Paylaş
Bilimkurgu metinleri çoğu kez ‘karanlık’ bir geleceğin tarifini yaptı, yapıyor da. Teknolojinin onca gelişmişliğine karşın bu kulvarda önümüze çıkan kitaplar (ve onlardan uyarlanan filmler) gidişatın pek pozitif olmayacağına dair tezler üretiyor hep. Artık milyonlarca yıldır sığındığımız gezegen yok. Koca bir evrende gezinip duruyoruz, mesafeler alabildiğine kısalmış, uzay gemileri etrafta cirit atıyor. Ama o tehlike, başımızda ‘Demokles’in Kılıcı’ misali sallanıyor: Diktatörler kâinatı ele geçirmiş ve tek umut ışığı, bu düzene başkaldıran kahramanlar, isyankârlar...
Javier Bardem, isyancı Stilgar (sağdan ikinci) rolünde...
Bilimkurgu edebiyatı çoğu kez ortaçağ motiflerini taşıdı uzaya. Dükler, kontlar, imparatorlar ve ezilen, kurtarıcılarını bekleyen halklar... Frank P. Herbert’ın altı yılda tamamladığı (1965) ama basacak yayınevi bulamadığı, artık büyük bir klasik olarak kabul edilen ‘Dune’ serisi de benzer motiflerle örülü bir evrenin ifadesidir. Birçoklarına göre bütün zamanların en iyi bilimkurgu metni olarak gösterilen ‘Dune’, zamanında aykırı yönetmen Alejandro Jodorowsky tarafından sinemaya uyarlanmak istenmiş ama bu hamle gerçekleşmemişti. Sonra David Lynch benzer güzergâhta ilerlemiş ve 1984 tarihli filmiyle Herbert’ın yapıtını perdeye taşımıştı. Şimdi sahne sırası Denis Villeneuve imzalı 2021 yapımında...
Öykü kısaca şöyle: Yıl 10091... Caladan gezegeni sakinlerinden Atreides Hanedanı üyeleri Dük Leto, eşi Leydi Jessica, oğlu Paul ve emrindekiler, galaksinin en değerli maddesi olan baharatın (bazılarına göre bu bir uyuşturucu metaforu ama bence petrolü daha çok çağrıştırıyor) yetiştiği çöllerle kaplı Arrakis’in yönetimini devralmak üzere bu gezegene yollanırlar. Çok geçmeden bu hamlenin İmparatorluk ve Harkonnen Hanedanı tarafından düzenlenen bir tuzak olduğu anlaşılır.
‘Dune’ öncü bir roman olmasına rağmen bence sunduğu evren, omurgasını oluşturan unsurlar, okur zihninde yarattığı imajlar, başta ‘Star Wars’ olmak üzere kendisinden sonra gelen birçok ardılı tarafından fazlasıyla kullanılmış (ya da yağmalanmış) durumda. Bu açıdan Villeneuve’nün filminde izlediklerimizin yeni bir şeyler söylediğini iddia etmek zor. Öte yandan özünde ‘kutsal kitaplar’dan ödünç alınmış karakterlerle inşa edilen bu yapılar çoğunlukla aynı kapılara çıkıyor. ‘Dune’ da ezilen kitlelere kurtuluş için çözüm olarak bir ‘Mesih’i işaret ediyor.
İLK DEFA UZAYA ÇIKMIYORUZ!
‘Dune’ bir üçlemenin ilk ayağı. Devam filmleri henüz çekilmedi, muhtemelen ilk adımın göreceği ilgiye göre hareket edilecek. Öte yandan şunu söylemeliyim: Lynch’in zamanında pek beğenilmeyen uyarlaması belki bugünden bakıldığında demode ama Herbert’ın yazdıklarını derli toplu bir şekilde ifade etmiş. Villeneuve ise görsel yapıya yüklenmiş. Lynch’in uyarlamasında karakterleri eşit olarak tanıyorsunuz, bu filmse, kusursuzluğu takıntı haline getirmiş gibi görünen bir yönetmenin görsel haykırışı. Bu açıdan çok sayıda tanınmış oyuncudan oluşan kadro da kendini ifade edememiş gibi geldi bana. Mesela Paul’deki Timothée Chalamet’den çok etkilendiğimi söyleyemeyeceğim. Bir tek Leydi Jessica’daki Rebecca Ferguson biraz daha fazla öne çıkıyordu. Dev kum solucanları, abartılı tasarımlara sahip uzay gemileri, ‘Yusufçuk’ formunda helikopterler derken görselliğin dışında pek de etkileyici olmayan bu yapım bence ortalamayı aşamıyor. Son olarak evet, beğeniler sübjektiftir, “Dune başyapıttır” diyenlere saygımız sonsuz ama kendi adıma şunu da söylemek istiyorum: İlk defa uzaya çıkmıyoruz!
