı ‘Alien’ı yıllar sonra eğip bükerek restorasyonuna soyunduğu, George Miller’ın ‘Mad Max’e bir kez daha el attığı bir ortamda benim sızlanmam elbette sinek vızıltısıdır...
BLADE RUNNER 2049
Yönetmen: Denis Villeneuve
Oyuncular: Ryan Gosling, Harrison Ford, Robin Wright, Ana de Armas, Jared Leto, Sylvia Hoeks, Mackenzie David, David Bautista, Sean Young, Edward James Olmos
ABD yapımı
Bu hafta itibariyle salonlarımıza uğrayan ‘Blade Runner 2049’ da, malum bir başka Ridley Scott başyapıtının devamı niteliğinde. Denis Villeneuve imzasını taşıyan şimdiki zaman hamlesine önce, ‘kısaca özet’ diyerek göz atalım: Vakti zamanında çığrından çıkan ‘Replicant’lar (adeta ‘İnsan’dan çok insan androidler diyelim onlara kısaca) ortadan kaldırılınca üretici firma ‘Tyrell Corporation’ iflas eder. Devreye giren ‘Wallace Corporation’ yeni ve daha ileri teknolojiyle donatılmış ‘Replicant’ları sahaya sürer. Yıllardır çiftçi olarak ‘kamufle’ olmuş eski bir modelin (‘Nexus 8’) peşine düşen Los Angeles Polis Departmanı’ndan KD6-3.7, operasyonun ardından bir ağacın kökleri arasında bir sandık keşfeder ve bu keşif, eski defterlerin açılmasına
neden olur...
‘Blade Runner 2049’, orijinal filmin ana karakteri Deckard’ı (Harrison Ford) da unutmuyor!
Hiç dinmeyen bir yağmur...
En son karşımıza geldiği ‘Arrival’da uzaya açılan (daha doğrusu uzaylıları aramıza davet eden) Villeneuve, doğrusunu söylemek gerekirse ‘Blade Runner 2049’da, el attığı meselenin orijinaline halel getirmemiş. Senaryosunu Hampton Fancher (ki Scott’ın filminin ortak yazarıydı) ve Michael Green’in kaleme aldığı yapım, atmosfer yaratma ve ‘öncüsüne saygı’ açısından gayet iyi. Özellikle arka plandaki mimari etkileyici; eski, ihtişamlı zamanların uzantısı, boşluğa, yalnızlığa terk edilmiş devasa yapılar, tıpkı 1982’deki orijinal filmde olduğu gibi sürekli yağan bir yağmur (ki bu Fincher’ın ‘Se7en’ına da ilham vermişti vakti zamanında), multi-kültürel manzaralarla yüklü kaotik şehir hayatı, birtakım şirket isimleriyle süslü billboard’lar, panolar vs. Yetmedi, tarih sahnesinden fırlayıp öyküye dahil olan Elvis Presley, Marilyn Monroe, Frank Sinatra... Roger Deakins’in enfes görüntü çalışması (ki birçok Batılı eleştirmen ‘En İyi Görüntü Yönetmeni’nde Oscar’ı ona vermiş bile) da cabası.
Hollywood’un Nejat İşler’i
Ya oyunculuklar? ‘Replicant avcısı’ KD6-3.7’de (ya da kısaca ‘K’, ki bu kısaltmanın orijinal filme ilham kaynağı olan öykünün yazarı Philip K. Dick’e gönderme olduğunu iddia edenler var) Ryan Gosling (bence fizik açısından Hollywood’un Nejat İşler’idir kendisi), kayıtsız bakışları ve her daim kuşkulu haliyle filme özel bir ruh katıyor. Başka bir deyişle karakterinin yaşadığı varoluşsal sorunları yansıtmada çok başarılı. K’nın şefinde Robin Wright, hologram sevgilisi (ya da karısı) Joi’de Ana de Armas, (Yeni kuşak ‘Alien’larda Guy Pearce’ın canlandırdığı Peter Weyland’ı hatırlatan) megaloman patron Niander Wallace’ta Jared Leto, yeri geldiğinde bir ölüm makinesine dönüşen asistanı Luv’da Sylvia Hoeks, ‘Nexus 8’de David Bautista kadronun diğer bileşenleri. Gençliğinizde klasiklerde rol almanızın mükâfatı, yaşlılıkta da kapınızın sık sık çalınması olsa gerek. Harrison Ford, ‘Star Wars’tan sonra ‘Blade Runner 2049’da da arz-ı endam ediyor. Tabii ki unutulmaz Rick Decard kompozisyonuyla... Film, ayrıca Sean Young ve Edward James Olmos’u da hatırlıyor.
