Paylaş
Bu gelenek uygulandı ve 1-1 beraberlikte sonuçlanan maç öncesi Manchesterlı oyuncular, Arsenalli meslektaşları tarafından alkışlandı. Biliyorum futbolun gündemi yarınki ‘tarihi maç’a endeksli. Geçen hafta bizim Banu (Yelkovan) ve Bağış’ın (Erten) NTV Spor’daki ‘Yenilsen de Yensen de’ programında F.Bahçe taraftarı genç bir arkadaş, ortalama yorumcu kalitesinin üzerine çıktı ve “Biz Kadıköy’de Benfica karşısında kontrollü oyunun yanına iyi oyunu da ekledik” dedi. Bence konuk ekibin teknik kurmayları F.Bahçe’yi küçümsemiş ve derslerine iyi çalışmamışlardı, Luz Stadı’ndaki rövanşa daha hazırlıklı çıkacakları kesin ama Kadıköy’de Kocaman’ın talebeleri sezonun en iyi futbolunu ortaya koydu ve Zico’lu dönemin 1-0’lık Inter maçına denk bir kalite yakalandı. Neyse bu ara duraktan sonra, iki hafta sonra önümüze gelecek meseleyi şimdiden tartışalım derim.
Ligde yedi puanlık aranın netleşmesinden bu yana özellikle TV ekranlarındaki spor programları bugüne kadar centilmenlik konusundaki sınavlardan pek geçemeseler de buradaki ‘reyting’i görerek ısrarla, ‘G.Saray, Kadıköy’e şampiyon gittiği takdirde F.Bahçe tarafından alkışlanmalı mı?’yı, gündemlerini öncelikli konusuna dönüştürdüler. Hoş, sundukları ‘dışarıdan örnekler’ (şimdiki zamandan Arsenal’in Manchester’ı, geçmişten de Real’in Barça’yı, Barça’nın da Real’i alkışlaması görüntüleri), bir tür alıştırma oldu ve sonuçta ‘normalleşme’ yolunda önemli işlevi üstlendi.
Peki böyle bir şey bizde olur mu? Olmaz. Bu içinde bulunduğum bir grup ‘kendini bilmez futbol romantiği’nin dönüp dolaşıp suyu bulandırmasından öte bir çaba değildir! Lâkin yazma çizme eylemi, tutarlılık, devamlılık ve mantık gerektirir ama biraz da fantezi içermelidir. Bunları hiç değilse kâğıt üzerinde ya da ekran karşısında dillendiremedikten sonra niye bu işi yapıyoruz ki? Bu fırsat bize biraz da bunun için tanınmadı mı?
ALKIŞLARLA YAŞIYORUM!
DOLAYISIYLA ben ‘Katı gerçekçilik’ten (ki sinemada sevdiğim bir akımdır) uzaklaşıp fantastik sulara (ki yine sinemada doğru yapılırsa tadından yenmez bir türdür) şöyle bir açılalım derim. Evet bizdeki rekabetin dinsel, sınıfsal ya da tarihsel kökleri sağlam dayanaklar üzerine kurulmaz. Babalar ve çocukları ayrı renklere ayrı camialara gönül verirler ama iş rekabete gelince akıl ve mantığın yanında duygular da yok olur ve birbirimizin boğazına sarılırız. Evet, F.Bahçe ve G.Saray birbirinden nefret eder ve birbirlerini takdir konusunda bir-iki akil örneğin dışında kimse ortak bir paydada buluşmaz. Dolayısıyla ‘Alkış hikâyesi’, gerçekten hikâyedir ama yine bu mantıksızlık içinde mantığın bulunabileceğini düşünüyorum.
Elbette Kiğılı’nın “Rakibimiz G.Saray stadımıza şampiyon gelirse alkışlarız” açıklamasına Sarı lacivertli taraftarların Kayseri maçında “Kadıköy’de sadece Fener alkışlanır” tepkisini biliyorum. 2007’de ilk kez bu tartışmaların yapıldığı dönemde Ali Sami Yen’e ‘Şampiyon’ unvanıyla gelen F.Bahçe’nin meşhur ‘Su derbisi’nde nasıl karşılaştığını o gün gözlerimle şahit oldum. Ama Wenger’in dediği gibi madem bu bir ‘İngiliz geleneği’, basit ‘Aristo mantığı’yla tespitte bulunalım derim. G.Saray’da Premier Lig’i görmüş kimler var: Drogba, Riera, Elmander ve Eboue. Sneijder, Melo ve Hamit de La Liga deneyimlerinden bu türden meseleye vâkıf. Etti mi size 7. Ya F.Bahçe? Kuyt, Yobo, Meireles, Emre ve Stoch, Premier Lig görmüş oyuncular (Görmüşler de Kayserili Salih ve Eren, “Kuyt’la Sow bize ‘G.Saray için mi oynuyorsunuz’ dedi” iddiasında bulunarak, bu iki ismin ‘Bizdenleştiklerini’ ima etti ama bütün bunları ‘iddia’ olarak görmekten ve Kuyt’ın, Premier Lig’i tatmış olmasını bir avantaj olarak kabul etmekten yanayım). Webo da La Liga gördü. Yani sarı lacivertlilerden de etti mi altı futbolcu. Genel bir toplamayla 22 futbolcudan 13’ü bu türden bir geleneğin yaşandığı coğrafyalarda top koşturmuş, havayı solumuş.
BİR EŞİK AŞILMIŞTI
BURAYA kadar olanlar fantezinin sayısal yansımasıydı. Bir de işin yaşanmışlığı var. Malum maçta, yani 6 Kasım 2002’de oynanan o ünlü 6-0’lık mücadelede ‘Rahmetli’ Özhan Canaydın, rakibi tebrik etmek adına Aziz Yıldırım’ın elini sıkmıştı ve o kare, ne olursa olsun sonsuza kadar yaşamaya mahkum. Dolayısıyla bir eşik aşılmış. Yıldırım sırf o anın, o el sıkışın hatırasına saygı gösterse ve böyle bir şey için kendince ilk adımı atsa yeter. Denemekten ne zarar gelir? Sözün özü ben şimdiden, olmayacak duaya ‘Amin’ diyerek bu yazıyı kaleme aldım ve kendimce, üzerine düşen görevi yerine getirdim. Alkışlanır alkışlanmaz, “Bizim geleneğimizde var yok” denir, bilemem. Beklerim, gözlerim, baktım hiçbir şey olmuyor, ayranımı içer, ‘milli milli’ hislenir dururum!..
Bu arada başta futbolunkiler olmak üzere tüm emekçilerin ‘1 Mayıs Bayramı’nı kutlarım. Çıkarmasalar da engelleseler de Taksim bizim yerimizdir!...
Paylaş