BİR AVUÇ CENNET!
Göçmenlerin kurduğu bir ülke ve onun, ‘şimdiki zaman’da bile kendisine göçenlere sunduğu hayaller, düşler… Lee Isaac Chung’un otobiyografik unsurlar içeren yapıtı ‘Minari’, Kore’den ABD’ye 70’lerde gelen bir ‘çekirdek aile’nin tutunma mücadelesini anlatıyor. Film, farklı bir coğrafyada kurdukları denklemin içinde zorlanan çiftin kendi kültürlerini sürdürme ısrarlarının yanı sıra doğdukları toprakların havasını soluyan çocuklarının yaşadığı kafa karışıklığını da yansıtma derdinde. Öte yandan ‘memleket’ten gelen babaanne, sivri mizah anlayışı ve hınzır kişiliğiyle önce kendisine karşı mesafeli duran torunuyla arasındaki buzları eritiyor ve sonrasında da yeni bir dostluğun perdesi aralanıyor. Derken hesapta olmayan dertler su yüzüne çıkıyor…
Son Oscar’larda tam altı dalda aday olan ve babaanne Soonja rolündeki Yuh-Jung Youn’un filmde gösterdiği performansla En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında heykele uzandığı ‘Minari’yi, duygulara seslenen, mizaha da kapısını alabildiğine açmış bir aile dramı olarak nitelemek mümkün.
VİZYONA GİREN DİĞER FİLMLER
Haftanın dikkat çekici yapımlarından biri de bu yılki Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olan ‘Annette’. Yönetmenliğini Leos Carax’ın üstlendiği bu fantastik müzikalin başrollerini Marion Cotillard ve Adam Driver paylaşıyor. ‘Robot Ron Bir Sorun Var’ (‘Ron’s Gone Wrong’) adlı animasyonu Alessandro Carloni-Jean-Philippe Vine ikilisi yönetmiş. ‘Ziyaretçi’ haftanın yerli gerilimi.
Marion Cotillard ve Adam Driver, ‘Annette’te.
BİR FESTİVAL HEYECANI DAHA…
İstanbul kültür-sanat hayatının ve festivaller trafiğinin nispeten yeni üyelerinden olan Boğaziçi Film Festivali’nin dokuzuncu randevusu bugün itibariyle başlıyor. Boğaziçi Kültür ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenen, 30 Ekim’e kadar sürecek etkinlikte film gösterimlerinin yanı sıra Ulusal ve Uluslararası kategorilerinde uzun metraj film yarışması, söyleşiler, atölye çalışmaları gerçekleştirilecek. Açılışını Bosnalı Danis Tanovic’in ‘Not So Friendly Neighbourhood Affair’iyle yapacak festivalin en dikkat çekici bölümü olan ‘Ulusal Yarışma’da seyirciyle buluşacak yapımlarsa şöyle:
- ‘Anadolu Leoparı’ (Yön: Emre Kayiş)
- ‘Bağlılık Hasan’ (Yön: Semih Kaplanoğlu)
- ‘İçimdeki Kahraman’ (Yön: Sinan Sertel)
- ‘İki Şafak Arasında’ (Yön: Selman Nacar)
- ‘Kafes’ (Yön: Cemil Ağacıkoğlu)
- ‘Koridor’ (Yön: Erkan Tahhuşoğlu)
- ‘Lacivert Gece’ (Yön: Muhammet Çakıral)
- ‘Okul Tıraşı’ (Yön: Ferit Karahan)
- ‘Pota’ (Yön: Ahmet Toklu)
- ‘Sabırsızlık Zamanı’ (Yön: Aydın Orak)
Bu filmleri Reis Çelik (Başkan), Çiğdem Vitrinel, Erdem Tepegöz, Vildan Atasever ve Gökhan Atılmış’tan oluşan jüri değerlendirecek.
Paylaş