Paylaş
Ama bu sezonun bambaşka bir özelliği var; seyirci zaten futboldan soğumuş durumda ve bu gerçek, sistem tarafından bizatihi kendisi tarafından her bir maçta belgelenmiş oluyor sanki.
Evet, Ziraat Türkiye Kupası’ndan bahsediyorum. Bir türlü adalet duygusu içermeyen formatıyla bir kez daha gereksiz maçlara davetiye çıkaran bu organizasyon bu hafta itibariyle sırasını savdı ama daha beş kez aynı sıkıcı sulara dönüp duracağız…
Problemin ilk aşaması ‘Kupa’ denen şeyin ne olduğunu bizatihi organize edenlerin ısrarla anlaması (gerçi anlamadıklarını da sanmıyorum ama). Bu alan, neredeyse tüm dünyadaki futbol iklimlerinde liglerden farklı olarak zayıflara bir günlüğüne özel bir mutluluk tatma hakkı tanıyor. Evet, alt liglerde mücadele ediyor olabilirsiniz, zayıf da olabilirsiniz ama oyunun doğasında olan kimi özellikler sadece bir günlüğüne size uğrayabilir ve ‘Davut’un Golyat’ı yenmesi’ hikâyesini kendi tarihinize eklerken futbol kamuoyunun da ilgi ve sempatisini kazanabilirsiniz. Zamanında Beşiktaş ve Fenerbahçe’yi aynı sezon içinde eleyen Lüleburgazspor, Sarı-Lacivertlileri kupa dışına Pendikspor, Galatasaray’a ‘Bu sezon kupada bu kadar” diyen Erzurumspor hikâyeleri bize hâlâ çok uzak geçmişten de olsa varlıklarını hissettiriyor. Ya da geçen sezon Fethiyespor, Bucaspor ve Balıkesirspor’un Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’u kupa dışına ittiği Gaziantep BB’nin Galatasaray’a soğuk terler döktürdüğü kupa serüveni…
Sistem gözü gibi sakındığı ‘Büyükler’ daha fazla yaşayabilsinler, daha fazla pastadan pay alabilsinler, organizasyon onlar eliyle daha fazla ilgi çeksin diye uğraşıyor ama nafile. Zaten kupa dediğimiz şey, ancak kendi doğrularıyla ilgi çekecek bir alan… Bütün dünya da bu gerçeğin farkında olarak davranıyor ve güçlüyle zayıfı, zenginle yoksulu, profesyonelle amatörü bu organizasyon sayesinde buluşturuyor. Zaten oyun yeterince ‘Endüstrileşmiş’ durumda ve kupa belki de bu ruhu ve gerçeği görece kırılabilen nadir faaliyetlerden biri.
Tabii bir de bunca para verip yayın hakkını alan televizyon kanalının durumu var. Onlar da belki ancak bu kadar çok yayınla ödedikleri parayı çıkarabiliyorlardır ama basit bir ekonomi bilgisi, her şeyin kendi dengesi içinde yolunu bulduğunu bize her zaman hatırlatmıştır. Ayrıca az maç gereksizce zamanımızı ve enerjimizi (her koşulda futbol seyredenler için söylüyorum, bazılarımız zaten uzun zamandır meseleye soğuk, onlar geri dönüş için oyunun tekrar eski kimliğini bulmasını bekliyorlar ama bu istekleri de hayal gibi sanki) çalma eylemlerini son verir, oyuna belki tekrar daha dikkatlice odaklanmamıza yardımcı olur…
Son birkaç yılda bu türden çok sayıda yazı kaleme aldığımı sanıyorum. Bunun da bir işe yaramayacağını biliyorum (zaten öyle bir misyonum ve iddiam da yok, yazmak sadece ve sadece fikir paylaşmaktır). Ama yine de hatırlatma bâbından tekrarlara gitmekte yarar var. Bir de ilk hafta maçlarında daha çok gençlere yer veren takımları özel olarak kutluyorum. Ama alınan kötü sonuçlar, daha sonraki maçlarda onları bu fikirlerinden döndürür mü, orasını bilemem. Bekleyelim, görelim…
Not: Aslında tarihçe bile bize kupanın doğasına ilişkin küçük bir ipucu veriyor. Ligde bugüne kadar sadece beş takım (Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor ve Bursaspor) mutlu sona ulaşırken kupayı müzesine getirenler tablosunda bu beşlinin yanı sıra Altay, Ankaragücü, Gençlerbirliği, Göztepe, Kocaelispor, Eskişehirspor, Sakaryaspor ve Kayserispor gibi takımlara rastlıyoruz…
Paylaş