Paylaş
Ve Nuri Bilge Ceylan, ‘Anadolu turu’na son (ya da ‘ara’) verip ‘kendi’ taşrasına dönüyor. ‘Ahlat Ağacı’, köklerinin yeşerdiği Çanakkale dolaylarından genel bir toplumsal hesaplaşmanın ifadesi. Filmin öyküsüne gelince: Şehirdeki üniversite eğitimini bitiren Sinan, ilçesi Çan’a, yuvasına geri dönmüştür. Her şey bıraktığı gibidir; yani at yarışı müptelası öğretmen baba (İdris), evin gerçek çekip çeviricisi anne (Asuman) ve eğitimini sürdüren kız kardeş (Yasemin)... Bütün bu dengeler içinde Sinan kendi geleceğini arar... Bu arayışın da belli çıkış noktaları vardır: Ya kaleme aldığı romanını bastırarak yazar kimliğiyle yola devam etmek ya da eğitimini aldığı dalın mesleğini sürdürerek, tıpkı babası gibi öğretmen olmak...
‘Ahlat Ağacı’, upuzun süresi boyunca (188 dakika) çok geniş bir alanda dolaşıyor ve temel olarak “Genç ‘Sinan’ın acıları”na odaklanıyor. Filmin uğradığı duraklarda baba-oğul gelgitleri, geleneksel çizgide bir kaderin tekrarlanması, annenin rolü, yazar kimliğinin taşıdığı anlamlar, ödeşmeler, eski sevgiliye ağıt, taşrada yolunu bulmak için en kolay seçeneği işaretlemek durumunda kalan genç kadınlar, yerel yöneticiler ve toplumsal ‘fedakârlıkları’, inşaat sektörünün gündelik hayatımızdaki önemi, gidişattan pek de rahatsız olmayan ‘genç imamlar’ vs. var.
En komik
Nuri Bilge filmi
Bu geniş yelpaze içinde film kıvamını ve ruhunu bulurken ortaya bir ‘başyapıt’ çıkıyor. Başkaları ne der ya da nasıl düşünür bilemem ama ‘Ahlat Ağacı’, bence Nuri Bilge Ceylan’ın en iyi filmi. Ya da şöyle söyleyeyim, benim kendime en yakın hissettiğim, içinde kaybolmaktan, gezinmekten, her bir karakteri için ayrı ayrı düşünmekten, yönetmeninin kendi adına farklı sulara açılmasından en çok hoşnut olduğum adımı oldu. Filmin, Ceylan’ın önceki yapıtlarıyla arasındaki temel farklarının önemli dönüşümleri de işaret ettiği kanısındayım. Bir kere Nuri Bilge’nin bu kadar güldüğüm bir filmini hatırlamıyorum (elbette önceki hamlelerinde de güldüğümüz bölümler vardı ama çoğu ya durum komedisi ya da o ana ait bir çelişkinin ifadesiydi), ‘Ahlat Ağacı’nda o kadar çok (hem de zaman zaman arka arkaya sıralanmış) komik sahne var ki (bu arada Amerika’da yaşayan ve Village Voice’da yazan Türk kökenli sinema yazarı Bilge Ebiri de, filme ilişkin eleştirisinde “Bir Nuri Bilge Ceylan filminde bu kadar güleceğimi hiç düşünmemiştim” notunu düşmüş), farklılığını öncelikle bu cephede gösteriyor. Sadece çok güldürmüyor, ağlatıyor da. Sinan’ın kitabı üzerinden önce annesi, sonra da babasıyla bir anlamda ödeşmesi filmin gözyaşlarımızı teslim aldığı anları... Evet, Ceylan’ın geçmiş adımlarında da hüznün alabildiğine öne çıktığı sahneler vardı ama hiçbiri buradakiler kadar direkt kalbimize vurmuyordu.
Filmde Sinan’ın eski gözağrısı Hatice’yi Hazar Ergüçlü canlandırıyor.
Artık o ‘Kasaba’ yok...