‘Blade Runner 2049’, öncüsüyle kurduğu bağlarla daha bir anlam kazanmış (keza ben de en çok bu tavrını beğendim). Villeneuve’ün ‘Anaakım sinema’ içindeki sakin, ölçülü anlatımı da takdire şayan. Kanadalı yönetmenin filmi de, geçmişi yağmalayan (!) şimdiki zaman hamlelerinin sanırım en iyisi olarak kayda geçecek...
Çavdar Tarlasındakİ Asİ
Yönetmen: Danny Strong
Oyuncular: Nicholas Hoult, Kevin Spacey, Sarah Paulson, Zoey Deutch, Hope Davis, Victor Garber, Amy Rutberg
ABD yapımı
Seni gidi ‘Gönülçelen’...
Edebiyat dünyasının en gizemli kalemlerinden biriydi Jerome David Salinger. ‘Çavdar Tarlasındaki Asi’ (‘Rebel in the Rye’), bu gizemin az çok bilinen kısmını seyirciyle paylaşıyor. Aktör-senarist Danny Strong’un ilk uzun metrajlı çalışması olan film, yazarın gençlik yıllarında start alıyor ve şöhrete kavuştuğu, peşi sıra kabuğuna çekildiği döneme kadar takibini sürdürüyor.
Önce özet diyelim: Edebiyat evreninde sesini bulmaya çalışan J. D. Salinger, çok geçmeden bir yol göstericiye kavuşur. Bu kişi Story dergisinin de editörlüğünü yapan Whit Burnett’tir. Genç yazar, Burnett’in Columbia Üniversitesi’ndeki kurslara katılır. Buradaki asıl mesele derslerden çok Salinger’ın Burnett’le olan çoğu didişmeye, çekişmeye dayalı ve sürekli birbirlerine karşı iğnelemelerle dolu ilişkisidir. Bu alışveriş genç yeteneği geliştirir, rotasını çizmesine yardımcı olur. Lakin savaş, bütün dünyada kapıyı çalmıştır.
Yolu yazı-çiziden geçen herkese
Yarattığı karakter Holden Caulfield’ın yaşadıkları ortamın sertliği içinde fazla naif bulunur. Salinger ise cepheye yollanır, hatta ünlü Normandiya Çıkarması’na katılır. Nihayetinde o, cehennemi ortamdan hayatta kalanlar arasındadır. Dönüşte psikolojisi ve yazma evreni değişmiştir, artık bambaşka bir ruhla geçecektir daktilonun karşısına...
‘Çavdar Tarlasındaki Asi’, son derece etkili bir girişin ardından kendisini daha çok televizyon filmi sınırlarına çekiyor. Bu, belki de Strong’un yönetmenlik kariyerindeki tek işin bir TV dizisi olmasından kaynaklanıyor, bilemiyorum ama ben yine de bu filmin yazı-çizi işinde uğraşanlar için çok kıymetli malzeme sunduğu kanaatindeyim. ‘Çavdar Tarlasındaki Asi’ bence özellikle artık ‘editörlük’ kurumundan nasibini almadan yollarını çizen, kendi yeteneklerine güvenmekten öte büyük bir kibirle fazlasıyla inanan, hayatı, izledikleri filmleri, okudukları kitapları (ki yazıp çizdiklerine bakılırsa okuduklarına dair pek bir emare de bulamıyoruz) “Sevdim, sevmedim, bayıldım, felaket, olmuş, olmamış” gibi yargılarla değerlendiren ve ifade hazineleri ‘140 karakter’ ve biraz üstüyle sınırlı herkesi, ayna önüne davet ediyor.
