Paylaş
Galaksinin Koruyucuları 3 (BEŞ ÜZERİNDEN DÖRT)
Yönetmen: James Gunn
Oyuncular: Chris Pratt, Zoe Saldaña, Dave Bautista, Vin Diesel (Groot’un sesi), Bradley Cooper (Rocket’ın sesi), Karen Gillan, Pom Klementieff, Elizabeth Debicki, Sean Gunn, Sylvester Stallone, Will Poulter, Chukwudi Iwuji, Daniela Melchior, Michael Rosenbaum, Maria Bakalova, Nico Santos, Sarah Alami
ABD yapımı
Galaksinin Koruyucuları’ namıyla bilinen ekip, Knowhere adlı istasyonu kendilerine merkez olarak bellemiş durumdadır. Bu arada içki içip müziğe kulak kabarttıkları ve dans ettikleri bir günde beklenmedik bir saldırı meydana gelir. Hedefte rakun ‘Rocket’ vardır. Topluluğun bu hınzır üyesine yönelik eylemi gerçekleştiren altın renkli giysiye bürünmüş Adam Warlock, bir şekilde durdurulur ama dostları yaralanır ve yaşam destek ünitesine bağlanır. Durum vahimdir ve ekip, ‘Rocket’ın tıbbi kayıtlarını araştırmaya başlar. İzler onları pembe, et şeklinde görünüme sahip bir gezegene götürür... Mesele şudur: İhtiraslı bir biliminsanı olan ‘The High Evolutionary’, ‘Rocket’ın genetik kodlarının peşindedir ve bütün bu karmaşayı o yaratmıştır. Ana karakterler Peter Quill, ağacımsı Groot, ‘Yokedici Drax’, Gomora’nın bir tür paralel sureti, ekibe yeni katılan Nebula ve Mantis’le birlikte, sevgili rakun dostlarını yeniden hayata döndürmek için çapı son derece geniş bir alanda mücadeleye soyunur.
‘Marvel evreni’nin en eğlenceli ve bence en kayda değer ekibi (X-Men cephesini katmıyorum, onların zaten ‘öteki’ kavramı üzerinden farklı bir duruşları ve ruhları var) olan ‘Galaksinin Koruyucuları’ üçüncü filmleriyle (Guardians of the Galaxy Volume 3) huzurlarımızda. Baştan beri kendine özgü bir esprisi ve bakış açısı olan, özellikle 70’lere müzik üzerinden yaptığı göndermeler ve Peter Quill’in ‘walkman’ tutkusuyla retro havasını her daim üzerinde taşıyan bu seri, ikinci filmde Freudyen okumalara ve aralarındaki sıkı aile bağlarına değinmişti. Yapımcı şirketten, attığı kimi tweet’ler yüzünden kovulan ama özellikle oyuncu kadrosunun arkasında durmasıyla tekrar işin başına dönen James Gunn’ın yine yönetmenliğini üstlendiği üçüncü adımdaysa odaklanılan ana mesele ‘Rocket’ın geçmişi... Enerji küpü rakun yaşam savaşı verirken öykü geri dönüşlerle bize ekibe katılmadan önce yaşadığı serüvenden ana başlıkları sunuyor. Dr. Moreau türü genetik deneyler yapan ‘The High Evolutionary’, kimi müdahalelerle yarattığı hayvanlar üzerinden kusursuzluğun peşindedir. Ancak bu çabası esnasında şirazesini kaybedecek bir noktaya gelmiş ve “Tanrı yok, bu yüzden kontrolü ben devralıyorum” fikrine ulaşmıştır. Yarattığı türlerden oluşan ‘Karşıt Gezegen’de dünyavari bir yaşam alanı oluştursa da asıl derdi kendisidir. ‘Koruyucular’ ise ‘Rocket’ı tekrar hayata döndürme çabası içindeyken ‘The High Evolutionary’nin çılgınca fikirleri ve her türden canlıya zarar veren projeleriyle de mücadele etmek durumunda kalır.
Filmde geçmiş hikâyesini izlediğimiz Rocket’ı, serinin önceki iki adımında olduğu gibi Bradley Cooper seslendiriyor.
Senaryosunu Dan Abnett ve Andy Lanning’le birlikte kaleme aldığı bu üçüncü adımda James Gunn, bence günümüz dünyası açısından çok hassas meselelere değinmiş ve bu haliyle ‘Galaksinin Koruyucuları 3’ belki sinematografik anlamda serinin ilk filmi kadar çekici değil ama dertleri ve ‘politik doğruculuk’ bakımından daha önemli bir çabanın ifadesi... Şöyle ki çılgın genetikçinin deneyleri üzerinden öykü ‘denek hayvanı’ başlıklı modern bir günahın altını kalın çizgilerle çiziyor. ‘Rocket’ın bir zamanlar denek hayvanı olması, o dönem yaşadığı acılara, ruh ve psikolojisine yaptığı vurgu; bu filmi klasik ‘süper kahraman’ rotasından çıkarıyor ama değerli, daha işlevsel ve mesajı daha derin bir yapıya dahil ediyor. ‘The High Evolutionary’ deneylerinde kullandığı küçük çocuklar ve hayvanlar dolayısıyla aslında bir ‘Nuh’ tablosu çiziyor ama gemisine aldıklarını kurtaracak erdemi yok, asıl derdi kendini kurtarmak...