Lakin ‘Ahlat Ağacı’nın asıl dönüşümü tarif eden yeri, taşraya bakışında beliriyor... ‘Kış Uykusu’ vesilesiyle de yazmıştım, uzun bir süredir ‘taşra’ Türkiye sinemasında bazı yönetmenler için değişen hayat ritminin, ahlakın, değer yargılarının ve büyük kentin nefes aldırmaz ortamının alternatifi, bir tür ‘cennet’vari adresiydi. Bu meselede Ceylan yalnız değildi ve en güçlü yol arkadaşı sanırım ‘Yusuf Üçlemesi’yle Semih Kaplanoğlu’ydu. Taylan Biraderler’in ‘Vavien’i ve sonradan da Atıl İnaç’ın ‘Daire’si taşradaki bozulmanın, çürümenin sadece büyük kente ait olmadığını ve bütün bir vücudu ele geçirdiğini hatırlatır örneklerdi. Genç Sinan taşrayı keskin bir biçimde ‘huzursuz, tekinsiz, güvenilmez’ gören ilk Nuri Bilge karakteri olarak sanırım tarihe geçiyor (gerçi Sinan genel olarak insanları sevmiyor ve bu tavrıyla nasıl yazar olabileceğini kendi de bilemiyor). Elbette bir karakterin, yönetmenini tamamıyla temsil etmesi beklenmez ama artık Ceylan’ın da ‘Ahlat Ağacı’yla birlikte taşranın masumiyetine son verdiğini, hikâyedeki her bir karakter üzerinden ikiyüzlülüğü, çürümeyi,değerler karmaşasındaki yerlerini tarif etmeyi seçtiğini söyleyebiliriz. Yani artık o ‘Kasaba’, eski kasaba değil...
‘Ahlat Ağacı’nda görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki’nin enfes kadrajları, pastoral dokunuşlarla süslü tablolar niteliğinde muazzam çerçevelere dönüşmüş...
Yazarlar arası ‘düello’
Cannes’daki gösterimin ardından kimileri filmin uzun diyaloglarına vurgu yaptı ve Nuri Bilgi sinemasındaki değişime dikkat çekti. Doğrusunu söylemek gerekirse, ortada bu açıdan bir değişim ya da dönüşümün olduğunu iddia edemeyiz. ‘Kış Uykusu’nda da uzun diyaloglar vardı, bence ‘Ahlat Ağacı’na ilişkin yapısal açıdan en önemli fark, 188 dakikalık uzunluğuna rağmen zamanın nasıl aktığını anlamamız. Bunu sağlayan en önemli etken ise sanırım öykünün her yeni durağında bambaşka bir meselenin içine çekilmeniz, o meselenin bütün perspektifleriyle haşır neşir olmanız. Mesela genç imamlarla Sinan’ın birlikte yürüdüğü ve dinin tarihsel gelişiminden bugünkü çizgisine olan sürecini tartıştıkları bölümü ele alalım. Aslında bu yürüyüş, insanın inançla olan yolculuğunun da bir özeti galiba (bir bakıma Kaplanoğlu’nun ‘Buğday’ındaki ‘ikili’ yolculuğun başka versiyonu bile denilebilir). Bu bölümü uzun bulanlar vardı; meselenin varoluşumuzdan bu yana geçirdiği evreler düşünüldüğünde kısa olarak bile tanımlanabilir!
Filmin en sürükleyici sahnelerinden birinde deneyimli yazar Süleyman’la genç Sinan’ın atışmalarını izliyoruz.
Ve deneyimli yazar Süleyman’la Sinan’ın bir kitapçıda başlayan ‘düello’su... Bu sekans üzerine koca bir tez yazılabilir. İşte bu atışma bölümünde Ceylan, -disiplinleri ve alanları ne olursa olsun- bütün genç kalem erbaplarının geçmişe göre nasıl farklılaştıklarını, ‘hemen, şimdi’ ruh durumuyla önündeki bütün setleri yıkıp geçmek istediklerini, gelenekteki yerlerinden farklı olarak saygının yerini nefretin aldığını, yükselme ve fark edilme çabasının yarattığı körlüğü ve nihayetinde bazı açılardan da haklı oldukları noktayı tane tane anlatmış (Kimileri söz konusu kuşaklararası atışmayı Zeki Demirkubuz’un ‘Yeraltı’sına bir gönderme olarak da niteliyor, meseleye bu noktadan da bakmak mümkün)... Bir de filmin güncel problemlerden ziyade ‘aydın’ın (genç ya da yaşlı) taşradaki yalnızlığına ve kafa karışıklığına vurgu yaptığı ve bu yanıyla da ‘Kış Uykusu’yla paralel sularda yüzdüğü söylenebilir. Bu arada Brad Pitt’li ‘Truva’ filminden yadigâr devasa ahşap atın da çok zekice kullanıldığını belirtmeliyim.