Oyunculuklara gelince: ‘About a Boy’un minik Marcus’u, ‘Mad Max: Fury Road’un Nux’ı, ‘Equals’ın Silas’ı Nicholas Hoult, gayet inandırıcı bir Salinger portresi çiziyor. Kevin Spacey de Salinger’ın akıl hocası Burnett’te -çoğu kez olduğu gibi- olağanüstü.
Sonuç? Dünyanın en çok okunan yapıtlarından ‘Gönülçelen-Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın yazarı J. D. Salinger’ın hayat öyküsünü, başta yolu yazıdan geçenler olmak üzere herkese tavsiye ederim.
KERVAN 1915
Yönetmen: İsmail Güneş
Oyuncular: Murat Han, Ayşe Akın, İbrahim Kendirci, İpek Tuzcuoğlu, Fatih Ayhan, Ali Kemâl Yılmaz, Aylin Lusin, Rosa Hovhannisyan, Reshad Strik
Türkiye yapımı
Ağır aksak bir ‘Kervan’...
Yıl 1915... Devlet kararını vermiştir; olası isyanları önlemek için Ermeniler tehcir edilecektir. Giresun’da yaşayan Ermeni kadınların ve çocukların bir kısmının Halep’e tehcirini, hayatında ilk kez insan taşıyacak olan Katırcı Salim ve ekibi üstlenir.
İsmail Güneş, ‘Kervan 1915’te acısı bir türlü kapanmayan bir yaraya, ‘Ermeni meselesi’ne el atıyor. Film, yakın zaman önce izlediğimiz ‘Yitik Kuşlar’ ve ‘Osmanlı Subayı’ gibi yapımlarla aynı güzergâhta ilerliyor: İki taraftan da kötüler vardı, işte onca acıya, onca kayba onlar neden oldu. Belki Güneş, fikren bu iki yapımdan bir adım öne çıkıyor ve yerel bir yöneticinin ağzından “Talat bu işte yanlış yaptı” şeklinde seslenerek bir adresi, Talat Paşa’yı gösteriyor. Öte yandan hikâyenin kötü adamı Karahisarlı Murat da sık sık devlet binalarında boy gösteriyor. Ama film genel çerçevede Osmanlı’ya toz kondurmuyor. Devlet, “Emanete hıyanetlik olmaz” diyor ve bu görüş, öykünün bütün iyi karakterlerinde kıyıya vuruyor.
‘Kervan 1915’, sinematografik anlamda ise pek de çekici bir yapım değil. İnsan bu denli uzun bir yolculukta en azından uzun yol türü bir ‘western tadı’ arıyor ama 130 dakika boyunca film de kervan da ağır ağır, heyecansız ilerliyor. Yan öykülerden Ermeni kızı Suzan’la Türk delikanlısı Ahmet arasındaki zorlu dönemeçlerden geçen aşk ise genel toplama yeterli katkıyı yapmaktan uzak.
‘Dört Köşe’
Diğer seçenekler
Haftanın mönüsünde yer alan yapımlardan ‘Korku Kayıtları’nı (‘The Crucifixion’) Xavier Gens yönetmiş, oyuncular Sophie Cookson, Corneliu Ulici, Brittany Ashworth ve Matthew Zajacb. Haftanın animasyon seçeneği olan ‘My Little Pony Filmi’ Jayson Thiessen imzasını taşıyor. Yerli yapım ‘Dört Köşe’de başrolleri Şinasi Yurtsever, Murat Akkoyunlu, Ayhan Taş ve Burak Satıbol paylaşıyor, yönetmen Ömer Faruk Yardımcı. Haftanın bir başka yerli seçeneği olan ‘Babam’ın kadrosunda Çetin Tekindor, Melisa Şenolsun, Berker Güven, Cezmi Baskın, Erkan Kolçak Köstendil gibi oyuncular yer alıyor, yönetmen Nihat Durak.
‘My Little Pony Filmi’
Paylaş