Bu seri baştan beri kimi karakterleri ve kadrajları bakımından orijinal ‘Star Wars’ esintileri taşıyordu, üçüncü filmde de bu görüntü tekrar ediyor. Dostluk, dayanışma, giden sevgilinin yokluğu gibi temaları da içine dahil eden ‘Galaksinin Koruyucuları 3’, ‘Marvel ailesi’ içinde gibi görünen ama ruhu ve tadı bakımından bambaşka sulara ait bir film. Hüzünlü sahneleriyle dikkat çeken yapım, hissiyatını seyircisine geçirmekte mahir bir çalışma olmuş. Kaçırmayın derim...
Çabuk çık oradan!
Şeytanın Düşmanı (BEŞ ÜZERİNDEN İKİ YILDIZ)
Yönetmen: Julius Avery
Oyuncular: Russell Crowe, Daniel Zovatto, Alex Essoe, Franco Nero, Peter DeSouza-Feighoney, Laurel Marsden, Cornell John, Ryan D’Grady, Bianca Bardoe, Santi Bayon
ABD, İngiltere, İspanya ortak yapımı
Kastilya’da vefat eden kocasının ailesinden kalan koca bir manastır… Amerikalı Julia, kızı Amy ve oğlu Henry’yle geldiği bu mekânda tuhaf olaylarla karşılaşır. Yaşanan doğaüstü vaka için etraftaki genç rahip Esquibel’den yardım ister ama bu iş onu aşar. Nihayetinde Vatikan’dan gelen deneyimli rahip Amorth olaya el koyacaktır…
‘The Exorcist’ 1973’te, ‘Poltergeist’ 1982’de çekildi. Biri bedeni esir alan şeytana karşı mücadelenin, diğeri de bir eve musallat olan kötü bir ruhun hikâyesiydi ve bugün artık iki yapım da birer klasik. Aradan geçen yıllarda onların izlerini süren çok sayıda yapıt izledik. Teknoloji geliştikçe görsel açıdan daha etkileyici sahnelere ulaşıldı ama içerik açısından aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. ‘Şeytanın Düşmanı’ (The Pope’s Exorcist), gerçek bir karakter olan Vatikan’ın Baş Şeytan Çıkarıcısı Gabriele Amorth’un notlarından esinlenerek çekilmiş bir film. Julius Avery imzalı yapımda deneyimli rahibi Russell Crowe oynuyor ve canlandırdığı karakter Vespa’sına atlayıp Roma’dan gelerek sorunu çözmeye çalışıyor. Crowe’un yer yer sarkastik takılarak canlandırdığı rahip, western filmlerindeki eski silahşorları andırıyor. Ona yardım eden genç rahip Esquibel de silahşorun yanındaki acemi yardımcı tadında. Film, türünün klişeleriyle sıradanlaşan aynı kulvardaki diğer filmlere benziyor. Crowe’un çizdiği portre bir nebze filmi ilgiye değer kılıyor ama genel olarak vasat aşılamıyor. İçine iblis giren küçük Henry’nin performansını da çok beğendim. Bu karaktere hayat veren Peter DeSouza-Feighoney fiziksel olarak hafiften Malcolm McDowell’ın ‘Otomatik Portakal’daki halini andırıyor. Franco Nero’yla Papa rolünde karşılaşmak hoş bir sürprizdi. Crowe ve Nero’yu izlemek keyifliydi ama türünün diğer örnekleri gibi bir yanıyla dinsel bir propaganda da içeren, klişe ve vasat bir yapım olmuş…
Ve diğer seçenekler...
François Ozon’un İstanbul Film Festivali’nde de gösterilen son filmi ‘Suç Bende’ (Mon Crime) bu hafta itibariyle vizyonda. İzlenmesi keyifli bir film olan ‘Suç Bende’de başrolleri Nadia Tereszkiewicz, Rebecca Marder, Isabelle Huppert, Fabrice Luchini ve André Dussollier paylaşıyor. Tutkulu bir aşk hikâyesini anlatan ‘Tatlı Bela’yı (Beautiful Disaster) Roger Kumble yönetmiş, kadroda Virginia Gardner, Dylan Sprouse, Brian Austin Green ve Libe Barer gibi oyuncular var. Bir dedenin torununa aşılamak istediği ‘Beşiktaş ruhu’nu anlatan ‘Aşkın Saati 19.03’ Hasan Gümet imzasını taşıyor. Senaryosunu Özgür Özgülgün’ün kaleme aldığı yapımın kadrosunda Ali Sürmeli, Berat Efe Parlar, Feride Hilal Akın, Ayhan Taş, Bülent Çolak, Özgür Özgülgün, Sadi Celil Cengiz, Pascal Nouma, Bahtiyar Engin, Deniz Hiracan, Cansu Fırıncı ve Hayko Cepkin gibi isimler var. Gerilim filmi ‘Şüphe’yi (The Kindred) ise Jamie Patterson yönetmiş. Haftanın animasyon seçeneği ‘Elleville Elfrid’ (Ella Bella Bingo) de Trond Morten Venaasen,
Frank Mosvold ve Tom Petter Hansen üçlüsünün elinden çıkmış.
Paylaş