Oyunculuklara gelince: Başta Sinan’da Doğu Demirkol olmak üzere babada Murat Cemcir, annede Bennu Yıldırımlar, yazar Süleyman’da Serkan Keskin, eski göz ağrısı Hatice’de Hazar Ergüçlü, genç imamlar Veysel ve Nazmi’de Akın Aksu (aynı zamanda Ebru Ceylan ve Nuri Bilge’yle birlikte filmin senaristi) ve Öner Erkan, belediye başkanı Adnan’da Kadir Çermik, kum ocakları sahibi İlhami’de Kubilay Tunçer ve ekipteki diğer isimler. Hepsi ama hepsi mükemmel performanslar ortaya koymuş. Özellikle yerel ‘diyalekt’leri kullanmak açısından çok iyiler...
Sonuç? Çok katmanlı yapısıyla bu yazının uzunluğunda bile altını çizemediğim onca meselesi, unsuru ve detayı olan ve de başta Çehov olmak üzere birçok yazara saygı ve göndermede bulunan bu başyapıtı kaçırmayın derim...
Bu havada da soygun mu olur?
Babalarını, yıllar önce kasabayı tarumar eden bir fırtınada kaybetmiş iki kardeş. Abi Breeze, Ortadoğu’da görev yapıp geri dönen eski bir asker ve artık tamirci olarak çalışıyor, kardeş Will ise meteoroloji uzmanı. Yaklaşan Tammy Fırtınası’nın yeni bir felakete neden olacağı konusunda merkezi uyarmaya çalışıyor. Kasabanın polis teşkilatı da yöredekilerin tahliye edilmesi konusunda çalışmalara başlıyor.
O esnada kasabadaki eski paraları imha tesisine yüklüce bir miktar geliyor. Derken tesis basılıyor ve bu ortamda büyük bir soygun harekâtı başlatılıyor. Bu durumda iş başa düşüyor ve iki kardeş, soygunu gerçekleştirenlere karşı mücadeleye soyunuyor.
‘Hızlı ve Öfkeli’ serisinin ilk filmine imza atan Rob Cohen’in yönettiği ‘Kasırgada Soygun’ (‘The Hurricane Heist’), iki ayrı temayı bir araya getiren bir aksiyon olmuş. Bir yanda etkiyi bir kasırga, öte yandan bu durumu fırsat bilen soyguncular... Cohen’in aksiyon hâkim rejisiyle adrenalin düzeyi yüksek bir film izliyoruz. Bu tür yapımlarda öykü vasattır, bu kez senaryonun kimi yerlerinde ince dokunuşlar var. Sonuçta vaat ettiği heyecanı sunan ve perdeye taşıdığı felaketin hakkını veren bir film olmuş ‘Kasırgada Soygun’. Özetle bu tür yapımlardan hoşlanıyorsanız uygun bir seçenek karşınızda...
Diğer seçenekler
‘Sürükleniş’i (‘Adrift’) Baltasar Kormakur yönetmiş, oyuncular Shailene Woodley, Sam Claflin, Grace Palmer ve Jeffrey Thomas.
Şafak Pekdemir Mengü, Burak Serdar Şanal, Ayşen İnci ve Levent Özdilek’in başrollerini paylaştığı ‘Deniz ve Güneş’i Barış Denge yönetmiş. Haftanın animasyon seçeneği ‘Cüce Dedektif Şerlok’ (Sherlock Gnomes’), John Stevenson imzasını taşıyor.
Yönetmenliğini Bill Holderman’ın üstlendiği ‘Kitap Kulübü’nde (‘Book Club’) ise Diane Keaton, Jane Fonda, Candice Bergen ve Mary Steenburgen gibi isimleri izliyoruz. Yerli gerilim ‘Cin-i Ayet’i Uğur Akünlü yönetmiş, oyuncular Kemal Uçar, Fulden Akyürek, Arda Esen. Yönetmenliğini Serra Yılmaz’ın üstlendiği ‘Cebimdeki Yabancı’ da ikinci kez vizyon gören yapımlardan.
Paylaş